Türkiye ve Polonya’daki gerici iktidarlar en temel haklarımıza savaş açtı, kadınlar feminist direnişe sarıldı: “To jest wojna”, Türkçesiyle “Bu bir savaştır”

Sükûnet evde kaldı öfkemiz sokakta

ÖZDE ÇELİKBİLEK

Kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunmasını ve cinsiyetler arasında eşitliğin sağlanmasını amaçlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen Saray, yaptığı açıklamada Polonya’yı örnek gösterdi. “Polonya da eşcinsel grupların toplumsal cinsiyet hakkındaki fikirlerini tüm topluma empoze etme girişimini gerekçe göstererek sözleşmeden çekilmek için adımlar atmıştır” ifadelerini kullanarak aldığı kararı meşrulaştırmaya çalıştı.

Bugün iki ülkede de muhafazakâr iktidarlar, “aile”, “din”, “ahlak” ve sıralayacağımız birçok başlık ile kadınların hayatını hedef tahtasına yerleştirmiş bir pozisyonda yer alıyor.

Polonya’da kadınlar, 2016 yılında kürtajın tamamen kaldırılmasını öngören yasa teklifine karşı ‘Strajk Kobiet’ (Kadın Grevi) hareketini başlatarak, hükümete o dönem geri adım attırdı. Fakat 2020 yılında Polonya’da şaibeli seçimlerin ardından tekrardan iktidara yerleşen muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), göreve gelir gelmez önce İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini duyurdu, ardından kürtaj hakkına yeniden saldırdı. 2020 Ekim ayında kürtajı neredeyse tümüyle yasaklayan anayasa mahkemesi kararına karşı kadınların tepkisi ile karşılaşan egemenler, kendi yurttaşlarına karşı şiddet, öfke ve baskı uyguladı.

Strajk Kobiet hareketinin organizatörlerinden Klementyna Suchanow, Türkiye ve Polonya'daki iktidarları değerlendiriyor. "Türkiye’de olanları duyduk” diyerek sözlerine başlayan Suchanow, devam ediyor: “Kadınların hayatını hedef alan patriarkal sistem, Katolik ya da İslami değerlerin arkasına sığınarak kadınların en temel haklarını ellerinden almaya çalışıyor.”

GERİCİLERİN UYUMLU DANSI

Uzaktan bakıldığı zaman Polonya ve Türkiye arasında büyük farklılıklar görülebilir. İki ülkedeki yurttaşların konuştuğu ortak dil, aynı dil ailesinden bile değil. Ortak dini değerler ya da kutsal aidiyet desek, bir yanda Roma Katolik Kilisesi’nin yüzyıllardır en yüksek otorite olarak saygı gördüğü Polonya’daki Duda iktidarı, diğer yanda tarikatlar ve cemaatlerle kol kola gezen Erdoğan…

İşte bu gericiliğin muazzam uyumunu ortaya koyuyor.

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesine karar veren Erdoğan, AKP Kongresi'nde şöyle konuşmuştu: “Elbette her ülke kendi meşrebine göre insanları arasındaki münasebetleri düzenleyebilir. Ama hiç kimsenin bize, insanımızı hangi cinsiyet sınıflarına ayıracağımızı, bunların arasındaki ilişkileri nasıl belirleyeceğimizi dayatma hakkı yoktur.”

Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro da, "ideolojik unsurlar içerdiğini" iddia ettiği sözleşmeyi, "okullarda çocuklara toplumsal cinsiyetin öğretilmesini zorunlu kıldığı" gerekçesiyle "zararlı" gördüklerini söylemişti. Ziobro, Adalet Bakanı olmadan önce de sözleşme için "Feminist lobinin eşcinsel ideolojiyi meşru kılma hedefiyle icat ettiği bir belge" ifadelerini kullanmıştı.

Polonya da Türkiye de İstanbul Sözleşmesi’ne karşı verdikleri savaşta, “aile değerlerini hiçe saydığı” gibi söylemler kullanıyor. Muhafazakâr seçmenlerinin de bunu istediğini savunuyor. Fakat anlaşmada, kadınları öldürmek için din, gelenek ve onur gibi kavramları kullanamayacağınızı belirten Klementyna Suchanow, Polonya’daki insanların yüzde 62’sinin sözleşmenin yürürlükte kalmasını istediğinin altını çiziyor.

Suchanow, “İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, sadece kadınların değil, tüm insanlığın ve yaşam hakkının savunulmasıdır. Sizinleyiz, tarih onları hatırlayacak” diyor.

Şimdi iki ülkede de muhafazakâr, insan haklarına düşman, yurttaşlarının özgürlüklerini ellerinden parça parça almaya çalışan, dünyevi işlerdeki çıkarlarını, ilahi maskeler takarak düzenlemeye çalışan egemenlerin karşısında kadınlar, "Farklılıklardan çok benzerliklerimiz var" diyor.

Kadınları savaşa davet ettiler; biz hazırız. Gericiliğin karşısında laiklik, eşitsizliğin karşısında eşitlik, ölümün karşısında yaşam savunusu ile buradayız.