Marvel editörü Tom Breevort’un sözleriyle, “Lee, hiçbir zaman için çizgi roman insanı değildi, bu işe evine ekmek götürmek, ünlü olmak için girmişti, ancak hayallerinin çok üzerinde bir yere ulaştı”

Stan Lee: İlk Süper Kahraman

Yusuf Tuna Koç

Stan Lee, ardında yarattığı onlarca ünlü çizgi roman karakteri, hikâye ve eğlence sektöründe dolu dolu geçmiş bir 95 yılın ardından vefat etti. Hafta boyunca, ünlü oyuncuların, yönetmenlerin, eski meslektaşlarının ve öğrencilerinin ve tabii Marvel’in anma mesajlarıyla geçti. Bir yandan da her ünlü ölümünde olduğu gibi “o iş öyle değil aslında” yazıları. Peki sıfatları satırlara sığmayan bu zat kimdi, başardığı gerçekte neydi, o iş öyle değil miydi?

Lee, 1922 yılında New York’ta Rumen Yahudi’si yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk çocukluğu Büyük buhranla, gençliği ise ikinci dünya savaşıyla geçti. Kendisi de 42-45 yılları arasında İtalya cephesinde savaştı, aldığı yara sonrası geri hizmete geçti. Yazarlığı ilk düşündüğü dönem de buydu. Çünkü ikinci dünya savaşı bir yandan Amerikan çizgi romanlarının da miadıdır. Kaptan Amerika, Supermen gibi ilk süper kahramanlar, o dönemde, özellikle de savaşa giden askerlerin morallerini yükseltmek için basılmıştı. Şu an her ne kadar koleksiyonculara milyon dolarlara satılsa da, o dönemde bu çizgi romanlarda 25 cente Hitler yumruklanıyor, ABD savaşı zaferle kazanıyordu. Savaş sonrası da sektör için bir bunalım dönemi baş gösterdi. Artık cephede moral verecek asker kalmamıştı. Stan Lee’nin çizgi roman sektörüne girişi de böyle başladı. Yazdıklarına, yaratımında emeği geçtiği karakterlere rağmen aslında hiçbir zaman asıl tutkusu çizgi roman olmamıştı. Marvel editörü Tom Breevort’un sözleriyle “Lee, hiçbir zaman için çizgi roman insanı değildi, bu işe evine ekmek götürmek, ünlü olmak için girmişti, ancak hayallerinin çok üzerinde bir yere ulaştı.”

Bu hayallerin üzerindeki yer ise ne kolay ne de dikensiz bir yoldan oldu. 1960'lar, yani bir yanıyla çizgi roman dünyasının gümüş çağı (altın çağı İkinci dünya savaşı dönemiydi) bir nevi Stan Lee ile başladı. İlk olarak aynı kendisi gibi ileride adını çizgi roman tarihine altın harflerle yazdıracak olan Jack Kirby ile birlikte Fantastik Dörtlü ile Marvel’e ve süper kahraman evrenine şaşaalı bir giriş yaptı. Henüz ilk sayıdan da ilgileri üzerine çekti. Bu başarının birden çok sebebi var.

Ancak ilki, fantezi dünyasında ilk kez bu kadar psikolojik gerçekçi, ayağı yere basan bir dünya yaratmak ve mükemmel ya da epik karakterleri olmayan, gri yanları ağır basan karakterler yaratmaktı. Bu başarı, sonrasında X-Men, Hulk gibi karakterlerle devam etti.

Stan Lee’nin, sektör içerisinde bir yenilikçi özelliği de mutlaka toplumsal bir mesajı çizgi romana yedirebilmesiydi. X-Men, temelde insanların farklılıklarının, kimliklerinin asla bir dışlanma sebebi olmaması gerekliliği üzerine kurulmuş bir takımdı. Nitekim seksenlere geldiğimizde çizgi romandaki mutant alegorisi o dönem yükselişte olan siyah hareketi, lgbti mücadelesi gibi önemli mücadeleleri yansıtmış, bunun da etkisiyle o dönem dünyanın en çok satan çizgi romanı olmuştu.

