1984 yılında Marmara Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bölümü sınavına girdiğimde, o zaman 3 bin kişi civarında sınava katılım olduğundan sınav 3 gün sürmüştü. Baraj sınavı sonrası temel branşlar ve ana branş üzerinden yapılan sınavların toplam puanına göre sınavdan başarılı olup olmadığınız belli oluyordu. Sonunda sınavda başarılı olarak bu bölümde okumaya hak kazandım.
Sınav sırasında başlayan sohbetler neticesinde, aynı simalar ile bölümde karşılaşıldığında hemen samimiyet kurmak kolay oluyor ki; sporcu öz güvenin sağladığı girişkenlik hemen burada devreye girerdi ve o adaptasyon süreci ile ilgili hiçbir sorun yaşanmazdı. Sanırım hala öyledir…

***

Zaten, çocukluk arkadaşım Yıldırım Tükenmez ile beraber sınava girip kazanınca bizim açımızdan başlangıç süreci zor olmadı. O dönem profesyonel futbol oynadığımız için takımlardan tanıdığımız arkadaşların da olması bizi epeyce rahatlatmıştı.

Dört yılın nasıl geçtiğini anlatmak hiç kolay değil.

Hele hele her türlü espri donanımına sahip bir sınıfa düşmenin verdiği keyif bambaşkaydı.

***

O yıllarda sadece 101 numaralı Beşiktaş-Beykoz otobüs hattının çalışması, karşıda oturan öğrencilerin büyük bir kısmının sabah Beşiktaş’ta bu durukta toplanmasını sağladığı gibi, sınav zamanlarında yolun uzun olma neticesinde otobüsün etüt merkezi haline gelmesine neden olurdu. O zaman ders notu bulmak madencilik gibi bir şeydi. Kadın öğrenci arkadaşların titizliği, derslere sürekli girip not tutmaları onlara kadın olmanın ilahi kutsallığı yanında ikinci bir saygınlık yüklemekteydi.

Boğaz köprüsünü geçip Beylerbeyi’ne doğru dönüldüğünde, okulun diğer kalanının Anadolu yakası öğrencilerinin okula ulaşmak için otostop çektiğini görürüsünüz. Kamyon, otobüs, jeep, kamyonet… ne olursa fark etmez. Yeter ki okulun civarından geçsin.

***

Üniversite yerleşkesi Göksu dersinin yanında ve denize bakan bir ön cephesi vardır. Bir sahil kasabanın kenarında yaşama duygusu ile Anadolu Hisarı halkı tarafından benimsenmiş bir kurum, artık o yöreye verdiği destek sayesinde hem o kasabanın hem de Marmara Üniversitesi’nin Türkiye’ye ve Dünya’ya açılan penceresi haline gelmişti.

Bu tarihsel bir misyondu. Akademi döneminden, 1975 yılından bize kalan ve bizden de sonrasındaki arkadaşlara kalacak bir misyondur.

Bir insanın doğduğu evi, ilk okuduğu okulu, orta öğretim oklu ve bitirdiği üniversitesi onun için sosyal hafızadır. Tüm anılarının yaşadığı ve dostları ile paylaştığı zamanın hafızasıdır. Bunun karşılığında bir metanın olması mümkün değildir. Bunun kaybolması da bir travmadır.

Kamu üniversiteleri, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen genç insanların parasız eğitim alması sonucunda ki bizim dönem de bunu yaşadı-liyakat sahibi olmasıyla beraber, yeteneklerini kullanacağı ve açığa çıkaracağı işlevi ile kalifiye insanı topluma kazandırma misyonunu cumhuriyet kurgusundan almıştır.
Şimdi bu misyonu yok edecek, tamamen rant kurgusu üzerinden şekillendirilen yeni bir mekânsal tasarruf ile hem insana yönelik sosyal hafıza kaybından dolayı bir travma yaratmasının yanında, hem de kolektif üretim şeklindeki kamuya ait bir yerleşkenin siyasi dizayn üzerinden bir rant kurgusu yaratılarak, eğitimin içini boşaltmanın yanında binaların da içini boşaltmaya yönelik feodal bir ideolojik hesaplaşma yaşanmaktadır.

Feodalitenin orta çağ Avrupa’sında yaşanan din-tarım toplum kurgusu olduğunu ve sınıfsal çelişkilerin yaşanmasının başlangıç nedeni olduğunu toplumsal, siyasal ve ekonomik bir örgütleniş biçimi olduğunu düşünürsek, ayrıca, yaşadığımız toplumun siyasi örgütlenişi biçimine bakarsak, koruyan-korunan ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütlenme biçimine sahip olması sürecin devam ettiği gerçeğini ortaya koymaktadır.

İstanbul şehrindeki rantın varlığı, şehirdeki mekân örgütlenmesinin yeniden dizayn (talan) edilerek, gelişme kisvesi altında aslında bir tasfiye ile yeni bir mülkiyet kavramını ortaya koymaktadır. Bu dizaynın (talanın) başarılı olması için devlet çeşitli denetim biçimlerini zorunlu kılar.

***

Tabii ki bu denetim sermayenin talebi doğrultusunda devlet müdahaleleri ile yeniden mekânın örgütlenmesinde belirleyici olur.
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar ve orada bir vakfın kurulması ile Marmara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi arsasının Boğaziçi Üniversitesine verilmesinin anlamı; üniversitelerden birinde kamusal bir eğitim alanını boşa ve açığa çıkartarak (….), Marmara Üniversitesi’ne bağlı İletişim ve Diş Hekimliğinin bulunduğu Nişantaşı kampüsü, Bahçelievler kampüsü, Halkalı kampüsünde olduğu gibi, kendi sermayesi üzerinden rantta dayalı bir kurguyla yeni bir mekânsal çalışma yürütüleceğini açıkça ortaya koymaktadır.

***

“Henri Lefebvre, kent mekânının sosyal manada üretiminin, toplumun -kapitalizmin-, yeniden üretilmesinin temeli olduğu düşüncesini savunmaktadır. Mekânın sosyal üretimi, egemenliğinin yeniden üretimi için egemen sınıf tarafından bir araç olarak kullanılır. Her toplum, dolayısıyla her üretim biçimi belli bir mekân, kendi mekânını üretir. Yeni toplumsal ilişkiler yeni mekânları gerektirir ve/veya yeni üretilmiş mekânlar yeni toplumsal ilişkileri gerektirir. Toplumsal mekân ve toplumsal ilişkiler arasında diyalektik bir ilişkini varlığını savlar. Bu anlamda mekân toplumsal bir üründür Lefebvre’e göre.”

Feodal hiyerarşi içinde örgütlenen ve kapitalizm ile uzlaşmada hiçbir sorun yaşamayan siyasi yapı, ya mekânı işgal ederek ve eskisini tasfiyeyle ya da yeni mekânlar üreterek, toplumla çelişkilerini çözemese de varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Giresun Aksu kâğıt fabrikasını yıkıp stat yapmanın temel dayanağı aynıdır. Amaç, kamuya ait kolektif üretim alanlarını tasfiye ederek, kamunun üretimden elini çektirip kendi sermaye gurubu üzerinden kendine bağımlı siyasi ve ekonomik yapı kurmaktır.

Başlığın cevabını Henri Lefebvre vermişti: ‘Mekân toplumsal bir üründür’
Toplumsal ürünü korumak için demokratik hakları kullanmakta bir savunma ve koruma mekanizmasıdır.