Geçen sabah Açık Radyo dinliyordum, güncel siyasal meseleler yorumlanıyor, RTE’nin ne denli baskıcı, dikta sevdalısı olduğu örneklenirken; hemen konu Stalin’e geldi. SSCB’nin nasıl despot bir yapıda olduğu, halkın inin inim inlediği anlatıldı. Aynı günler, bir internet gazetesinde, yeni parlatılan eski İslamcı, şimdinin muhalifi bir köşe yazıcısı; “Yetmez Ama Evet” diyenlerle uğraşılmasının anlamsız ve amaçsız olduğunu yazdı. İşte bu kafaya liberalizm diyoruz. Hep bozuk terazi…

SSCB süreci, devrim sonrası kayıplar, yozlaşma, parti devletine dönülmesi ya da tarihsel yenilgi, hayal edilen düzene ulaşılamamış olması gibi tartışmalar hep yapılır ve haklıdır elbet. Lâkin kural şudur; bu sorunlar sola içkindir ve liberalizmin, kapitalist dünyanın ölçütü ve diliyle yapılmaz. Bir gericiyle Stalin’i tartışmak hiçbir solcunun aklına gelmez. Neden? Günah olduğu için mi ya da kutsal bulunduğu için mi? Hayır…

Sosyalist devrim insanlığın büyük kazanımıdır, Hitler faşizmini durduran, eğer bugün hâlâ geleceğe dair “Başka bir dünya mümkün” diyebiliyorsak, bunun kaynağı olduğu için SSCB/Stalin tartışması, karşı devrimcilerle yapılmaz. Bugün insanlığın büyük felakete sürüklenmesinin başkahramanı Gorbaçov pişmanlığını niye dile getiriyorsa, işte o yüzden bu tartışma Gorbaçov’un temsil ettiği çevre ve değerlerle yapılmaz.

Memleket bir bataklığın içinde savrulurken, bu türden bir uyarının ne anlamı var, diyebilirsiniz. Açayım, terazi bir kez bozuldu mu, ne yaparsanız yapın bir daha kolay dengeye gelmez. Örneği adalet dağıtmakla görevli olanlardan verelim. Yargıç devlete bağlı sayarsa kendini, yani iktidarla yurttaş ihtilafa düştüğünde, oyunu erkten yana kullanırsa o düzen çöker. Tipik örneği yüksek yargıçların RTE ile birlikte çay toplamasıdır. Üstelik çaycılık ettikleri kişi, yargının kararlarını tanımadığını açıkça söylemiştir. E o tanımıyorsa, biz sıradan yurttaş niye tanıyalım?

Düşünce dünyası, derinlerde bir denge yaratır toplumda. Orada oluşan kirlenme, çürüme çöküşü hızlandırır. Sokaktaki insan bizim bu köşe yazılarımızı ne denli okur, meçhul. Ancak akademik dünya, gazeteciler, kendini kanaat önderi diyen herkes, o kişinin sorumluluğunu da taşır. Bazen ona rağmen yapar bunu, sorumlu sayar kendini. Konuyu “yetmez ama evetçi”lerin verdiği tahribata getireceğim mecburen.

Kemalistleri, Cumhuriyetçileri, Bolşevikleri, Komünistleri eleştirmeden cümle kuramayan liberaller; önce günah çıkarıp ardından ancak sözü RTE ve partisine getirebiliyor. Bunun adı ikiyüzlülük. RTE’nin siyasi hareketi gericidir. Artık bunun tartışılır tarafı yoktur. Diğer sözü edilen tüm siyasi hareketler ilericidir. Bu kadarcık farkı görmeden; aklına Hitler yerine Stalin gelen birinden ne bekleyebilir toplum? Her fırsatta saldırdıkları Mustafa Kemal’le, İstanbul’u her sene aynı beceriksizlikle fetheden RTE aynı kefeye konarak ne tür sonuç elde ediyorlar?

Bu kaçak dövüşmeler suyu bulandırıyor. Hakikati söylermiş gibi görünen kimseler, dolaylı biçimde iktidarı güçlendiriyor. Karşımızda buz gibi karşıdevrim süreci yaşatan bir siyasi iktidar var, baskı düzeni almış başını gitmiş, polis devleti çoktan kurumuş, toplum mühendisliği tamamlanmak üzere… E senin aklına ilk önce ne geliyor? Stalin, Bolşevikler, Mustafa Kemal… Bu bir zihin haritasıdır. Bir türlü doğrudan laikliği savunamadı bu kimseler mesela, gerici diyemediler, daha pek çok örnek var elimizde.

Bu mesele şöyle önemli; geçmişi unutalım demek tarih bilincinden kopalım anlamına gelir ki, bu feci tehlikelidir. Yakın tarih hareketliydi elbette. Ama genel olarak siyasi tarihi, dünyayı sağlıklı okumazsanız sonuç korkunç olur. Olguları yerli yerine koyamazsınız. “Gezi” en kaba tanımıyla bir aydınlanma isyanıydı. Karanlığa karşı yaşam biçimi savunusuydu. Bunun da içini boşaltmayalım. RTE ve çevresi bunu yapamaz ama her şeye burnunu sokan liberaller yapabilir bunu.

Sağlıklı bir düşün yapısı olmayan kimsenin gösterdiği yön hep sorunlu olacaktır, çıkmaz sokaktır. O halde ileri ne, geri ne, tarih nasıl akıp biçimleniyor, iyi okumak gerek.

Buraya not edelim.