“En basit tanımıyla inovasyon, farklı, değişik, yeni fikirler geliştirmek ve bunları uygulamaktır. Bu fikirler, daha önce çözülmemiş sorunları çözmek veya daha önce karşılanmayan ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla geliştirilebilir.”

Toplulukların değişim ve değişim süreçlerine bakıldığında, sınıfsal değişim çelişkileri yaşamış topluluklar, geçmişten günümüze sınıfsal ve sosyal evrimsel değişimleri kültür kodlarının çekirdeklerinde bulunmaktadır.

Yerleşik düzendeki yaşam tarzları, bu kurguyu koruma içgüdüsüyle yenilikleri kabul etme ve bunlara açık pozisyonda olmaları, yerleşik bir yaşam kültürünün sonucudur.

Kültür kodlarında tutuculuk ve değişime karşı direnç bulunan topluluklardaki değişim o kadar yavaştır ki, hissedilemez. Muhafazakâr kodları onların var olanı koruma ve kollama direncine sahiptir. Bu zihniyetin kökeninde, göçebe yaşam koşulları, kabile anlayışının yönetim unsurlarını içinde taşır.

Bu iki farklı kurguya sahip topluluklardan egemen olan ve sermaye-üretim mekanizmasına hâkim olan ve kabul gören ilk anlayış, gelişmeyi bir kaygı olarak algılayan muhafazakâr yapıya hüküm sürer.

Amaç; kapitalist kurgunun başarılı olabilmesi için ve sömürü kurgusunun sürdürülebilir olması için sınırlı, yönetilebilecek tarzda insanların gelişimini sağlayarak, kendi kazançlarını artıracak ortamı, gene onların katkısıyla oluşturmaktır.

Baskın kültürün muhafazakâr ve yavaş kültür toplulukları üzerindeki dönüşüm etkisi, topluluğun günlük hayatta nefes almasını sağlayan sanat, spor, tüketim araçları, medya, eğitim araçlar, endüstri süreçleri gibi dönüşüm materyalleri ile sağlanır.

Küresel rekabet kriterlerinde üretim mekanizmalarını geliştirememiş ve oluşturamamış topluluklardaki temel bilgi kullanma sorunu, kendilerini tanımamaları, topluluğun gerçekten neye ihtiyacı olduğu gerçeği ile yüzleşmemeleri ve baskın kültürün manipülasyonu ile, baskın kültürden ithal edilen ve yine baskın kültüre hizmet edecek şekilde kullanılmaktadır. Zamanla bu tip topluluklar her konuda tüm dünyadaki gelişmiş ülkelerin fason üretim atölyesi pozisyonunu alırlar.

Bu sorundan kurtulmanın yolu yeni bir inovasyon kurgusu yaratmaktır.

Bu da yapılması düşünülen inovasyonun kodlarının çözümlenerek, rafine edilmesi ve kendi kodlarına uyum sağlayacak bileşenleri bularak adaptasyonunun sağlanmasıdır. İşte bu süreçte yeni bir üretim mekanizması ortaya çıkmaktadır ki ancak o zaman rekabetin kalıcı unsuru olunması sağlanır ve sömürü ortamından kurtularak üretim ortamına geçiş sağlanır.

İşte spordaki ‘ekol’ kavramlarının oluşumu buradan ortaya çıkar. Var olan küresel spor kültür kodlarının her ülke tarafından kendi kodlarına uygun hale getirilecek şekilde rafine edilerek kendi ekolleri yaratılmaktadır.

Üretim sürecinin başlangıç yerleri, okul öncesi ve ilk öğretim bölümündeki spor dersleri ile tüm branşlardaki altyapıların müfredat programlarıdır. Bu sürecin kuvvetlenmesinin tek çıkış noktası, devlet mekanizması tarafından oluşturulacak spor politikaları ve bu sürece yön verecek siyasetten arınmış kalifiye insanlardır.

Alman Ekolü, İtalyan Ekolü, İngiliz Ekolü, Fransız Ekolünün ortay çıkış şeklinin temel dayanakları buralarda şekillenir.
Temel dayanaktaki ekol, kendi sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapılarına uygun üretim mekanizmasını oluşturmaktır. Ancak bu süreçten sonra sporda belirleyici ülke olma şansı elde edilebilinir.

Aksi taktirde, ülke, sömürü mekanizmasının işlediği ve iç kâr mekanizmaları ile işbirliği yapılarak, büyük bir ‘rant kurgusu’ haline getirilmiş bir pazara dönüştürülür. Ve üretimden vaz geçilerek, devşirmeler ile transfer bolluğu ile irade kaybedilir ve kavram kargaşası yaratılarak kaotik bir düzen kurulur.

Ekonomik anlamda bu cari açık yaratır.

Sportif anlamda, kimliği bizim olmayan geçici başarılar pazarlanarak, değişkenlikler kullanılır ve süreç tükenene kadar böyle devam eder.

Atletizm ve futbol alanları buna en iyi örnek teşkil eden kurgulara sahiptir.