Stephen King uyarlamaları ve yeniden çekimler

Sinema her zaman edebi metinleri kaynak alarak uyarlama filmler üretmiştir. Sinemanın görsel anlatısı edebiyatın yazınsal gücünü başka bir şeye dönüştürebilme potansiyeline her zaman sahiptir. Ve doğal olarak farklı anlatım tekniklerine sahip olduklarından dolayı farklı yorumlamalarla da sonuçlanabilir. Stephen King şu an yaşayan ve kitapları sinemaya, televizyona en çok uyarlanmış olan isim. Hatta artık öyle bir noktaya geldi ki durum King’in romanlarından uyarlanmış olan sinema ve dizi filmlerin artık yeniden çekimlerine (remake) geldi sıra. Nitekim orijinalinden uzaklaştıkça bu uyarlamaların kalitelerinde ciddi bir düşüş olduğunu söyleyebiliriz.

ANINDA UYARLAMA

Doğaüstü kurmaca, korku, gerilim, polisiye, bilimkurgu ve dram türlerinde eserler veren Stephen King, dediğim gibi kitapları film, televizyon dizisi, mini dizi ve çizgi romana en çok uyarlanmış olan isim. İlk romanı Carrie (Göz) 1974’te yayınlandı ve hemen 1976’da sinemaya uyarlandıktan sonra bu silsilenin sonu gelmedi hâlâ da devam ediyor. Ama mesela, Sissy Spacek bu filmdeki rolüyle ilk defa En İyi Kadın Oyuncu Oskarı’na aday olurken, Carrie’nin yeniden çekimi her açıdan son derece vasat kaldı. Doğaüstü korku romanı Salem’s Lot (Korku Ağı) yazarın ikinci romanıydı, 1975’te yayınlandı ve o da hemen 1979’da sinemaya uyarlandı ve hatta bu yıl eylül ayında yeniden çekilerek Warner Bros. Pictures tarafından vizyona girmesi planlanıyor. 1977’de yayınlanan The Shining (Medyum, Cinnet) 1980’de Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye uyarlandı.

Stephen King’in bu üçüncü romanı Stanley Kubrick’in de aynı zamanda yönettiği tek gerilim, korku filmi oldu. Ve metinlerarasılık bağlamında kaynak metnin uyarlanmasında ona meydan okuyabilecek, pek çok açıdan ortaya koyduğu bağımsızlığı ile yaratıcı ve hatta yenilikçi uyarlamanın nasıl sonuçlanabileceğini de gösterdi. Yönetmenin orijinal metinden fazlasıyla kopuk yorumu King’i rahatsız etti. Ve The Shining’i 1997 yılında üç bölümden oluşan bir mini seri olarak çektirdi. King’in 1980 yılında yayınlanan dokuzuncu romanı Firestarter (Tepki) ise hemen dört sene sonra beyazperdeye uyarlandı. Yönetmen Mark L. Lester tarafından sinemaya uyarlanan film pek fazla beğenilmedi ama gene de Charlie’yi oynayan çocuk Drew Barrymore’un güçlü performansıyla sinema tarihinde hep yerini aldı. Ardından bu romandan 2002’de bir televizyon mini dizisi yapıldı ve bu da beğenilmedi. Her nedense defalarca denenmiş ve olmamış bu uyarlama Universal ve Blumhouse’un ısrarlı istenci ile tekrardan çekildi, bu hafta da vizyona girdi.

TÜRE AİT OLAMAMAK

Bu yeni Tepki (Firestarter)’ın yönetmenliğini, kendi yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi Ölü Nöbeti’nin (The Vigil) ardından ikinci filmi olarak Keith Thomas üstlendi. Filmin başrolünde filmin merkezinde yer alan küçük kız Charlie’nin babası olarak Zac Efron yer alırken, ilk filmde beğenilen Drew Barrymore’un Charlie rolünü ise 11 yaşındaki Ryan Kiera Armstrong canlandırdı. Barrymore’un kariyerinin yükselişini nasıl hep birlikte izlediysek Armstrong’un da aynı kaderi paylaşacağını sanıyorum. Bu filmin müziğini yapan efsane isim ise John Carpenter ki aslında ilk uyarlamanın yönetmeni olarak kendisi düşünülmüştü ancak Carpenter’ın The Thing (1982) filmi gişede başarısız olunca yerini Mark L. Lester almıştı. Ve sonrasında Carpenter, bunun yerine başka bir Stephen King uyarlaması olan Christine’i (1983) yönetmişti. Yeni Firestarter filminin en güçlü yanı zaten Carpenter’in müzikleri diyebilirim. Bilim-kurgu, doğaüstü unsurlara yaslanan film biraz fazla süper kahraman filmi gibi hareket ediyor. Hatta Charlie karakterinin eylemleri neredeyse X-Men evreninin uzantısı gibi hissettiriyor. Özellikle Logan: Wolverine’de tanıştığımız, Wolverine’in biyolojik kızı Laura’yı fazlasıyla anımsatıyor. Büyük oranda bir stüdyo ürünü olduğundan, şu an piyasada ne popülerse, ne daha fazla rağbet görüyorsa onun peşinden gidilmiş. Belki de bu yüzden yönetmenin kendi bakış açısını, rengini icra etmesinin önüne de geçilmiş. Stüdyo projesi olmasının bir diğer olumsuz etkisi de, filmin belli bir türe ait olmaması, olamaması ve bunun sonucu olarak da türün kaynaklarından faydalanamamış olması. Bilim kurguya daha çok yaslanan bu filmin aslında bu anlamda orijinal metne daha sadık kaldığı da iddia edilebilir. Ve elbette her ne kadar King klasik korku yazarı olmasa da, onun uyarlamalarından seyircinin bir nebze olsun korku türüne aitlik bekliyor olduğunu kimse inkâr edemez. Yeniden çekimlerde yapımcıların stüdyo ağırlığını yönetmenlere dayatması sonucunda mutlak sıradanlığa seyirciyi mahkûm etmeleriyle bir kez daha karşı karşıyayız. Son bir örnek vereyim; Stephen King’in Carrie (Göz) romanının, Brian De Palma yönetmenliğinde sinemaya uyarlanmış hali ile bunun 2013 yılındaki yeniden çekimi olan Carrie: Günah Tohumu filmini düşünün. İlk uyarlamalarla, 2000 sonrası yeniden çekimler arasındaki sinemasal farkların ne kadar uçsuz bucaksız olduğunu anlayacaksınız. Bu vasat yeniden çekim filmlere mahkûm bırakılmak oldukça rahatsız edici. Bu yüzden bu film tavsiye edilmeyi hak etmiyor.