Deprem bölgesinde psikososyal çalışma yürüten ekipteki isimlerden Psikiyatrist Prof. Dr. Aker, “Deprem sonrası yaşamaktan dolayı suçluluk hissedenler oldu. Ama bu duygu harekete geçirdi, yardımı artırdı” dedi.

Suçluluk duygusu harekete geçirdi
Fotoğraflar: BirGün

Semra KARDEŞOĞLU

Depremin üzerinden bir ay geçti. Enkazın kaldırılmasına başlansa da yaşanan travmanın izlerini silmek kolay olmayacak. Depremzedelere ruhsal destek için bölgede çalışan ekipler var. Onlardan biri de Travma ve Afet Çalışmaları Derneği (TARDE) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Travma ve Afet Çalışmaları Uygulamalı Ruh Sağlığı Yüksek Lisans Programındaki gönüllüler. Bilgi Üniversitesi’ndeki programın koordinatörü Psikiyatrist Prof. Dr. Tamer Aker, iyileşmek için bir an önce olağan akışa dönmek gerektiğini vurgulayarak “Çadırın önünde bir saksıda çiçek yetiştirmek için de ısrarcı olmalıyız” dedi. Prof. Aker sorularımızı yanıtladı…

Saha çalışmanızda kimler yer alıyor? Ne kadar süre bölgede kalmayı planlıyorsunuz?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) çerçevesinde afet sonrası yapılacak psikososyal ve ruh sağlığı desteklerini organize ediyor. Gönüllü ekibimiz ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan izinli olarak çalışıyor. Aynı zamanda çeşitli sivil toplum kuruluşları ve uzmanlık dernekleriyle birlikte eşgüdümlü çalışmaya özen gösteriyoruz. İlk yerleştiğimiz yer Hatay. Sonrasında da özellikle Antep Nurdağı’nda çalışmalara devam etmeyi düşünüyoruz. Toplamda 100’e yakın gönüllümüz sahada 1 yıl boyunca hizmet vermeye devam edecek. Bu sayının artmasını bekliyoruz.

Ne tür çalışma yürütüyorsunuz?
Depremi yaşayanlara olayı anlamlandırmaları ve olağan yaşantılarına dönmelerine destek olmalarını kolaylaştırmak adına psikolojik ilk yardım ve psikoeğitim uygulanıyor. Kişinin ihtiyacına göre haftalık ve aylık olarak ve ihtiyaca yönelik yönlendirmeler yapılıyor. Bu çalışmalar kimi zaman bireysel olarak çadırkentte, kimi zaman hane ziyaretlerinde kimi zaman ateşin etrafındaki grup çalışmalarıyla yürütülüyor. Bununla birlikte, bölgede görev yapan arama kurtarma çalışanlarını ve psikososyal destek hizmeti verenler destek/ özbakım ve süpervizyon oturumlarıyla destekliyoruz.

Deprem hem ülke hem de dünya açısından özel bir döneme geldi. Bu anlamıyla da zor değil mi?
Evet özel bir süreç var. Deprem bir yıkımın üstüne geldi, 2011 yılında başlayan Suriye savaşı. Bu savaşın değişen yüzünün bize olan yansımaları, canlı bomba saldırıları ve en önemlisi mülteci akını. Türkiye herhalde modern tarihinde ilk kez bu kadar yoğun sayıda göçmenle karşılaştı. Ondan sonra Elazığ depremi ve sonrasında tüm dünyayı etkileyen bir önemli başka afet pandemi. O süreçte Ukrayna-Rusya savaşı. Bunların üzerine binen ekonomik zorluklar yoksulluk ve yoksunluklar. Bir taraftan da ülkenin en yoğun, en yorgun bölgelerinde birinde ortaya çıkan, 11 ili kapsayan devasa geniş bir felaket diyoruz deprem demiyoruz.

Yakınlarını kaybedenler "Ölmediğim için suçluluk hissediyorum” duygusunu dile getiriyor. Yaşamanın suçluluğu başka afetlerde de karşılaşılan bir durum mu?
Korku çok doğal bir duygu tabii. Ölümlü olduğunu biliyorsun ve bir başkası yitip gidiyor. Ve yitip gidenin ardından bir onu geri getirme isteği bir adaletsizliğe karşı öfke. Öfkenin zaman zaman kişinin kendine yönelmesi ve bu yüzden de yaşamda kalmaya yönelik suçluluk. Pek çokları tabii uzak bölgelerde de bu suçluluğu hissetti, çocuklarına sarılırken, sıcak bir çay yudumlarken veya evlerinin veya yuvalarının bir köşesinde otururken de bu suçluluğu hissettiler. Olağan, beklediğimiz bir suçluluk diyelim ve insanı aynı zamanda harekete geçirdiği bir yönü olduğu da kesin. Yardım davranışlarımızın, diğerkâm davranışlarımızın da artmasını sağladığı bir duygu oldu bu.

sucluluk-duygusu-harekete-gecirdi-1134485-1.



