İktidarın iş başına geldiği günden bugüne peşinden koştuğu “parantezi kapatma” çabası aralıksız sürdü. Bir tarihe kadar genellikle “demokrat” ya da o günlerde yaygınlaştırılmak istenen haliyle “muhafazakâr demokrat” olduğu propaganda edilen AKP’nin bir takiye ustası olduğu nihayet görüldü.

Şu parantezi kapatma meselesi

“Yeni bir anayasa lazım o da bugün lazım” diyorlar; yenisi için de 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu örnek gösteriyorlar. Kullandıkları ifadelere bakılırsa bu “yeni anayasa” ile artık, nihayet, en sonunda parantezi kapatacaklarını hayal ediyorlar. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi anlaşılıyor ki gerekli görülen adımların atılmasına meşruiyet sınırlarını zorlayan uygulamalara rağmen yeterli olmamış. Eksikleri tamamlamak, daha önemlisi köklü bir değişim için artık ne gerekiyorsa onun yapılabilmesine kapıyı ardına kadar açacak bir aşamaya geldiklerini düşünüyorlar demek ki.

Eksik olan nedir? Yukarıdan söylenmeyenleri, söylenemeyenleri aşağıdan dile getirenlerle iklim değiştirilecektir. Bu kapsamda olmalı; örneğin bir imam “Anayasadan laiklik ilkesi çıkartılsın” diyor. Yıkmadan yenisinin kurulamayacağını unutan vekillerde ise dilin kemiği yok; “yeni bir kuruluş”tan, “yeni bir devletten” söz ediyorlar. Bu arada liberallerle bir değme noktası bulunabilir mi acaba diye bir nabız yokluyor gibiler sanki. O cenahtan gelen övgülere bakılırsa yeni bir teğet noktası bulunması onları mutlu edecek. Türkiyenin ilk anayasası 1921 Anayasası’nın böyle bir değişikliğin propaganda edilebilmesi için uygun olduğunu sanıyor olmalılar ki, dillerinden düşmüyor.

Ama bu ne kadar yanlış bir çıkış noktasıdır, 1921 öncesini ve sonrasını tarihsel bir bakış açısı ile incelememişler; incelemiş olsalar da yalnızca istedikleri görmek alışkanlığı ile yaklaştıkları anlaşılıyor. 1921 Anayasası Cumhuriyet Türkiyesine giden yolu açan devrimci bir yasadır. Herhalde olaylara tarihsel bakış ne demek bilmedikleri için “devletin dini İslam’dır” maddesine takılıp kalmışlar. 1921’in birinci maddesini egemenliği padişahtan alıp halka veren “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” hükmünü anlamadan okuyup geçmiş, 1923teki değişiklikle anayasaya eklenen “Türk devletinin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir” cümlesine de kafalarındaki anlamı yüklemeyi tercih etmişler. Oysa 1921 Anayasasına giden yolu bu yoldaki kıyasıya mücadeleyi işgal altındaki İstanbula karşı Ankaranın kazandığını hem de devrimci bir kararlılığın mücadeleyi belirlediğini anlasalardı, 1921 Anayasasını övmek bir yana unutmak ve unutturmak için ellerinden geleni yaparlardı.

DEVRİMCİ SÜREÇ DEVRİMCİ ANAYASA

1921 Anayasası’nın kabulüne kadar geçen süreyi- süreci ciddiyetle inceleyenler, ulusal kurtuluşçuların 30’u aşkın kongreden sonra birliği sağladıklarını İstanbul’daki Meclis ve hükümetle bağı kopararak ikili iktidara son verdiklerini görürlerdi. Bu sürecin sanıldığı kadar kolay geçmediğini, karşılıklı atakların sonunda Damat Ferit’in son hükümetinin de iflası ile sonuçlandığını, İstanbul’daki Meclisin dağıtılmasından sonra halkın meclisinin Ankara’da toplanmasıyla padişah ve çevresinin İstanbul’u terk etmek için hazırlıklara başladığını da görürlerdi. Padişah ve çevresinin egemenliği artık işgal kuvvetlerinin egemenliğinden başka bir anlam taşımıyordu. Halife-padişahın ülke üzerindeki gücü sıfırlanmış yetki ve iktidar gücü Ankara’nın eline geçmişti. Bu koşullarda 1921 Anayasası iki ay süren tartışmalar sonunda Ankara’da toplanan Meclis’te kabul edildi. Anayasanın kabulüne kadar geçen süredeki devrimci gelişmeler, bundan sonrasının nasıl gelişeceğinin de işaretlerini veriyordu. Öyle de oldu. 1922’de Meclis’te onaylanan 308 sayılı kararda “Türkiye halkı hakimiyet-i şahsiyeye müstenit olan İstanbul’daki şekl-i hükümeti 16 Mart 1920’den itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil addeylemiştir” denilerek, Osmanlı Devleti’ne son verildiği açıklanmakla yetinilmemiş monarşinin de sonlandırıldığı ilan edilmiştir. Özetle bir devlet yıkılmış yeni bir devlet kurulmuştur. 1921 ve sonrasında devrimci gelişmeler hız kazandı; Meclis’teki tutuculara rağmen geri adım atılmadı, 1922’de saltanat kaldırıldı, 29 Ekim 1923 tarihinde 1921 Anayasası’nın başta birinci madde olmak üzere kimi maddeleri değiştirildi ve Cumhuriyet ilan edildi. Bu değişikliklerin izlediği rotanın içeriğini ve amacını anlamaya çalışanlar 1921 Anayasası’nın öngördüğü geleceği anlamakta doğal olarak zorlandılar.

