‘Tek adam’ yönetimi siyasal İslamcı gerilemenin üzerine kurulan bir idare sistemi, elbette ki en büyük problem bu. Fakat bununla birlikte, ülke, AKP iktidarının kalıplaştırdığı ağır sorunlarla yüz yüze. Bu sorunları saptamak ve çürüyen noktalara dönük köklü politik müdahaleleri belirlemek, liderlerin vurucu ve esprili konuşma kabiliyetlerinden daha fazlasını gerektiriyor. Yani esas sınav sözlü değil, yazılı. Bu da kuşkusuz ideolojik bir perspektif ve siyasi program işi

Sözlüye hazırlandık ama esas sınav yazılı

Berkant Gültekin berkantgultekin@birgun.net

Mizah dergisi Uykusuz’da yıllardır Barış Uygur imzalı, ‘Normal Şartlar Altında’ isimli bir köşe vardır. Uygur bu köşede, normal şartlar altında olması gerekenlerden yola çıkarak, Türkiye’de yaşananların nasıl normal şartlar dışında cereyan ettiğini anlatır. Bunlar bazen komik, çoğu zaman ise trajikomiktir. Aslında Türkiye’ye çok uygun olan bu kalıbı Uygur’dan ödünç alarak günümüzdeki seçim süreci için de kullanabiliriz. Normal şartlar altında bir ülkeyi 16 yıldır tek başına yöneten ve yeni seçim dönemine girildiğinde de muktedirliği devam eden biri, kendisini vaatleriyle değil, icraatlarıyla savunur.

Örneğin, kimseye sormadan, hiçbir merci ve makamdan onay almadan, bir kararnameyle üniversiteleri 10 parçaya bölebiliyorken, seçim vaadinde “Seçilirsem cemevlerine hukuki statü vereceğim” demez. Çünkü kendisi zaten 16 yıldır seçili ve ülkeyi kimseye sormadan yönetir pozisyondadır. Tıpkı üniversite meselesinde yaptığı gibi, tek imzasıyla ve bir dakika bile beklemeden cemevlerine hukuki statü verme imkânına sahiptir. Ama Türkiye’de bunun tam tersi yaşanabilmektedir. 16 yıldır ülkenin kumandasını elinde bulunduran, yasamayı uyku moduna alan, yargı mensuplarına cübbe ilikleten, medyayı ağlayan patronlar kahvehanesine çeviren biri, “Seçilirsem…” ile başlayan cümleler kurabilmektedir. Öyle bir medya düzeni kurulmuştur ki, bu kişi, çıktığı programlarda “Peki efendim, elinizde yetki olmasına rağmen neden vaatlerinizi şimdi hayata geçirmiyorsunuz” sorusuyla karşı karşı kalmaz. Zira o, soruları cevaplandırmaz; onun cevaplamak istediği konular, karşısındaki “gazetecilerce” sorulandırılır.

Kuşkusuz Türkiye siyasetindeki daralma hâli bununla sınırlı değil. Memleket 24 Haziran’a doğru hızla yol alırken siyasetteki durum aslında birçok noktadan alarm veriyor. 2001’de ‘Erdemliler Hareketi’ adıyla yola çıkan ve bugün ‘tek adam’da cisimleşen siyasal İslamcı çizgiyi seçimlerde mağlup etmek isteyen muhalefet partileri stratejilerini bir bir belirledi. Şimdi bu stratejiler miting meydanlarında, kısıtlı da olsa TV’lerde ve gazetelerde seçmene anlatılıyor. Seçim sürecinin öne çıkan başlıkları ise “kim, kime ne dedi?” tartışmaları. Doğrusu Muharrem İnce’nin meydanlarda Erdoğan’a, TV programlarında ise (En son Nagehan Alçı örneğinde olduğu gibi) yandaş gazetecilere söylediği sözlerin yurttaşların içini soğutan bir yönü var. Bunu İnce’nin sözlerinin sosyal medyada aldığı reaksiyona bakarak anlayabiliyoruz. Ancak işin bununla sınırlı kalmasının Türkiye siyasetini “İyi konuşan kazanır” yarışmasına sıkıştırdığını da gözden kaçırmamak gerek. Ana hedef ‘tek adam’ yönetimini durdurmak olsa da, Türkiye’nin siyasal İslamcı zihniyetin tahribatını ortadan kaldırabilecek tutarlı bir muhalefet vizyonuna ihtiyacı olduğu, böyle hareketli süreçlerde tümden es geçiliyor. ‘Tek adam’ yönetimi siyasal İslamcı gerilemenin üzerine kurulan bir idare sistemi, elbette ki en büyük problem bu. Fakat bununla birlikte, ülke; eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal haklarda, yargıda, dış politikada ve daha pek çok alanda AKP iktidarının kalıplaştırdığı ağır sorunlarla yüz yüze. Emperyalizme bağımlılık ve laikliği hedef alan saldırılar, memleketin içine düştüğü derin çukurun oluşmasında rol sahibi olan ana olgulardı. Lafı eğip bükmeden bu sorunları saptamak ve çürüyen noktalara dönük köklü politik müdahaleleri belirlemek, liderlerin vurucu ve esprili konuşma kabiliyetlerinden daha fazlasını gerektiriyor. Yani esas sınav sözlü değil, yazılı. Bu da kuşkusuz ideolojik bir perspektif ve siyasi program işi. Öte yandan siyasetin işleyişinin kitlelerin seyirci konumunu sürdürdüğü bir biçimde devam ettiğini de belirtmekte yarar var. Toplumu meydanlara çağırarak kitlesel bir endoktrinasyonu hedefleyen bu siyaset yapma tarzı, halkı siyaset mecrasında pasifleştiren bir niteliğe sahip. Yurttaşların söz, yetki ve karar sahibi olduğu yeni bir politika biçimini üretme zorunluluğu bugün her zamankinden daha yakıcı bir hal almış durumda. Bu ufkun ne denli önemli olduğu, eşitsiz medya düzeninin protesto edildiği #KapatGitsin etkinliklerinde kendini gösterdi. Toplumun siyasi söyleme maruz kaldığı değil, siyasetin toplumsallaştığı ve yurttaşların kurucu özne olabildiği bir atmosferin geliştirilmesi, mevcut sistemin dar demokrasi kalıplarını aşmak için kritik bir hareket noktası.

