Kimi aktörler, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar, şöhretin eşiğinden içeri adım atamazlar bir türlü. ‘Paris, Texas’ gibi bir filmin kayıp ruhunu oynamış olsalar da. Harry Dean Stanton (91) bu aktörlerden biriydi. İlkbaşrolü olan Wim Wenders filmi ‘Paris, Texas’la hemen hemen aynı zamanda oynadığı, ‘Repo Man’de de göreceğimiz gibi, pek az oyuncuya nasip olmuş bir değişkenliğe sahiptir. 200’e yakın film ve TV epizodunda oynamasını da buna borçlu olsa gerek.

İkinci Dünya Savaşı’ndan geldikten sonra Kentucky’de ‘Pygmalion’ ile ilk kez sahneye çıktı, sonra da California’ya gidip saygın Pasadena Playhouse’da okudu. Erkek korosunda, çocuk tiyatrosunda çalıştıktan sonra sinemaya geçti. Çok kovboy ve asker oynamışlığı vardır, ‘Repo Man’in, taksidi ödenmemiş arabaları geri alan Bud’ı da Stanton stili bir kötü adamdır. Gene 1984’te John Milius’un ‘Red Dawn/Kızıl Şafak’ında kısa ama unutulmaz bir rolü vardı. Amerika’yı işgal eden Sovyet askerleri tarafından esir alınınca oğulları Charlie Sheen ve Patrick Swayze’e, “Öcümü alın, alın öcümü!” diye bağırmıştı.

‘Di’li geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü ömrü boyunca yukarıdaki iki paragraf dışında bir türlü denk düşürüp hakkında kapsamlı bir yazı yazamadığım Harry Dean Stanton 91 yaşında öldü. Ben buna daha çok, ‘Paris, Texas’ ve ‘Lucky’deki çöl yürüyüşlerine başka bir yerde devam etmek gözüyle bakıyorum.

Ne kadar şanslıyız ki, Stanton’ın oynadığı son film, bu sezonun filmi. Önce FilmEkimi’nde oynayacak. Sonra da gösterime gireceğini umuyorum. Kahramanı 90 yaşında bir ateist, Stanton gibi (bir yaştan bir şey olmaz). Yıllardır sevdiğimiz ve alışkın olduğumuz derbeder adam işte. Ve büyük bir oyuncu, hakkında yazılan yazılarda dendiği gibi bir ‘kült aktör’. Hatta ‘efsanevi’ de diyebilirdik. Öyle çünkü. Bir de, “hangi odada olursa olsun, en ‘cool’ adam” tanımını seviyorum. Gösteriş için değil de, öyle olduğu için.

Sıradan adam değildi, burası kesin. Bu konuda bir isteği de yoktu. 1984 yapımı ‘Repo Man’in Bud’ı, bir otoparkın öte yanındaki gülen genç adamları göstererek, “Koduğumun sıradan insanları” demişti. “Hepsinden nefret ediyorum.” Bir de ‘Paris, Texas’ın hayatını kendi elleriyle yıkmış, sessiz, yaralı Travis Henderson’ı olarak eski karısı Jane’e (Nastassia Kinski) ucuz bir röntgenci evinde, gözetleme deliğinden anlattığı 10 dakikalık hikâyesini unutamam. Kendi hikâyelerini anlatır ona, ta ki Jane deliğe gözünü dayamış müşterinin kim olduğunu anlayana kadar. Büyük kısmını da, Kinski’nin göründüğü pencereye sırtı dönük anlatır. İnsanı mahveden bir saplantıya dönüşen bir aşkın hikâyesi.

Gülerek, Sam Shepard’la 1983’te Santa Fe’de bir barda karşılaşmasından söz ediyor. “Ona üstlendiğim rollerden çok sıkıldığımı söylüyordum” diyor. “Güzel ve duyarlı bir şey özlediğimi. Beni filminin başrolü için düşündüğünü ne bileyim?” Aslında Shepard, senaristi olduğu ‘Paris,Texas’ın Travis’ini onun için yazmıştı.

Eleştirmen Roger Ebert, “Stanton uzun zamandır Amerikan noir’ının daha karanlık köşelerinde zayıf yüzü ve aç gözleriyle yaşıyor” diyecekti. “Burada ise mahzun bir şiir yaratmış.”

Oysa meslek hayatına çaba da harcamazdı. Akışa kapılır giderdi. İlginç bir film yapar, sonra kulüplere takılıp sevdiği müziği çalardı. Üstelik The Harry Dean Stanton Band’le de son zamanlara kadar gitar çalıp şarkı söylüyordu. Tercihi, caz, pop ve tex-mex’ti. Profesyonel bir sesi yoktu, kırılgandı daha ziyade. Ama oyunculuğu gibi şarkı söylemesi de hakikiydi.

David Lynch onun için “Büyük bir aktör ve büyük bir insandı” diyor. Lynch onun hayattaki birkaç iyi arkadaşından biri. Son filmi ‘Lucky’de de birlikte oynuyorlar. ‘Twin Peaks’de (2017) olduğu gibi. Zaten filmin yönetmeni John Carroll Lynch de bir karakter oyuncusundan diğerine hediye sayılacak bir film çekmiş. Kendisi aslında oyuncu, bu ilk filmi. Ama sanırım ‘Fargo’da (film olanı) hamile polis Marge’ın (Frances McDormand) sakin kocası Norm olarak hatırlarsınız: “Seni seviyorum, Marge.”

Diğer arkadaşlarının arasında iki yıl aynı evde kaldığı, 1962’deki düğününde sağdıcı olduğu Jack Nicholson var. ‘Missouri Breaks’te onunla ve Marlon Brando ile oynamıştı. Bu sayede, Marlon Brando da arkadaşı oldu. Nicholson’ın nasihatını hep tuttu: “Sen kendini oyna, bırak artistliği üstün-başın yapsın.” Sonra David Lynch, Sam Shepard...

Aktör-şarkıcı Harry Dean Stanton hep kendisi oldu. Büyük ihtimalle şimdi de kendisi gibi hakiki olan adamların yanındadır.