Sözleşme, daha önce üç öykü kitabı yayımlanmış Belma Fırat’ın ilk romanı. Yazar, aşka, günümüz insan ilişkilerine, bilimsel ve teknolojik gelişmelere felsefenin eşlik ettiği bir metni, zevkle okumamızı sağlıyor.

Sözün düştüğü yerde Sözleşme

Türkan SAÇIK

İnsanlar konuşuyor ama kimse dinlemiyor. İnsanlar konuşurlarken birbirlerini anlamazlar, anlasalardı birlikte yaşamazlardı.- Baudelaire

Bilimkurgu çerçevesinde başlayan, giderek insanlığın daha adil, daha mutlu bir yaşamı oluşturabileceği inancını tartışan, bunu da birçok ünlü yazar, düşünür ve filozofun metinleri üzerinden akıcı bir anlatıya dönüştüren bir romanın içine çekiliriz. Sayısız gezegenin yer aldığı evrende küçük bir nokta sayılan dünyaya ilişkin, uzaylılar tarafından yazılmış bir raporla başlar metin. Dünya gezegeninde bir nükleer felaket yaşanmış, birkaç hayvanla birkaç bitki türü dışında yaşam sona ermiş, bir de kurmaca “gibi” yazılmış bir belge kalmıştır felaketten geriye. Raporun bize sunduğu fikir, insan türünün düşün alanında ulaştığı bunca yetkinliğe, yani entelektüel seviyeye rağmen böyle bir nükleer felakete nasıl engel olunamadığı yönünde. Raporu aktaranların gizli şaşkınlığı bizim için açık bir yüzleşmeye dönüşecek mi?

ENTERNASYONAL BAKIŞ

Okumaya başladığımız bu felsefi roman sondan başlayarak geri dönüşlerle aktarılır. Bir ölünün başında bekleyen karakterlerin duygu ve davranışlarıyla karşılaşırız ilkin. Karakterlerin her biri adıyla hem uyumlu hem çatışmalı. Eylem, Özgür, Cihan ve Hayat. Eylem, ünlü filozofların fikirlerini tartışan ve aktaran, teorik birikimiyle diğerlerini şaşırtan eylemsizliği simgeliyor gibi. Cihan ise bir Marksist. Adı ile uyumlu olarak enternasyonalist bakışa sahip. Diğer iki karakterin değerlendirmesini okura bırakalım.

Doktor olan Özgür ölünün başında dururken, “Artık çok geç!” der. Kimin için, sorusuna, “…sen, ben, biz... Hepimiz... İnsanlığımız... İnsanlık!” diye karşılık verir. Metin bu çığlıkla, olağanüstü bir durumla karşılaşacağımızın ipucunu gösterir. Sonun başlangıcı olan bu paragrafı burada bırakıp salona dönmenin zamanı...

Sahnede bir sunucu vardır. Etkileyici konuşmasıyla katılımcıları bir konuda ikna etmeye çalışır. Dinleyicilere sorular sorar. Düşünen saf bilinçten ibaret olduklarını varsayarak, hiçbir etki altında kalmadan, cinsiyet, maddi durum, iş, eğitim, aile, dini inanç ya da inançsızlık, toplumsal cinsiyet, özel mülkiyet ve daha pek çok durumdan soyutlanarak bir toplumsal sözleşme yapabilirler mi? Yaparlarsa eğer hangi değerler üzerinde uzlaşabilirler?

Yemek masasında bir araya gelen dört karakter, tesadüfen masada buluşmuş gibi tanışırlar. Cihan’ın konuyu açmasıyla Eylem söz alır ve konuşmacının söylediklerini yorumlamaya başlar. Konuşmacının “bir tutam Descartes, iki çorba kaşığı Hobbes, bir çimdik Rousseau, buyrukçu Kant ve tüm bu bulamacın üzerine cehalet peçesini serpen Rawls...” şeklinde bir sentez yaptığını, katılımcıların deneyi, ahlaki seçimle adalet kavramını birlikte düşünerek yapmalarını istediğini söyler. Eylem devam eder. Descartes’ın ruh ve beden ayrımına değinerek, katılacakları sosyal deneyin bu ayrımla ilgisi olabileceğini, Hobbes’un insanın doğası gereği çıkar ve isteklerinin peşinde olduğunu söyleyerek insan insanın kurdudur (homo homini lupus)’la herkesin birbiriyle savaş halinde olduğunu anlatır. Bu durumun insanlık için bir tehdit olması nedeniyle herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir toplumsal sözleşme yapılmasının zorunluluğunu vurgular. Deneye katılan insanları ikna etmek zorunda olan konuşmacı düşünürlerin görüşlerini amacına uygun şekilde eğip büker. Hobbes’un Leviathan adlı yapıtından, J. Stuart Mill’in fayda teorisinden, ilkeleri için ölümü seçen Sokrates’ten devamla toplum sözleşmesi fikrinin babası J. J. Rousseau’ya gelir söz.