Bölgede kalanları içinde en zor durumda olanlar kimler?
Zor durumda olan çok insan göreceğiz tabi. Orada işyeri yıkılmış ve Hatay’dan göçmek zorunda olan bir insan da belirli bir zorluk yaşayacak. Çocukluğunu, sokaklarını, mahallesini bırakan, onları yitiren kişi de. Çok bildik yerlerden de gelecek; Yoksulluk yoksunluk da bir halk sağlığı sorunu. Çocuklar, yaşlılar, engelliler, kadınlar, mülteciler zorluklar yaşayacak. Mahşerin neredeyse tüm atlılarıyla karşılaşmak gibi bir şey. Savaş, açlık, yoksulluk, yoksunluk. Yası olanlar, yakın kaybı olanlar, evleri yıkılanlar, ciddi ekonomik kaybı olanlar hiçbir şeyi kalmayanlar vs. gibi bu listeyi uzatabiliriz.

Genel olarak böylesine büyük bir afet sonrası ruhsal olarak iyileşmek için ne yapmalı?
Kendimizi iyileştirmenin en iyi yolu ilişkilenmek. Birbirimize destek olmaya çalışmak. Toplumsal kaynakları tekrar harekete geçirmeye çalışmak. Olağan yaşam düzenine tekrar ısrarla dönmeye çalışmak. Hayatı az çok bilebildiğimiz oranda çekip çevirmeye yürütmeye çalışmak. Basitçe bir yerlerden ekmek almak, bir masada küçük bir kahvaltı hazırlamak, çadırın önüne bir saksıda çiçek yetiştirmek, mutfak çadırına yardıma gitmek, çocukları oyun çadırına götürmektir. Konuşmaktır, paylaşmaktır, duyguları ifade etmektir. Ağlamaktır, desteklemektir.

***

sucluluk-duygusu-harekete-gecirdi-1134663-1.

"GÜVEN HİSSİNİ YARATMALIYIZ"

Bahçeşehir Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Anabilim Dalı Başkanı ve TARDE Başkanı Prof. Dr. Özlem Karaırmak ise bölgedeki izlenimlerini şöyle özetledi:

Savaş filmi platosu gibi: Depremin ilk haftasında saha gözlemi yapmak üzere önce Adana’ya ardından Antakya’ya gittim. Antakya’da durum oldukça zorlayıcıydı, henüz çadır kentler de kurulmaya başlamamıştı. Savaşta ağır bombalanmış bir şehir görüntüsü vardı. Sanki bir savaş filminin platosundaydım. Yaraları sarmak için uzun bir yolumuz ve çok işimiz var. Çünkü bir ruh sağlığı çalışanı olarak duygusal enkazları kaldırmanın bina enkazlarını kaldırmak kadar kolay olmadığını biliyorum. Yıkılan binaları saymak mümkün ama yok olan ve bir gecede değişen hayat sayamayacağımız kadar çok.

Kolektif bir acı ve korku: 5 Şubat ile 6 Şubat arasındaki Türkiye birbirinden çok farklı. Kolektif bir acı ve korku yaşıyoruz. Kolektif olarak tehdit altında hissediyoruz. Strese karşı toleransımız oldukça düşük. Artçı depremler nedeniyle tehdit algımız yüksek. Depremin özellikle gece olması bizi iyice tedirgin etti. Çünkü uyku esnasında savunmasız kalırız. Bu yüzden de bu dönemde birçok kişinin uyku düzeni bozulmuş olabilir.

‘Yeniden güvendesin’ mesajı: Travma bedende ve özellikle sinir sistemi üzerinde etkisini gösteriyor. Deprem anında, sinir sistemimiz bize şunu söylüyor, güvende değilsin. Beyin bizi her türlü tehlikeden korumaya ve hayatta tutmaya çalışıyor. O savunma durumundan nasıl uzaklaşılır? Beyne şu mesajın iletilmesi gerekir; Yeniden güvendesin! Sinir sistemi nasıl sakinleşir, yatışır? Güvendiğimiz ve yaslanabildiğimiz ilişkilerin içinde sakinleşir. Sarılabileceğimiz biri yaslanabileceğimiz bir omuz varsa sakinleşmek kolaydır. Yoksa durum zorlaşır. O yüzden bugünlerde ilişkilerimizi beslemek ve ilişkilerimizden beslenmek iyi bir kaynak olabilir.

Yorgandan bile utanır oldular: Şu an sadece depremden etkilenenler değil hepimiz çok zorlayıcı duygular yaşıyoruz. Doğal afet ve insan eliyle yaşanan felaket iç içe geçti. Travmatik etki olduğundan daha karmaşık bir hal aldı. İnsan olarak ve sistem olarak aciz kaldık. Yaşadığımız çaresizlik bizi büyük bir öfkeye sürükledi. Kimimiz “bir şey yapmalıyım” inancı ile harekete geçti, kimimiz içimize çekildi ve hareket edemedi. Her iki durum da normal ve insan olmaya dair tepkiler. Öte yandan, deprem bölgesinden uzakta olanlar yedikleri yemekten, örtündükleri yorgandan utanır oldu, çünkü yaşadığımız acı kolektif. Ben bu utanç halini işlevsel buluyorum çünkü acıya duyarsız kalmadığımızın bir göstergesi. Çare aramaya aktif olarak katılacağımızın bir göstergesi. Dayanışmanın ivme kazandığı bir başlangıç noktası gibi. Bu afet sonrası dayanışma temelinde bir dönüşüm hayal ediyorum. İyileşme kelimesini kullanmak istemiyorum. İçinde bulunduğumuz sistemin, insanın değerli olduğu ve güvende hissettiği bir hale dönüştüğünü hayal ediyorum.