Marc Chagall zamanı, keman çalan kanatlı bir balık olarak resmetmiş ve “kıyısı olmayan nehir” olarak adlandırmıştı. Artık zaman, o bildiğimiz zaman değil, çok değişti. Durmadan akan, anların birbirini kovaladığı, her anın bir diğerinden farklı, her sabahın yeni ve taze bir başlangıç olduğu zaman yerini, akamayan, boz bulanık, kıvamlı, iğrenç bir sıvıya bıraktı. Giderek, daha fazla çürüyen günlere uyanıyoruz, ağzımızda çürümenin tadı. Tüm durgun sular gibi zaman da çürür. Çürüdü, kokuştu ve sonunda kurudu. Ve zamanın kıyısı var şimdi; kıyısından taşıdıkları molozlarla doldurdular yatağını; yatağında beton binalar yükseliyor. Düşünsenize, bir zamanlar “aynı nehirde iki kez yıkanamazdık”. Şimdi bırakın yıkanmayı, hepimiz aynı beton nehrin içinde sıkışıp kaldık; Marcel Ayme’nin Duvargeçen öyküsünün kahramanı Dutilleul gibi.

Dutilleul, birdenbire duvarların içinden geçebilme yeteneği olduğunu keşfeden sıradan biri, bizler gibi. Nasıl oluyor demeyin, duvarlar belki de sadece zihnimizde var; hiç geçmeyi denediniz mi? Dutilleul çekingen bir memurken, duvar geçme yeteneği sayesinde amirleriyle dalgasını geçer, kapatıldığı hapishaneden kaçar ve geceleri yasak aşk yaşar. Artık her ilişki, yasak ilişki değil mi? Yan yana gelmek, yatay bağlarla kudretli bir toplumsal bedene dönüşmek yasaklanmıştır. Yan yana gelmenin, birlikte görüntü vermenin yasak olduğu bedenler var. Yasaklanmış bedenlere dokunmayı hiç denediniz mi? Dokunabilirsiniz; aranızda fiziksel engeller yok; engel zihinlerde. Zihinleri yasalara bağlamışlar, bedenler serbest dolaşıyor; “taşları bağlamışlar, köpekler serbest dolaşıyor” misali. Zihinlerinizi kanun hükmünde kararnamelerden kurtarıp bedenlerle, bedenlerinizle henüz mevcut olmayan bağlar inşa ettiğinizde duvarları geçmişsiniz ve Duvargeçen olmuşsunuz demektir. Asıl zihinlerimiz beton kalıpların içinde sıkışıp kaldı. Beton kalıplar, bedenler ve ruhlar birbirlerine doğru akmasın, birleşerek yeni ve kudretli karışımlar, hayat iksirleri yaratmasınlar diye var. Betonun içine gömülü kederli zihinlerin zaman mevhumu yoktur. Zaman, ancak beton duvarlar geçildiğinde ve yeryüzüne dokunduğunuzda yeniden kazanabileceğiniz bir özellik; yeryüzüyle birlikte akmaya başladığınızda. İşte o zaman, “zaman kıyısı olmayan bir nehirdir” ve Herakleitos’un deyişiyle, “aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız”.

İki kez yıkanamadığımız zamanın çalkantılı ve pırıltılı sularının aynasına yansıyan imgelerinizi hatırlıyor musunuz? Hatırlamak için kalın kapaklı albümlere siyah beyaz fotoğraflarla notlar düşerdik ve albümlerin sayfalarını hızla çevirdiğimizde hayatımız bir film şeridi, kıyısı olmayan bir nehir gibi akardı gözlerimizin önünden. Şimdi sosyal medyanın sayfalarını parmağınızla ne kadar hızla değiştirirseniz değiştirin, hep aynı sabit, öğrenilmiş, öğretilmiş bakışla karşılaşacaksınız. Artık zaman geçmiyor. Zaman durdu, çürüyor. Sabit bakışlar, çürümüş zamanın göstergesi. Bakışlar, duvarın içinde sıkışıp kalan Dutilleul’un bakışlarıdır.

Dutilleul, yine bir gece vakti yasak ilişkisinin odasına gizlice girmek için tam duvarı geçerken yeteneğini yitirir ve duvarın içinde sıkışıp kalır. Duvarın içinde sıkışıp kalan kahramanın neler hissettiğini bilmiyoruz, yazar söylemiyor, okura bırakmış. Duvarların içinde sıkışmanın ne demek olduğunu en iyi biz biliriz. Pink Floyd demişti: “Duvardaki tuğlalardan birisiniz”. Biliyorum, duvar metaforu o kadar çok kullanıldı ki artık size sakız gibi gelebilir; geviş getirmek gibi.

Doğru, geviş getiriyoruz; “yutmuş olduğu yiyeceği midesinden ağzına çıkarıp yeniden çiğnemek” (TDK). Aynı mide içeriğini ağzımızda biteviye çiğniyoruz. İşkembeden sallamak, işkembe-i kübradan atmak gibi deyimler de var; işkembe meselesi önemli. Ekranlar geviş getirenlerle dolu; sesler ve parlak sözcükler yanıltmasın sizi; kapatın ekranların sesini; keyifle ya da öfkeyle geviş getirdiklerini net olarak göreceksiniz. Mide asidiyle çürümüş ve kokuşmuş aynı mide içeriği ekranlardan sokağa taştığında, sokak da aynı içerikle konuşuyor, sanki ağızlar tek bir işkembeye bağlı. Duvarların içinde zamanı, artık reflü olarak deneyimliyoruz. Sabahları ağzımızdaki çürük tat, zamanın tadıdır.