Lee, yarattığı karakterlerin gerçekliğine kendi dönemindeki yazarlara kıyasla çok daha fazla önem veren bir yazardı. Spider-Man’in bu kadar popüler olmasında da o karakterin gerçekliği ve aslında sıradanlığı yatar. Karakteri beraber yarattığı çizer Steve Ditko ile bir noktada ayrılığa götüren en önemli sebep de Ditko’nun Ayn Rand hayranı bir liberal olması ve karakteri de benzer bir çizgiye getirmek istemesiydi. Beraber yazdıkları son Spider-Man sayısında, kahramanımız Peter Parker bir öğrenci eylemine denk gelir, öğrenciler kendisini de eyleme katmak ister ancak Parker eylem yapmanın ne kadar boş bir iş olduğunu söyleyerek bu teklifi reddeder. Bu davranışın sebebi örneğin, tamamen Ditko etkisidir. O dönem Stan Lee’nin kazandırdığı ünlü Marvel metoduna göre, yazar senaryoyu çizere anlatır, çizer tüm hikayeyi çizer, yazar da diyalogları doldurur. Ditko, bu kez Stan Lee’nin yazdığı senaryonun dışına çıkarak karakterin eyleme katılmadığı, hatta tiksinerek baktığı bir hikaye çizer. Halbuki Lee, onun sıradan insanın dertlerine sahip, kendini bundan ayırmayan bir profil çizmesini istemiştir, hesabında eyleme katılmaması yoktur. Nitekim bu sayıdan sonra Ditko çizgi romanda ayrılır ve Lee uzun uğraşlarla tekrar kendi istediği çizgiye getirir kahramanı, bu şekilde de Spider-Man bu günkü ününe kavuşur.

Peki karakterlerini, hikayelerini bu kadar ciddiye alan Lee, kendi ortaklarını ne kadar ciddiye almıştı? İşte “o iş öyle değil” kısmı burada başlıyor. Her ne kadar onlarca Marvel karakterinin yaratıcısı olarak sadece kendi ismi geçse de, bu, çizgi roman tarihi için önemli bir haksızlıktı çünkü karakter tasarımlarından hikâye anlatımına tüm bu başarılar, aynı zamanda o karakterleri beraber yarattığı çizerlere aitti. Yukarıda adı geçen Jack Kirby ve Steve Ditko da Stan Lee kadar bu başarının aktörleriydi. Stan Lee’nin en büyük günahı da, bu çizerlere maddi ve manevi olarak yaratımlarının karşılığını vermemesiydi. Ne aldıkları maaşlar denkti ne de kendi yarattıkları karakterler üzerindeki ticari hakları. Mesele öyle bir noktaya geldi ki, Jack Kirby, bu haksızlıktan yılıp DC’ye geçtikten sonra, Stan Lee’yi aç gözlü bir tüccar olarak karikatürize eden Funky Flashmen karakterini yarattı. Lee, onun eleştirdiği kadar olmasa da, o dönem bu yaratımların bir anlamda üzerine yatmış oldu. Fakat bu haksızlığı, o çizerlerle beraber yarattığı karakterler üzerindeki emeğini yok etmez. Aynı zamanda kendi döneminde, çizerinden renklendiricisine bir çizgi romanda emeği geçen herkesi mutlaka her sayı yazan, okur mektuplarında belirten de tek yazardı. Bu gelenek çok sonraları diğer şirketlere de geçti.

Nitekim, Stan Lee, iyisiyle kötüsüyle, yaşadığı 95 yılı birçok neslin çocukluk kahramanlarını yaratarak, bu kahramanlarla o çocuklara eşitlik adalet dayanışmayı öğreterek geçirdi. En temel isteği çizgi roman değildi belki, ama bu işi tutkuyla ve çizgi roman sektörünü ciddiye alınabilecek bir sektör haline getiren yenilikçi fikirleriyle yaptı. Bugün milyonlarca dolar harcanan ve kazanılan o filmler, bir odada bazen gözüne takılan bir örümcek, bazense canını sıkan siyasi bir meseleden filizlendi. İyi ki de filizlendi.