Su kaynakları canlıların evi
Kuraklıklara sadece insan merkezli yaklaşıldığında etkilerinin tam olarak kavranması mümkün değildir. Hatta barajlar ve göllerle su tamamen depoladığında yağışlı dönemlerde dahi ekosistemler ve buralardaki türler riske girebilir.
Prof. Dr. Doğanay TOLUNAY*
Kuraklık sorunu daha çok kentlerdeki içme suyu kaynaklarındaki azalmayla gündeme gelmekte, susuzluk nedeniyle tarımsal üretimin azalması dahi çok fazla dikkat çekmemektedir. Halbuki iklim değişikliğinin de etkisiyle yağışların düzensizleşmesi, zaman zaman yaşanan kuraklıklar ve artan buharlaşma sulak alanları, dereleri, gölleri, ormanları, meraları, su kenarı ekosistemlerini, hatta denizleri dahi etkileyebilmekte, buralarda yaşayan canlıların yaşamını tehlikeye sokabilmektedir. Kuraklık ve su stresi aslında sadece iklim değişikliği sonucunda ortaya çıkmamakta, yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı, ormanların tahrip olması, bilinçsiz ve aşırı su tüketimi, çarpık kentleşme, kömürlü termik santraller, su kirliliği, su tüketimi fazla olan sanayi sektörleri gibi birçok faktör de su sorununu derinleştirmektedir. Kuraklıkların içme suyu kaynaklarındaki ya da tarımdaki etkileri az çok bilinse de ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri çok fazla bilinmemekte ve çoğunlukla da gözden kaçmaktadır.
Kuraklığın su ve yarı karasal ekosistemler üzerindeki etkileri çok daha belirgin ve çarpıcıdır. Çünkü kuraklık nedeniyle göller, dereler ve sazlık, bataklık gibi ekosistemlerin tamamen kuruması buralarda yaşayan balıklar, semender ve bazı kurbağa türleri gibi iki yaşamlılar, yusufçuk ve kız böcekleri gibi omurgasız hayvan türlerinin tamamen ölmesi ya da sayılarının önemli ölçüde düşmesi söz konusu olmaktadır. Hatta dereler, göller ve sulak alanlar tamamen kurumasa dahi azalan su seviyeleri nedeniyle suyun sıcaklığı, oksijen miktarı gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri de değişebilmekte su kalitesindeki bu değişimler dahi su canlılarını olumsuz etkilemektedir. Su ekosistemlerinin tamamen mi kuruduğu ya da su canlılarının sığınacakları su birikintilerinin kalıp kalmadığına göre kuraklığın su canlıları üzerindeki etkileri farklılık göstermektedir. Hiç su birikintisi kalmıyorsa başka balıklar olmak üzere tüm su canlıları ölebilmektedir. Kuraklıklar yumurtlama gibi nedenlerle başka yerlere göç eden bazı türlerin de üremesini riske atabilmektedir. Örneğin Van Gölünde yaşayan inci kefali türü yumurtlamak için nisan ayında dereleri kullanarak uygun yerlere gitmekte, sonrasında ise yavrular bu dereleri kullanarak geri dönmektedir. Bu göç sırasında derelerin kuruması ya da sularının azalması göçün gerçekleşmesini engelleyecektir.
TÜM CANLILARI ETKİLİYOR
Kuraklık sadece su canlılarını değil, besin ve su ihtiyacı için sulak alanları kullanan kuşlar başta olmak üzere memeliler ve diğer omurgalı-omurgasız türlerin de susuz kalmasına yol açmaktadır. Bu türlerin kurak dönemlerde göç ederek henüz kurumamış su kaynaklarına ulaşmaları olasılığı bulunmaktaysa da son yıllarda artan habitat parçalanmaları nedeniyle karasal hayvanların göçler giderek zorlaşmaktadır. Sadece kuraklıkların değil, dereler üzerine yapılan HES’ler, barajlar ve göletlerin de dere ve göllerdeki su seviyelerini düşürebildiği, özellikle can suyu olarak adlandırılan HES’lerden derelere bırakılan su miktarının yanlış hesaplanması ya da suyun azaldığı dönemlerde bırakılan can suyunun azalması da kuraklıkla aynı etkileri yapmaktadır. Yine bu tür yapıların çevrelerinin tel çitlerle kapatılması da özellikle büyük memeli türlerin suya erişimini engellemektedir.
YANGIN RİSKİ DE ARTIYOR
Derelerin, göllerin ve sulak alanların kuruması sadece buralarda yaşayan ya da kullanan hayvan türlerini değil su kenarında yaşayan su ihtiyacı yüksek bitkilerin de zarar görmesine neden olabilmektedir. Bilindiği üzere bazı bitkiler dere kenarlarında yoğun olarak yaşamaktadır. Bu türlere kızılağaç, çınar, kavak, söğüt gibi türler örnek olarak verilebilir. Yine çeşitli saz ve kamış gibi türler de suya bağımlı olan bazı bitkilerdir. Bu tür bitki örtüsünün bulunduğu yerler su kenarı ekosistemleri olarak adlandırılmakta olup, başta kuşlar olmak üzere çok sayıda canlı türüne habitatlar oluşturmaktadır. Aynı zamanda su kaynaklarına temiz suyun ulaşması ve taşkınların önlenmesi gibi işlevleri de vardır. Uzun süre devam eden kuraklıklar su kenarı ekosistemlerindeki bitkilerin kurumasına ve habitat işlevini kaybetmesine yol açabilmekte, hatta buralardaki yangın riski de yükseltebilmektedir. Nitekim kuraklıklar sonucunda Ekim ayında Edremit’te, Kasım ayında da Ula, Akyaka ve Marmaris’te sazlık yangınları çıktı. Bu gibi yangınların da kuş yuvalarına ve diğer canlılara zarar verdiği bilinmektedir.