AKICI BİR DİL

Rousseau’nun iki önemli eseri vardır: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Toplum Sözleşmesi. Toplum Sözleşmesi’nde ödevin sesinden söz eder Rousseau ve özgürlükten. Bu kavramlardan ahlak felsefesi çıkaran Kant’a varılır. Kant emekçileri ve kadınları sözleşmeye dâhil etmemiştir. Bunun üzerine ateşli bir tartışma başlar. Hepsinin de itirazı olur bu duruma. Cihan’ın müdahalesi ile Marksizm de tartışılır. Felsefe konusunu kapatmadan Eylem’in sözünü ettiği son düşünür olan John Rawls’a da değinilir. Rawls Adalet Teorisi adlı kitabında varsayımsal (hipotetik) bir durumu, cehalet peçesi kavramıyla ifade eder. Cehalet Peçesi altında düşünceden soyutlanmış, çıkardan arınmış, özgür irade ile adil ve herkes için geçerli bir sözleşme yapılabileceğini söyler.

Bütün bu felsefi konuşmalar, düşünürler arası geçişler oldukça akıcı bir dille gerçekleşir. Bir edebiyat metnine felsefenin yedirildiği bu denli pürüzsüz başka metinler var mıdır bilinmez. Felsefe metinleri ülkemizdeki okurlar için sıkıcı bulunur genellikle. Belma Fırat bunun farkında bir yazar ve oldukça anlaşılır düzeyde konuşturmuş karakterlerini.

Karakterler, Hayat sayesinde queer felsefenin söz konusu edildiği tartışmalı sohbetle daha da yakınlaşır ve bahçeye çıkarlar. Bahçedeki yürüyüşlerine Heidegger ve varoluş felsefesi eşlik eder. Bu bağlamda katılacakları deney sonucunda hafızalarının silinmesinin, kalıcı etkiler oluşturacağı endişesini paylaşırlar. İçinde bulunulan anı sürekli sabote eden bir beyinle kalakalmanın korkutuculuğunu da… Bu endişe ve korkular bir yandan da bize, günümüzde milyonlarca insanın kaybına yol açan pandemide, salgının kendisi ve aşılar konusundaki tartışmaları hatırlatır. Gelinen aşamada insanlığın bilinmeze dair korkuları hâlâ capcanlıdır.

Deney sonucunda tarihin sonunu görebilecekleri varsayımıyla söz Hegel’e gelir. Hegel’in tarihin sonu tezi, insanın insanlığa varmasının tarih içindeki devinimle gerçekleştiği, tarihin amacı ve sonunun insan özgürlüğünün mutlak bilince ulaşmasıyla mümkün olabileceğidir. Karakterlerimiz tarihin sonunu görebilecekler midir?

Yapılacak deneyde bilim insanlarının tasarladığı kask şeklindeki cihazla katılımcıların hafızaları silinecek, sadece karar verme bilişsel merkezi uyanık kalacaktır. Hafıza silinmesi sonucunda neler olacağına dair bilgileri kitabın geri kalanında okurun merak ve ilgisine bırakarak, biraz da kitap ve yazara dönelim yüzümüzü.

İLK ROMAN

Sözleşme, daha önce üç öykü kitabı yayımlanmış Belma Fırat’ın ilk romanı. Öykülerinde olduğu gibi romanda da oldukça güçlü bir kalemle yüz yüze olduğumuzu anlıyor, görüyoruz. Belma Fırat, Sözleşme ile okuru felsefe ormanında bir yolculuğa çıkarmış. Doksan dört sayfadan oluşan roman oldukça yoğun bir metin. Yazar, aşka, günümüz insan ilişkilerine, bilimsel ve teknolojik gelişmelere felsefenin eşlik ettiği bir metni zevkle okumamızı sağlıyor.

Güncel konulara da göndermeler yapan romanda, deneydeki manipülasyon ile seçimlerdeki hileler, din sermaye işbirliğinin üstünün, inançlar araçsallaştırılarak nasıl örtüldüğü, neredeyse bire bir ifade ediliyor.

Felsefe tarihindeki onca tartışma, yapılan onca çözümleme özgür, eşit, adil bir düzeni oluşturmaya yetmiyor. Düşlediğimiz iyi bir yaşam, kurguladığımız güzel bir dünya umudu, ne söylesek boşa düşüyor. Metin bu yönüyle de bizi çok ilgilendiriyor. Yeni tartışmalara kapı açacağa benziyor.