Geçen hafta Rahmi Öğdül’ün BirGün’deki yazısını okuyunca, “Toplumsal söz yitimi” konusunda kaygılı biri olarak bir kez daha düşündüm. Şöyle başlıyordu yazı: “Sadece kurumların içini boşaltmakla kalmadılar, dili de çökerttiler, dilden geriye enkaz kaldı. Sözcükler moloz yığınlarını andırıyor, ağzımızda toz tadı. Barış, artık barışı ifade etmiyor, demokrasinin demokrasiyi ifade etmemesi gibi.” Gel de düşünme!… Yaşadığımız halin bir […]

Geçen hafta Rahmi Öğdül’ün BirGün’deki yazısını okuyunca, “Toplumsal söz yitimi” konusunda kaygılı biri olarak bir kez daha düşündüm. Şöyle başlıyordu yazı: “Sadece kurumların içini boşaltmakla kalmadılar, dili de çökerttiler, dilden geriye enkaz kaldı. Sözcükler moloz yığınlarını andırıyor, ağzımızda toz tadı. Barış, artık barışı ifade etmiyor, demokrasinin demokrasiyi ifade etmemesi gibi.”

Gel de düşünme!…

Yaşadığımız halin bir kısmı, “Celbedilmiş toplumsal söz yitimi” denilen beladan geliyor ki, günümüz dünyasında birçok toplumun temel sorunlarından biri olduğu söylenebilir. Nedenlerini, kabaca, post-modern dünya ve bu dünyanın kayan, değişen, uçuşan gerçekliklerine bağlamak mümkün. Post modernizmin tarihsel ve ilişkisel bağları ihmal eden göreceli yaklaşımı içinde tüm kavramların belirsizlik ölçüsünün arttığı, aynı kavramla birbirinden farklı şeylerin anlatıldığı bir gerçek.

Cemal Süreyya’nın “Söz yitimi“ adlı şiirinde dediği gibi, günümüz dünyasında  ya da “Öteşiirde/Batar çıkar sözcüklerimiz.”

Ne var ki, Türkiye’deki söz yitimi bunun ötesinde ve sözcüklerin batıp çıkması öyle kendiliğinden değil…

Bir yandan, modernlikle gelenekselliği harmanlayıp, bu ikisi arasında beynamaz kalan bir toplum söz konusu; öte yandan bilgi ve deneyim açısından kavramlara haklarını vermek konusunda ciddi eksikliklerimiz var. Toplumsal deneyim içinde yeterli ölçüt olmadığında toplumsal söz yitiminin daha derin olması da kaçınılmaz.

Bu koşullara, bir de, siyasal İslam’ın iktidara gelmesiyle yaşanan rota değişikliğini eklersek, “dilin tozlara karışmasının” neden daha hızlandığını anlayabiliriz. Ortada oldukça bilinçli bir gayret olduğuna kuşku yok; çünkü iktidar için toplumsal bölünmüşlüğü kışkırtmak gibi dili de kendine göre yeniden anlamlandırmak varlık sorunu olmuş durumda…

Demokrasi gibi, hukuk gibi, adalet gibi kavramlardan vazgeçemeyeceklerine göre, yapacakları tek şey, toplumu yakalayan bu kavramların şampiyonluğunu yaparken içlerini kendilerine göre doldurmak olmakta. Tarih gibi, dili de yeniden yazmaya ihtiyaçları var.

Bunun sonucunda kavramlar gerçeklikten kopup, karikatürlerdeki laf baloncuklarına dönüşür veya Öğdül’ün dediği gibi moloz yığını haline gelirmiş, umurlarında değil… Kendi gerçeklikleri bunu gerektiriyor, bu konuda yanlarında yer alan medyanın himmeti de az değil. 

Öte yandan, iktidarın gayretine, yaptıklarını konuşarak hepimizin katkıda bulunduğunu düşünmek de çok yanlış olmaz.

Bir yandan normal koşullar varmış, kurumlar ve kavramlar yerli yerindeymiş gibi buradan başlayan tartışmalarla olağandışılığı olağanlaştırıyor, öte yandan ha bire anlamak ve anlatmak gayreti içinde bu dili çoğaltıyoruz.

Örneğin şu iptal edilen ve 23 Haziran’da yenilenmesi istenen İstanbul seçimlerini konuşmak!…  Bir bakıyorsunuz, YSK kararını eleştirenler sil baştan demokrasi, hukuk söylevlerine kalkışıyorlar. Oysa 2010’dan buyana en az 50-100 kere demokrasinin kalmadığından, hukukun katledildiğinden söz edildi bu ülkede…  Eğer bunlar “laf ola beri gele” söylenmediyse, söylenenlere sahip çıkmak, bugün başka şeyler söylemek gerekmekte.

Şu günlerde konuştuklarımıza bir bakın… İstanbul seçimleriyle ilgili “oyları çaldılar” suçlaması, İmamoğlu’nun Habertürk’te söylediklerinin sosyal medyada çarpıtılması veya soru soran bir gence tokat attığına ilişkin yalanlar!… Ya da, az sonra denetimli serbestlik kaydıyla bırakılan Kadri Gürsel’in ellerine kelepçe takılması gibi saçmalıklar!…

Türkiye gerçekliği içinde bunları konuşmak kaçınılmaz diye düşünülebilir ancak bu kaçınılmazlığın var olan koşulları olağanlaştırmak gibi bir bedeli olduğunu da görmezlikten gelmemek gerek.

O nedenle, -tam olarak nasıl gerçekleşir bilemiyorum ama- sözcükleri, kavramları diriltmek istiyorsak farklı bir dilin, söylemin kurulması için çaba harcamak gerekiyor. Özellikle de muhalefet partilerinin…