Şükran Kurdakul’un bize veda ettiği aydır Aralık. Gideli epey zaman geçmiş. Öyle acılı günleri yaşamışız ki nefes almayı bile unutmuşuz. Çoktandır güzel haber de yok, ortalık toz duman.

Şükran Kurdakul şairliğinin yanında çok önemli bir edebiyat tarihçisiydi. Daha da mühimi önemli bir yazar örgütleyicisi. Vefasızlık her yanı alabildiğine kuşattığından yazınımıza hizmet eden bir kuşak çarçabuk silindi. Mustafa Nihat Özon, Rauf Mutluay, Tahir Alangu gibi isimler unutulanlar mezarlığına gömüldü bir kere daha. O izleği kendi dünya görüşende biçimlendirerek sürdüren bir edebiyat emekçisiydi Kurdakul.

Ayvalık’ın tozlu yolları… Çamlık’a bir an önce varmak için sabırsızlanıyoruz. Yanımızdan hızla bir dolmuş geçiyor. İçinde siyah yemenili Yörük kadınları. Bir zeytin ağacının altında mola veriyoruz. Çok değil on dakika sonra Ege’nin heybetine kuşbakışı tahta bir masadan bakacağız. Şükran Amca “Ehlikeyfin keyfini ne tazeler?” diye soracak; onu kıkır kıkır, “Taze elden, taze pişmiş, taze kahve tazeler,” diye yanıtlayacağım. Sonra beyaz bir kâğıt çıkartıp, söylediklerini yazacağım.

Şükran Amca’nın pazartesi günleri Cumhuriyet gazetesinde yazı günü. Ona asistanlık etme sorumluluğunu üstleneceğim. Yazı biter bitmez motora atlayacağız. Ver elini Cunda... Rakı, adabey balığı, kabak çiçeği dolması.

Şimdi düşünüyorum da, kışın bir an önce bitmesini, yazın bir ipekböceği gibi kozasından sıyrılıp hemencecik gelmesini beklerdim. Gelsin de soluğu teyzemin yazlığında alayım diye. Teyzemin yazlığıyla Şükran Amca’nın yazlığı arasındaki mesafe yok denecek kadar az. Koşarak değil uçarak giderdim yanına. Onun her Ankara’ya gelişinden önce bende bayram havası esmeye başlardı. Hele Pen Yazarlar Derneği’nin başkanı olduğu dönemde, Ankara’ya sıkça gelirdi. O andan itibaren akşam yemeği için plan yapmaya başlardık. Çoğunlukla anneciğim mezeleri hazırlar, bir anda masayı donatırdı. Şükran Amca mutlaka yemekte balık üstüne özel bir söylev çeker, tabağındakileri bitirdikten sonra, “Hadi, şu Japon’u koy da dinleyelim,” derdi. Japon kim mi? Theo Ysaye. Benim tesadüfen keşfettiğim, geçen yüzyıl başında yaşamış, Fransa’da ölmüş Japon klasik müzik bestecisi. Onun “şahane acemilikler”le örülü piyano konçertosunu dinlerken mırıldanırdı: “İşte şimdi keyfim yerine geldi.” Bir süre sonra ayaklanır, salonu adımlayarak yarınki gündemi düşünmeye başlardı. Yazar örgütlerinin ortak ses vermesi zorunlu olduğu zamanlar. Edebiyatçılar Derneği’nin o zamanki başkanı Şükrü Erbaş’ın çağrısına TYS’den Ataol Behramoğlu ve Pen Yazarlar Derneği’nden Şükran Kurdakul katılıyor.

Şükran Amca 1965 seçimlerinde, TİP’ten milletvekili adayı. Köy kahvesinde Şükran Amca’yı görür görmez ayağa kalkıyor: “Tam kırk yıl sonra hatırladım seni... Seçimlerde, sana oy vermiştim,” diyor bastonunu doğrultarak. Şükran Amca’nın gözleri doluyor,eski günler aklına gelince... Hele hele Mehmet Ali Aybar.

Toplumsal sorumluluk karşısında özgür bir birey olmadı Şükran Amca. Daha açık söylersem, hayatını toplumsal sorumluluklardan koparmadan biçimlendirmeyi başardı. Bunu günümüz insanlarının sıkça başvurduğu süslü sunumlarla değil, içeriden, derinden bir kaynak suyu gibi ilerleyerek yaptı.

Şükran Amca.... Üniversite yıllarım boyunca düzenli olarak her ay harçlık yollayan... Ayvalık’ta bol yıldızlı bir gece... Rüzgâr esiyor, içim ürperiyor. Bir balıkçı ötede palamarı çözüyor. Kediler ısrarla balıkçıyı bekliyor.

“Hey... Sait Faik’in kedileri bunlar...”

Rakı kadehi elimde... Gülüşüyoruz.

“İlerde yaz bunları...”

“Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem ama ben çok yaşamam Şükran Amca.”

“Hadi oradan köftehor...”

O benim gecemin en güzel, en parlak yıldızı artık. Zor zamanlarımda uzaktan el sallıyor.