DEĞİŞİMİN HIZI VE İÇERİĞİ

Birinci madde şöyle değiştirildi: «Hâkimiyet, bilâkayd-ü şart Milletindir. İdare usûlü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir. Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti, Cumhuriyettir.» Bu Cumhuriyet laik bir cumhuriyet olacaktı ve hızla da gerekli adımlar atıldı. Parantezi kapatınca sizin yeni devletiniz hâkimiyeti kime verecek? “İstanbuldaki şekl-i hükümeti 16 Mart 1920den itibaren ve ebediyyen tarihe müntakil addeylemiştir diye anlatılan o şekil-i hükümeti monarşiyi geri mi çağıracaksınız?

Bu sürecin değerlendirilmesi, eleştirilmesi geri dönüş heveslilerinin yapabileceği işlerden değildir. Kuşkusuz bugünkü duruma gelinmesinde Cumhuriyet’in ufkunu daraltan uygulamaların, gafletin payı büyüktür. Cumhuriyet kısa bir sürede devrimci konumundan statükonun korunmasına geçmişse, bir yasallık olarak gerileme da kaçınılmaz olur. Öyle de oluyor. İlerleyemeyen devrimler yenilirler. Statükoyu korumak diye bir şey yoktur; durduğunuz yer bir süre sonra sizi geriye çeken bir eğik düzenleme dönüşür.

Şimdi nasıl bir tabloyla karşı karşıya Türkiye? 1921’de kurulan 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ile devrimci bir adım daha atan Meclis bugün Anayasa’da yazılı yasama görevini bağımsız bir şekilde yerine getiremiyor. Cumhurbaşkanı’na tanınan ya da fiilen kullanılan yetkiler ve çoğunluğu elinde tutan tek parti pratiği ile Meclis işlevsiz hale geldi. Peki şimdi 1921 Anayasası’na özeniyoruz, onu çok beğeniyoruz havasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini daha da güçlendirmek isteyenlerin eksik bulduğu nedir ki, yeni bir anayasa tartışması açtılar? Anayasa hükümleri yeni bir anayasa yapılabilmesi için gerekli çoğunluğu iktidar partisi ve ortağına vermiyor. Öyleyse bu olmayan çoğunluk nasıl sağlanacak? Muhalefet partileri şimdiye kadar ve ısrarla karşı çıktıkları sisteme boyun eğecek, uzlaşma arayacak, parlamenter sistem iddialarından vaz mı geçecekler?

İktidarın iş başına geldiği günden bugüne peşinden koştuğu “parantezi kapatma” çabası aralıksız sürdü. Bir tarihe kadar genellikle “demokrat” ya da o günlerde yaygınlaştırılmak istenen haliyle “muhafazakâr demokrat” olduğu propaganda edilen AKP’nin bir takiye ustası olduğu nihayet görüldü. Bunu o günlerde görenlerin, yazıp çizenlerin övünmesine gerek yok, ama göremeyenlerin şimdi söyleyecekleri, her türden özeleştiri anlamlı olacak, önemli bir ders niteliği taşıyacaktır. Herkes yanılabilir ama ikinci kez olursa yanılgının adı değişiyor. Neden böyle söylüyorum ki şimdi. 1921 Anayasası ile ilgili kafa karışıklıklarını görünce bir kere daha tarihe not düşmek iyi olur diye düşünmekten kendini alamıyor insan da ondan.

***

Değişiklik isteği, mevcut yasal çerçeve içimde gerçekçi, uygulanabilir olmayabilir ama belki de meşruiyet sınırlarını zorlama alışkanlığı nasıl adı var kendi yok bir Meclis’i mümkün kıldıysa işlevsiz bir muhalefet de mümkün olabilir diye düşünüyorlardır. Olabilir mi gerçekten? Gerçekte olmayan ama varsayılan gücün ataklığı, cesareti ile sonuç almak güçten düşmüş iktidarların hep hayal ettikleri, denedikleri yöntem olmuştur. Türkiye böyle bir deneme için uygun bir ülke değil. Ama bunun da koşulu var. Bu nesnel duruma dayanılarak deneme boşa çıkartılacaksa, statükoyu savunmaktan, kadim devlet reflekslerinden vazgeçmeniz, ufku karartacak, kapatacak ideolojik savrulmalardan uzak durmanız gerekecektir. Bunu yapmazsanız, o harikulade nesnellik sizin işe yaramaz öznelliğinizin kurbanı olacaktır.