Filmin bir de Türk karakterleri ve güya İstanbul’da geçen sahneleri var ki evlere şenlik. Türkçe olduğu iddia edilen konuşmaların çoğunun altyazısız olması büyük handikap, anlaşılmıyor. İstanbul olduğu iddia edilen yer ise oryantalizmin fantazisindeki İstanbul

Suikastçı: Amerikan Psikopatları

Her yıl birkaç tane faşist film seyrediyoruz, Hollywood sağ olsun. Bu filmleri yöneten, yazan ve oynayanlara sorsanız hepsi de liberaldir, Trump’tan nefret ediyordur falan filan. Ama söz konusu ekmek parası olunca iş değişiyor herhalde. Bu filmler kimin kafasından çıkıyor, stüdyoların patronları mı dayatıyor anlamak zor.

Suikastçı, dünya meselelerini psikopatlar arası bir savaşa indirgiyor. İyi psikopatlar ve kötü psikopatlar var. İyiler Amerikalı; onların travmaları var, bu travmalar radikal İslam kaynaklı ya da ondan bağımsız. Kötü psikopatlar ise bildiğiniz pis Ortadoğulular işte. Sus payı olarak, onların da Irak’ın işgaliyle travmatize edilmiş olduklarına geçerken şöyle bir değiniliyor ama tabii ki onlarla özdeşleşecek fırsat verilmiyor seyirciye. Onlar kişileşmiyor. Pis psikopatlardan kişileşen yine bir Amerikalı oluyor. Onun da derdi son derece kişisel çıkıyor. Baba bellediği komutanına öfkeli değil miymiş genç adam meğerse!? Sırf bu nedenle nükleer bir bombayla 6. Filoyu yok etmek istemez miymiş? 6. Filo’nun Türkiye’nin anılarında sağlam bir yeri vardır. İnsan genelevlerin boyanmasını, ama nihayetinde Amerikan askerlerinin denize dökülmesini hatırlıyor ister istemez. Kim bilir Türk solcularının ne travmaları vardı da Amerikalı askercikleri kovmak istemişlerdi. Hey gidi günler, hey!

Filmin bir de Türk karakterleri ve güya İstanbul’da geçen sahneleri var ki evlere şenlik. Türkçe olduğu iddia edilen konuşmaların çoğunun altyazısız olması büyük handikap, anlaşılmıyor. İstanbul olduğu iddia edilen yer ise oryantalizmin fantezisindeki İstanbul.

Bu filmleri ithal eden firmalara sesleniyorum: Başka film mi yok yahu? İnsan kendi ayağına kurşun sıkmamalı.

*****

O: Birlikten Kuvvet Doğar!

İyi başlayan bir film “O”. Kanalizasyonda yaşayan Dans Eden Palyaço Pennywise’ın ya da O’nun ortaya çıktığı an gerçekten çok ürkütücü. Kâbus gibi. Bilinçaltımızda yaşayan her türlü korkunun o nemli, pis karanlıktan çıkıp, zuhur etmesi gibi. Filmin bu bilinçaltı korkularla uğraşacağı, filmin kahramanlarını oluşturan ergen çocuk grubunun ruhunu deşeceğini zannediyorsunuz. Ama olmuyor. Yüzeyde kalan birkaç dokunuştan sonra, “Çocuklar! Birlikten kuvvet doğar, korkularınızın üzerine gidin!” mesajlı bir ders filmi izlemeye başlıyoruz. “Kaybedenler Kulübü” adındaki grubun tek kız üyesinin babası, kızına tacizde bulunuyor. Bunun kızın ruhunda nasıl yaralar açtığına dair bir şey yok. Tabii babasına öfkeli kızcağız ama arada sigara içmesi dışında hiç de yaralı biri gibi değil. Diğer çocukların da ebeveynleriyle sorunları yüzeyde. Politik olarak bir şey söylüyor mu film? Grubun tek Siyah üyesi üzerinden bir şey söyleme şansı var ama orada da akılda kalıcı bir şey yok. Peki O karakteri gerçek mi, metafor mu? Hem gerçek hem de metafor. Neden o kasabada özellikle ortaya çıkıyor, neden 27 yılda zuhur ediyor, bir açıklaması yok. Belki devam filminde bir şeyler anlayacağız. O zamana kadar bu filmden aklımızda pek bir şey kalmayacak, o başka. Kısacası anlam arıyorsanız, bu filmde yok. Bir sahne için 2,5 saat salonda oturmaya değmiyor.