Şahane bir iç politikamız var. Haşa kimsenin taşeronu felan değiliz. Bizzat kendimiz telef ediyoruz memleket ahalisini. Misal öğrenci miyiz? Hah tamam. Dershane, lise de falan ister eğitim sisteminin ufak tefek çatlaklarından kaynaklı, ister insan doğasından kaynaklı bazı kaçaklar oluyor. Nihayetinde üniversite kapısına dayanıyor bu sefiller. Gelince üniversiteye ne oluyor haliyle terörist. Yani işte puşi takıyor parasız eğitim diye pankart açıyor, ayakkabı fırlatıyor, yumurta atıyor, insan hakları barış illa da örgütlenecem diye tutturuyor. 771 tanesi içerdeymiş. Bir grup zibidi hoca da üşenmemiş bunların peşine düşmüş. Neymiş tutuklu öğrencileri ile dayanışacaklarmış. Rakam istemişler vermişiz. 209 demişiz. Ne fark eder yani ha 209 ha 771. Arada sadece 562 adet insan evladının hayatı mevzubahis. Nedir yani kıymeti harbiyesi? Ama zaten bunlar terörist. Zaten terörist olmasalar üniversiteler, biz terörist diye iddianamelere yazdık diye daha hüküm verilmeden peşin hükümle okuldan atar mı bunları? Atmaz! Atıyorlarsa kesin teröristtirler. Zaten biz de hapse atarız. Ama şimdi hapishane var hapishane var. Bunlara önceden tanıtım turu yapacak klimalı hücre ayarlayacak değiliz. Zira o kontenjanı 1001 tane operasyon falan yapmış onca insanın kanına girmiş, derin devlet denen terörist bir grubun başvekilliğini yapmış olanlara kullandık. Ammaaan kafamızı ne yoruyoruz? Tıkalım Urfa cezaevine, 300 yerine 1200 kişi. Yatacak yer bile bulamazlar. Uykusuzluktan delirsinler. Olmadı su vermeyiz, sıcaktan, salgından olmadı yangından artık ecelleri. Eh zaten bir tek öğrencisi yok ki! İşimiz zor yani! Hocası var, sendikacısı var, politikacısı, belediye başkanı, milletvekili var. Var da var. Hocası niye ders veriyor mesela? Sendikacısı niye grev falan örgütlüyor? Belediye başkanı niye hizmet götürüyor? Milletvekili niye politika yapıyor? Sorarız hesabını. Var bir hesap bunların altında. Ha bire haber yapan işi gücü bırakıp araştırma peşine düşen gazeteciler var bi de! oturun oturduğunuz köşede. Boynunuzda tasma önünüzde mama kutusu mu eksik? Yok efendim neymiş? Dokunan yanarmış. Yok Kürt sorunuymuş. Yok iç politika, yok dış politika.

Ne var? Şahane bir dış politikamız var. Dış politikamızda sorun yok! Taşeron ne demek sonra? Bizzat kendi elimizle gönderdik o uçağı Hatay’ın güney doğusuna! Hatay’ın güney doğusu nere? diye soruyor utanmaza bak! Neresi ise neresi size ne! Dış politikamızdan hesap sormak kimin haddine? Irakta Allavi ye oynaşırken pozisyonu kaybetmiş, Barzani “gıdikleşirken” ipin ucunu kaçırmış, Suriye’de Esad ile cilveleşirken eşekten düşmüşe dönmüş, bölgede izlemeye kalktığımız Kürt politikası ile tamamen faka basmış olabiliriz. Ne gam! İçeride Kürtlerin ve Türklerin bir arada yaşabileceklerinin varlığı ile ispatını yapan KESK’ten çıkarırız hıncımızı. Gerçek bir sendikaya ne gerek var hem? Bir sendika olacaksa onu da biz örgütlemedik mi? Hem bunlar Kürt-Türk birlikte, bir de emekçi felan bizim karşımıza dikilmiyorlar mı iki de bir 4+4+4 eğitim sisteminiz sistem bile değildir diye? Tam vakti. Getirin elebaşlarını. Soralım bir ne diye üstlerine ne vazife imiş de grev yapmış bu sendikacı milleti?

“Türkiye’ye kendi memleketine maşa taşeron gibi ifadelerle hakaret edenler var misal. Cürmü ne kadar yer tutar diye baktığın zaman da bir şey tutmaz. Ama bunları alıp da böyle kaldıranlar var. Biz kimsenin maşası, taşeronu değiliz.” Sıfır komşu politikası izliyoruz. Komşularla sıfır sorun politikası çok pardon. Stratejik derinlik şey ederken dilimiz sürçtü zaar. Zira o strateji Akdeniz’in mavi sularına kafalama gömülüp gitti. Yahut öyle sığ idi ki dalış yapalım derken kuma başımızı çarpmaktan kaynaklandı dil sürçmesi. Evet! Ne diyorduk? Stratejik derinlik!