Dijital vizyondaki “Clickbait” ve “Nine Perfect Strangers” isimli iki yapım bu aralar dizi severlerin gündeminde. İzlenmeye değer denilebilecek ve diğerlerinin nispeten önüne geçen bu iki seriyi sizler için inceledim.

Suçlu kim ve neler oluyor?

Bu hafta sizlerden gelen isteği dinleyerek dijital vizyonda yer alan bazı öne çıkan serilerden bahsedeceğim. Sanırım arada bu şekilde birden fazla ve kısa kısa değerlendirme yazıları, kapsamlı eleştirilerden daha iyi geliyor okura.

CLICKBAIT: PERSPEKTİF VE HAKİKAT ARASINDA

Bu Netflix mini serisi iyi hazırlanmış, senaryosu iyi yazılmış bir yapım. Nick Brewer (Adrian Grenier) isimli bir aile babasının ortadan kaybolması ve hemen sonrasında internette onun yer aldığı bir videoda elinde, ‘Kadınları taciz ediyorum. 5 milyon tıklama ile ölüyorum’ yazan kartonlarla görülmesi ile başlayan hikâye, her bölüm başka şeylere dönüşerek ilerliyor. Sekiz bölümden oluşan serinin her bölümü, başlıklarından da anlaşılacağı üzere, bir kişinin bakış açısıyla ilerleyerek ana hikâyeye ulaşmakta. Kim yaptı?, Neden yaptı?, Suçlu kim?, Nick Brewer öldü mü? minvalindeki tüm soruları her bölüm üzerinde taşıyan dizi, tüm cevapları ancak son bölümünde vermekte. Son iki bölüme kadar ben de tahmin edememiştim doğrusu bu soruların cevaplarını. Finalini tahmin edememenin sebebi dizinin bunu iyi gizlemesi değil, bizlere hiç ipucu vermeden saklaması. Bu biraz kurnazlık ve kolaya kaçma gibi gelse de genel olarak diziyi beğendim çünkü ne yapıyor ediyor seni kendisine bağlıyor ve bitirene kadar da rahat vermiyor. Kişilerin perspektifine ayrılmış dizi bölümlerinden en çok ikinci bölümü sevdim. Bunun başlıca sebebi Amerikalı Müslüman dedektif karakteri Roshan Amiri oldukça sevmiş olmam. Amri’nin, Müslüman oluşunun kariyerinde ilerlemesine engel olduğunu düşünmesi ve bunun aslında bir yanılgı olduğunu görmesi detayını sevdim. Ama daha ziyade oyuncunun ağır hareketleri, merak uyandırıcı bakışları ve donuk vücut hareketleri ile üzerinde taşıdığı, True Dedective karakterlerinden Rustin Cohle ve Wayne Hays etkisini hissettirmesi ile ona hayranlık besledim. Keşke Amiri karakterinden başka bir antoloji başlatsalar hatta. Kendisiyle ilk kez bu dizide tanıştığım. Oyuncu Phoenix Raei, İran Şiraz doğumlu bir aktör ve çocukken Avusturalya’ya göç etmiş. Bundan sonra takibe aldığım isimlerden biri oldu kendisi.

NINE PERFECT STRANGERS: DELİRTEN SAĞLIK İNZİVASI

Hulu’nun sekiz bölümden oluşan Nine Perfect Strangers (Dokuz Kusursuz Yabancı olarak çevirebiliriz) isimli yeni mini serisi hazırlık aşamasında oldukça ses getirmişti. Dizi, Büyük Küçük Yalanlar (Big Little Lies)’ a da temel olan romanın yazarı Liane Moriarty’nin 2018 tarihli aynı adlı kitabından uyarlanmış ve oyuncu kadrosunda Nicole Kidman, Melissa McCarthy, Michael Shannon, Luke Evans, Regina Hall gibi başarılı oyuncular bulunmakta. Kendileriyle ve hayatlarıyla sorunları olan dokuz şehir insanı, şifa ve dönüşüm vaat eden, yorgun zihinleri ve bedenleri canlandırmayı vaat eden lüks bir sağlık merkezine on günlük inziva için yerleşiyor. Tesisin sahibi ve yöneticisi Masha Dmitrichenko rolünde Nicole Kidman bulunmakta. Gizemli olarak gözüken dizinin, büyük yıldızlara, prestijli yapımcılara ve David E Kelley gibi bir yaratıcı isme rağmen bende bıraktığı izlenim; bir yerlerde bir şeylerin yanlış gitmiş olduğu yönünde. Belki pandemi döneminin azizliğidir bu ama dizide bir şeyler kopuk ve yanlış. Şimdilik. Henüz ilk dört bölümü yayımlanan dizi, güçsüz bölüm finalleri ile bir türlü başlayamayan esas hikâye varmış hissi ile seyirciyi dizi hakkında karar vermesi açısından muğlakta bırakıyor. Hâlbuki insanları bir yere toplayarak onları inceleyen hikâyeler derindir ve seyirci ile illaki bir bağ kurar. Bu dizinin hikâyesinde de arketiplere, insan davranışlarına, psikolojilerine dair çok şey var ancak tonunda, kurgusunda bir aksaklık olduğu hissediliyor. “Bir sonraki bölümde illaki bir şeyler olur” diyerek izlemeye devam edeceğim, tabii eğer ki Kidman’ın zorlama Rus aksanlı İngilizce işkencesine dayanabilirsem. Karakterlerini bir yere toplayarak insan davranışlarını inceleyen dizi tavsiyem geçen haftalarda detaylıca yazdığım (31.7.2021/Felsefeye çiçekli giysiler giydirme) The White Lotus olacaktır. Ödül dönemi geldiğinde ismini en çok duyacağınız dizilerden olacak çünkü. Şimdilik bu kadar. Gelecek hafta, sinemada vizyona girecek olan Stillwater, kaliteli satirik akademi dizisi The Chair ve benim için sürpriz güzellikte olan Brand New Cheery yapımlarından bahsedeceğim.