Kuraklıklar ormanlar ve meraları da etkilemektedir. Özellikle Acarlar Longozu ya da İğneada Longozu gibi subasar orman ekosistemleri kuraklığa karşı son derece hassastır. Çünkü longozlar karların erimesiyle birlikte denize akan derelerin getirdiği suya ve taşkınlarla gelen besin maddesine bağımlıdırlar. Su azalmasıyla derelerden akan suyun azalması, taşkınların oluşmaması ve taban suyu seviyelerinin de düşmesi bu ekosistemlerdeki ağaçların kurumasına neden olmaktadır. Kuraklıklar sadece longoz ormanlarını değil, diğer orman ekosistemlerinin sağlığını bozabilir. Kuraklık orman ekosistemlerinde ağaç ve bitkilerin ölmesi, büyümelerinin yavaşlaması, bazı türlerin rekabet şansının azalması sonucunda yok olması ya da genetik çeşitliliğinin azalması şeklinde kendini göstermektedir. Aynı zamanda su stresine giren bitkiler dayanıklılıkları azaldığı için zararlı böcekler ve diğer hastalıklara açık hale gelebilmektedir.
YIKICI ETKİ YARATABİLİR
Kurak dönemlerde ağaçlar zamanından önce yaprak döktükleri için ormanda toprak üstünde biriken kuru yaprak gibi maddelerin artmasına, dolayısıyla yanıcı madde miktarının artmasına da yol açmaktadır. Böylece ormanlardaki yangın riski de yükselmektedir. Nitekim 2020 yılı içinde çıkan 3500 kadar yangında 20 bin hektardan fazla orman alanın yanmasının, başta Hatay ve Adana illeri olmak üzere çıkan büyük yangınların şiddetli kuraklığın etkisiyle olduğu söylenebilir. Kuraklıkla orman yangınlarının artması dolaylı olarak da türlerin ölmesine ya da zarar görmesine yol açmaktadır. Diğer yandan kuraklıklar ormanlardaki ağaçların çap ve büyümelerinin azalmasına, böylece atmosferden alarak fotosentezle bitkisel kütlede depoladıkları karbon miktarının da azalmasına neden olmaktadır. Hatta iklim değişikliğine bağlı olarak gelecekte şiddetlenecek kuraklıkların Amazon yağmur ormanlarının zarar görmesiyle sonuçlanabileceği öngörülmektedir. Deniz buzullarının erimesi, okyanus akıntılarının durması gibi bazı ekosistemlerin ve ekolojik süreçlerin zarar görmesi devrilme noktası olarak adlandırılmakta olup, bu noktalar aşıldığında iklim değişikliğinin geri döndürülemez hale geleceği endişesi bulunmaktadır. Amazon yağmur ormanlarının kuraklıktan zarar görmesi de bu devrilme noktalarından biri olup, bu ormanların hem küresel iklim üzerindeki etkilerinden hem de depoladıkları karbon miktarının azalmasından dolayı yıkıcı bir etkisi olabilecektir. Devrilme noktalarından bir diğeri de kuzey enlemlerdeki boreal ormanlardır. Bu ormanların da artan sıcaklıklar nedeniyle orman yangınları ile böcek ve mantar zararlılarından etkileneceği ve bu durumun da sera gazı salımlarını arttıracağı düşünülmektedir.
Kuraklık otlak ve mera ekosistemlerini de olumsuz etkilemektedir. Bu ekosistemlerde de ormanlarda olduğu gibi bitkiler kuraklık nedeniyle iyi gelişememekte, zamanından önce kurumasına neden olabilmektedir. Böylece otçul canlıların besin bulamaması söz konusu olmaktadır.
Kuraklıklar deniz ekosistemlerini dahi etkilemektedir. Dere ve nehirlerden denizlere akan suların boşuna aktığı ve bu suların kaybedildiği düşünülse de bu doğru değildir. Çünkü akarsular denizlere oksijen ve besin maddesince taze su girişi sağlamaktadır. Bu nedenle nehir ağızları biyolojik çeşitlilik açısından oldukça zengindir. Ancak akarsuların kuruması ve denize taze su aktaramaması durumunda nehir ağızlarında deniz suyunun tuzluluk, sıcaklık gibi özellikleri değişerek su canlılarının başka yerlere göçmesine neden ola bilmektedir. Akarsu ve deniz arasındaki su akışının başka etkileri de vardır. Örneğin yılan balıkları, kefal gibi bazı türler tatlı su ve denizler arasında yumurtlamak amaçlı göç edebilirler. Su samuru gibi bazı türler ise tatlı sularda yaşasalar da avlanmak için denizleri kullanabilirler. Deniz ve akarsu bağlantısının tamamen kopması halinde yumurtlama göçleri aksayacak ve bu türler üreyemeyecektir. Akarsu akışları tamamen kesilmez, ama azalırsa da olumsuzluklar ortaya çıkabilecektir. Bu durum da deniz suları nehir ağızlarından içerilere kadar girerek nehirlerin tuzlanmasına yol açabilir. Deniz seviyelerinin yükselmesi ve kuraklıklar aynı anda değerlendirildiğinde gelecekte nehirlerin tuzlanması riskinin çok daha yüksek olduğu söylenebilir.
Sonuç olarak kuraklıklara sadece insan merkezli yaklaşıldığında etkilerinin tam olarak kavranması mümkün değildir. Hatta barajlar ve göllerle su tamamen depoladığında yağışlı dönemlerde dahi ekosistemler ve buralardaki türler riske girebilir. Bu nedenle su yönetiminde ekosistem ve türlerin de dikkate alındığı yaklaşımlara ihtiyaç bulunmaktadır.
*İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı