Suriyelilere vatandaşlık meselesinin bıçak sırtı bir konu olduğu malum. Soruna dair söylenecek çok söz var. Ancak söylenecek her bir sözün farklı bir anlamı, başka yerlere çekilme tehlikesi bulunduğundan kelimeler dikkatlice seçilmeli, cümleler özenli kullanılmalı. İtiraz ve kaygıların yabancı karşıtlığına düşmeden, milliyetçi-faşizan histerinin değirmenine su taşımadan doğru bir temelde yapılması şart.

Mülteci daha doğrusu sığınmacı sorunu iktidarın iflas eden dış politikasından bağımsız ele alınamaz. Yeni muktedirlerin kirli politikaları teşhir edilmeden, salt mülteciler üzerinden sürdürülecek bir tartışma yanıltıcı olur. Suriye’deki savaşı kışkırtan, ülkeyi cihat otobanına çeviren, milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmesine neden olan yeni Osmanlıcılar, milyonlarca Suriyelinin acil çözülmesi gereken sorunları varken, bir “kimlik”le bu sorunların üstünü örtme arayışındalar.

Hükümetin hemen her konuda olduğu gibi, bu meselede de samimi olmadığı çeşitli hesaplar içerisinde olduğu malum. İktidar önce mültecileri araçsallaştırarak uluslararası bir koz olarak kullandı. Bu vesileyle hem seçimleri kazandı, hem de Batı kamuoyunda yerlerde sürünen kredibilitesini yeniden tesis etti. Ardından da ilk fırsatta kasaba tüccarı tavrıyla mültecileri adeta bir kurbanlık koyun edasıyla “Geri Kabul Anlaşması” karşılığında beş milyar avroya Brüksel’e sattı.

• • •

Vatandaşlık önerisi sabık Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Kayseri Pazarlığı” olarak takdim ettiği bu satışın bir başka versiyonu. Geri Kabul Anlaşması’ndakine benzer bir “şark kurnazlığı!” Niyet, sorunu bir vesileyle kamufle etmek. Ancak sorun halının altına süpürülerek yok edilecek türden değil. Bu insanları mülteci statüsüne dahi almadan, bir anda vatandaşlığa geçirmekle sorun yok edilmeyecek. Neresinden tutarlarsa tutsunlar ellerinde patlıyor.

Üç milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yaptığını söyleyen Türkiye, mültecilere ilişkin Cenevre Sözleşmesi’nin imzacılarından olmasına rağmen, dünyada yine sözleşmenin uygulanabilmesinin önüne engel çıkaran, çekince koyan birkaç ülkeden biri. Sözleşmenin protokolüne koyduğu “coğrafi” sınırlama nedeniyle sadece batısından yani Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ediyor, doğusundan gelenlere bu statü verilmiyor. Suriyeliler, Bangladeşliler, Sudanlılar, Iraklılar, Afrikalılar ancak sığınmacı olabilirler mülteci olamazlar.

AKP hükümeti, bir nüfus kâğıdı ile hiçbir sorunun ortadan kalkmayacağını aslında kendisi de biliyor. Ama hesap zaten insanlık değil, hesap başka. Muhalefetin, oy devşirecekler, nüfus mühendisliği yapacaklar, demokrafik yapıyı Sünni-mezhepçi tarzda değiştirecekler eleştirisi yabana atılmamalı. Maraş ve Sivas’ta Alevi yerleşim bölgelerine, bölgede ise Kürt kentlerine inşa edilen, bir kısmı da inşa hazırlığında olan kamplar bu endişeleri haklı çıkaracak nitelikte.

• • •

Hiçbir altyapısı hazırlanmadan, sosyolojik, politik etkileri hesaplanmadan alelacele alınan bu kararın yeni sorunlara yol açacağını söylemek için öngörülü olmaya gerek yok. Sorunun bu şekilde politika malzemesi haline getirilmesi birçok sıkıntıyı da beraberinde getirecek. Toplumsal kamplaşmanın, siyasetin aracı haline getirilen Suriyeliler, ne yazık ki buna bağlı olarak ırkçı-milliyetçi nefretin de hedefi olacaklar.

İktidarın yanlış politikalarının faturasını bir kez daha bütün bir toplum ödeyecek. Sadece sığınmacıları değil, demokratik toplumu, ilerici güçleri, sol-sosyalist çevreleri de zor bir süreç bekliyor olacak. Milliyetçi şoven çevrelerin yönlendirmesiyle toplumdaki anti sığınmacı duygular görünür bir şekilde dışa vuracaktır. Ülkenin birçok bölgesinde mültecilere yönelik yapılacak provokasyonlara, yerel halk ile sığınmacılar arasında yaşanacak olası gerginliklere hazırlıklı olmak gerek.

Ne yapmalı? AKP hükümetinin “kirli” pazarlıkçı politikaları her fırsatta deşifre edilmeli. Tam da burada dikkatli olunmalı. Hükümetin mültecileri bir pazarlık aracı olarak gören yanlış politikaları kıyasıya eleştirilirken, mülteci düşmanlığına düşülmemesine azami dikkat gösterilmeli.

Hükümete rağmen halkların kardeşliğini, toplumların birlikteliğini savunan, sınıfsız, sınırsız bir dünya tahayyül edenler her koşulda mültecilerin sorunlarına sahip çıkmalı. Birtakım zümrelerin kışkırttığı veya kışkırtacağı ulusal, kültürel ve dinsel farklılıklara dayalı ayrımcılığa ve önyargılara karşı uyanık olunmalı. Unutulmamalı ki; mültecileri şeytanlaştırmak “göçmen düşmanı” tonlu ırkçılığa alan açmak anlamını taşır. Bu tuzağa düşülmemeli!