Şükürsüzlükle suçlanıyor, göçmen meselesini daha fazla tartışıyoruz.

Artan yoksulluk, işsizlik söz konusu olduğunda dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi bizde de ilk göze batanlar yasal statüsü ne olursa olsun göçmenler oluyor. Siyasetçiler de bulundukları yerden bunu malzeme yapabiliyorlar. Buralardan çıkacak göçmen karşıtlığının yaratacağı tehlikeleri ise bugünden ve dünya tarihinden biliyoruz. Sorunu yaratanlar sonuçlarından da kârlı çıkabiliyorlar.

Muktedirlerin meseleye bakışı aslında çok net. Cumhurbaşkanı’nın son dönemlerde özellikle Suriyeliler ile ilgili çelişkili olduğu söylenen açıklamalarının rasyonel bir arka planı var. Kendisinin “Maalesef ülkemizde bazı kesimlerde bir şükürsüzlük, bir tatminsizlik, bir karamsarlık hali aldı gidiyor, halbuki önce elimizdekilere şükredeceğiz sonra daha iyisi, daha güzeli için çalışacağız” açıklaması dikkat çekiciydi. Bunu Türkiye’deki sermaye iktidarının önemli sözcüsü haline gelmiş MÜSİAD’ın Başkanı şu sözleriyle tamamladı: “Maalesef Türkiye’de iş beğenmeme gibi bir durum var. İnsanlar ağır işlerde, emek yoğunişlerde çalışmak istemiyor. Çalışsa da verimli olmuyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor”. İçişleri Bakanı’nın ve Mehmet Özhaseki’nin aynı çerçevedeki açıklamaları da akıllardadır.

EKONOMİK VE SİYASİ HEDEFLER

Yoksulluk içinde kıvranan, yarısından çoğu 4 bin 253 TL 40 kuruş asgari ücretle yaşamak zorunda kalan bir topluma şükretmesini söylemek kolay değildir. Bunun üzerine sigortasız, kaçak, bazıları çocuk yaşta, işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri olmadan, çok düşük ücretlere çalışan göçmenleri ucuz işgücü olarak sunmak, “senin yarı fiyatına çalışacaklar var” mesajı vermektir. Üstelik göçmen emekçilerle Türkiye işçi sınıfının ortak mücadelesi gibi bir zemin de pek çok sebeple yoktur. Sermaye iktidarının yüce çıkarlarına uygundur.

Sayısını tam bilemiyoruz, değişik rakamlar veriliyor, ancak son 11 senede değişik ülkelerden yaklaşık sekiz milyon kişinin Türkiye’ye geldiği söyleniyor. Hiçbir ülkenin kolay altından kalkamayacağı sosyolojik, siyasi, ekonomik çok katmanlı böylesine bir meseleye sermaye iktidarının bakışı “üretim maliyetlerini düşürmek” ve kârına kâr katmaktır. Avrupa’nın samimiyetsiz ve kendi çıkarını gözeten tutumu, kimi siyasetçilerin körükledikleri yabancı düşmanlığı da eklenince mevzu daha da sıkıntılı hale geliyor.

AKP iktidarının sadece sermayenin ekonomik çıkarlarına indirgenemeyecek siyasi hedeflerinin olduğunu ve göçmenlerin burada da araç haline getirildiğini unutmamak gerekir. Göçmenlerin önemli bölümü uzun zamandır direnen cumhuriyetçi, laik halka karşı kültürleri, siyasi eğilimleri ve beklentileri ile farklı bir kesimi ifade etmekte, bir yandan da batıya karşı pazarlık unsuru olabilmektedir. İnsanların ne yaşadıklarının, gelecek kaygılarının, entegrasyon sorunlarının, eğitimdeki, sağlıktaki zorlukların düzen açısından önceliği yoktur.

GÖÇMENLER VE SAĞLIK

Göç Araştırmaları Derneği’nin yaptığı “Göçmenlerin İstanbul’daki Sağlık Hizmetlerine Erişimlerinin Önündeki Engeller ve Kolaylaştırıcılar” araştırması önemli bulgular içeriyor. Yasal statü çok belirleyici olmakla birlikte, göçmenlerin sağlığa erişimini belirleyen tek etmen değil. Yaş, cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim ve sosyal ağlara erişime bağlı topluluk içi farklılıklar çeşitli zorluklar yaratıyor. Covid-19 döneminde göçmen toplulukların sıklıkla sağlık kuruluşlarına başvurmamayı tercih ettikleri, salgın hastalıkların yayılması konusunda suçlayan ayrımcı tavırdan çekindikleri, kendi önlemlerini alıp acil olmadıkça hastanelere gitmedikleri anlaşılıyor. Pandemi sırasında ekonomik sorunların sağlık sorunlarının önüne geçtiği, pek çok göçmenin işini kaybettiği ve düzenli gelire ulaşamadığı belirtiliyor. Gıdaya erişimde zorluklar bildiriliyor.

Çözüm mü? Öncelikle savaşların, çatışmaların önüne geçmek, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini hatırlamak, komşularla sorunları çözmek gerekiyor. Gelir adaletsizlikleri, gıdaya, suya erişimde eşitsizlikler ve iklim krizi devam ettikçe dünyada kitlesel göç sorunlarının önlenemeyeceği anlaşılıyor.