Tüm bunlar 24 Haziran seçimlerinin son yılların en önemli siyasi aşamalardan biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor elbette. Seçimler siyasal İslamcı düzeni geriletme ve ‘tek adam’ın hegemonyasına son verme potansiyelini içeriyor. 24 Haziran’da tüm demokrasi güçlerinin sandığa hücum ederek 16 yıldır ülkeyi talan edenlere karşı yükselen “TAMAM” iradesine sahip çıkacağına şüphe yok. Zira emekten, laiklikten, eşitlikten ve bağımsızlıktan yana bir Türkiye’yi yaratma yolu buradan geçiyor. Ancak tüm siyasi sözlerin, argümanların ve projeksiyonun bu aşamaya hapsedilmesi de seçimi önemsizleştirme çabası kadar sorgulanmaya muhtaç. Bu noktada BirGün Pazar’ın son iki sayısında yayımlanan, sırasıyla Hayri Kozanoğlu (Türkiye için Arjantin ve Malezya dersleri) ve Gamze Yücesan Özdemir’in (Sola, yıldızlara ve yarına dair) yazılarını hatırlamakta yarar var. Kozanoğlu, Malezya’daki iktidar değişimi üzerinden verdiği, “RTE’ye yaşatılacak bir seçim yenilgisi tabii ki hepimizi çok mutlu eder. Ancak payımıza, düşse düşse Malezya’daki gibi rejimin restorasyonu düşer” uyarısı ve Özdemir’in “Bizim için söz konusu olan seçim aritmetiği içinde ve bu toz duman içinde geri planda kalan tam bağımsız, laik ve emekten yana bir Türkiye’nin mümkün olduğunu söylemektir” hatırlatmasına kulak kabartılmalı. Sürecin devamında izlenmesi gereken rotanın koordinatları bu cümlelerde yatıyor. Türkiye gerçekliğini kavrayan ve bu gerçekliğe uygun, uzun erimli bir sol politika geliştirmek, parlamento koltukları üzerine yapılan aritmetik hesaplamalardan daha can alıcı bir tartışma başlığı.

İçinden geçilen dönem, siyaseti kalan kısa sürenin “acil ihtiyaçlarına” sıkıştırsa da, tüm yolların eninde sonunda çıkmaz sokaklara vardığı yerde, açılması gereken alternatif istikametler olmalı. İktidar gitse de kalsa da, bu toprakların üzerine basmaya devam edeceğiz. İlkeli bir duruş sergilemek, fikirsel tutarlılıktan vazgeçmemek elbette söylendiği kadar basit değil. “Anın cazibesi”, dümeni doğru tutmayı zorlaştırabilir. Fakat siyasi muhasebe, dalgalar çekildikten sonra durulan pozisyona göre yapılır. En önemlisi de şu ki, bu tip süreçler mücadele öznelerinin karakteristiğini belirleyen zor sınavlarıdır. Adamlar grubunun da bir şarkısında dediği gibi, “Zor zamanlar olur, nasıl çıkarsan içinden omurgan öyle şekillenir.”