7 Van Gölü büyüklüğünde, 26 bin kilometrekarelik sulak alan kurudu. İşin kolaylığı kuraklığı iklim krizine bağlamak. Bu, politik bakışın sonuçları. 60 yıldır uygulanan su-tarım yönetimi bilimsel koşullara göre düzenlenmedikçe ‘365 gün yağış da olsa’ su sorunları yine gündemimiz olacak.

Sulak alanların yüzde 70’i kurudu

Dr. Erol Kesici - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) Bilim Danışmanı

İklim krizinin kontrolünü sulak alanlar sağlar Ramsar Sözleşmesi, 1971 yılında İran’ın Ramsar Kenti’nde uluslararası anlaşma özelliği taşıyan ve sulak alanların korunması bakımından uluslararası işbirliği için temeli teşkil eden ‘dünya çapında önemli sulak alanlar sözleşmesidir.Türkiye'nin de taraf olduğu Ramsar Sözleşmesince sulak alanların tanımı şöyle yapılmıştır: “Doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş anında derinliği altı metreyi aşmayan deniz haliç, akarsu deltası, kıyı lagünü, göl, bataklık ve vaha, tuzcul bataklık, doğal ya da suni tuzlalar, baraj ve gölleridir.”


(Sözleşme ilk Ramsar’da imzalandığı için bu isimle anılmaktadır. Ülkemiz ise sözleşmeyi 1994 yılında imzalayarak taraf olmuştur. Sözleşme 94/5434 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla 17.05.1994 tarihi ve 21937 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ülkemizdeki sulak alanların 14 tanesi Ramsar alanı olarak tescillenmiştir. Ayrıca 59'u Ulusal Öneme Haiz Sulak Alan ve 13'ü Mahalli Öneme Haiz Sulak Alan olarak tescil edilmiştir.)

Neden Önemli?

Milyonlarca yıllık doğal süreçler sonucu yaşamı sağlayan ortamlar olarak oluşan sulak alanlar zengin bitki ve hayvan türleri(biyoçeşitlilik)ile yoğun organizma koleksiyonuna sahip yeryüzünün en önemli yaşam alanı, laboratuvarı, müzesi ve genetik rezervuarlarıdır.

Çağlar boyunca birçok medeniyete, kültüre ev sahipliği yapan, çok yüksek ekonomik ve ekolojik değere sahip olan, sulak alanlar, bölgenin su üretim ve su rejimini düzenlemekle iklimin kararlığını sağlar. Ayrıca, taşkın-sel kontrolünü, tarım ve su ürünleri, hayvancılık, saz-kamış üretimi, turba özelliğindeki toprakların üretimi-taşınımı,sağlık, gezinti yerleri, yeşil alanlar, dinlenme alanlarını üretirler.


TEMEL NEDEN İKLİM KRİZİ DEĞİL

Sulak Alanlarımızın kurumasının temel nedeni “iklim krizi “ değildir. Son yapılan çalışmalarımızda; ülkemizde son 55 yıl içinde ve bilhassa son iki yıl içerisinde kuruyan sulak alan kayıplarımız 7 Van Gölü su alanı yüzeyinde, yaklaşık 26 bin kilometre karelik sürekli ya da mevsimsel doğal ya da suni su alanları kaybedildi. Bu kayıpta doğal göllerin, sazlık-kamışlık alanları, biyolojik çeşitliliği ve kalitesi çok büyük kayıplara uğramasıyla, ekolojik yıkıma neden olunmuştur.

SUYA POLİTİK BAKIŞIN SONUÇLARI

Yıllardır ülkemizdeki doğal sulak alanlarımızda, doğal göllerimizde, nehirlerimizde kurumanın öncelikli nedeninin; “iklim krizine” bağlı yağış azlığı olarak gündemde yerini aldı. Hâlbuki son elli yıllık meteorolojik veriler bunun böyle olmadığını belgelemekte. Bizimde içerisinde yar aldığımız birçok göl uzmanı ve dünyadaki iklim değişimini araştıran uzmanlar iklim değişikliğinden en çok etkilenen bölgelerden Akdeniz Havzası üzerinde bulunan ülkenin Türkiye olduğunu bildirilmekte. Çünkü ülkemizdeki sulak alanlardan neredeyse dip suyu seviyesine kadar su alınmakta ve bu çekilen suyun ne yazık ki yüzde 80’ine yakınının geleneksel tarımda kullanılması aynı zamanda su sevisinin giderek azalmasıyla kaynaklarda buharlaştırma katlanarak artmakta ve kuruma hızlanmakta. Su seviyesi azalan sulak alanlar kirlilik yükünü kaldıramamakta ve çok daha kolay kirlilik artışı yaşanmakta. Göller biliminin temel ilkeleri, sorunun “iklim krizi” olmadığının göstermekte. Başka bir anlatınla; sulak alanlarımızdaki aşırı su kullanımının sonucu oluşan hidrolojik yaşamsal kayıpların, meteorolojik-tarımsal kuraklığa neden olduğudur. Suyumuz azaldıkça suyun döngüsü engellenmekte ve insan kaynaklı çevresel olumsuzluklar da, yağışları etkilemekte. Bunlar suyun iyi yönetilmemesinin, suya popülist ve politik bakışın sonuçlarıdır.

Sulak alanlar “felaketlerin” ve iklim değişikliğinin kontrolünü sağlarlar.

Su ve nemin düzenliliği ve çevrimi, iklimi korumaktadır.

GÜÇLER VE LOBİCİLİKLE SANAYİ VE GELİŞME BAHANESİ

İklim krizini su azlığının yanı sıra, fosil yakıt kullanımının-karbon salımının giderek artması tetiklemekte. Bu iki faktör ‘güçler ve lobicilikle’ sanayi ve gelişme öne sürülerek engellenememekte. İklim krizinde etkili olan karbonun neredeyse yüzde 42’sinin sulak alanlarda depolandığını unutmamız gerekir. Sulak alanlarda aşırı su kullanmak iklim krizine neden olan sera etkisi oluşturulmakta. Ülkemizde de daha önceleri Asya ve Afrika ülkelerinde sulak alanların giderek kuruması sonucu yaşandığı gibi nem azalınca önce iklim farklılaştı ve yağışlar azaldı. Kurutulan Avlan Gölü, kuruyan İç Anadolu-Göller Yöresinde neredeyse benzeri durumlar yaşandı. Tarım ürünlerinde kayıp ciddi boyutlara ulaştı. Dört mevsim yerine adeta iki mevsim yaşanmaya başlandı.
Sulak alanlar kurudukça- işlevlerini kaybettikçe karbonu depolamayı bırakın, bünyelerindeki karbondioksitin salınmasıyla iki katı ters etki yapmaktadırlar. Bu durum çok önemli ve tehlikeli olup, göz ardı edilmemelidir. Bölgede su kaynaklarımız, nem doğal dengesinde ise, habitatların iklimini yumuşatarak mikro klima etkisinin sürekliliğini sağlarlar.

Ülkemizde ve dünyanın birçok kesiminde suyun iyi yönetilmemesi-taş ocaklarını ve ormansız kalmanın neden olduğu insan faktörünün öncülüğünü yaptığı, yaşam alansız ve susuz kalmada işin kolayına kaçılarak adeta “ilk neden paradoksu” yaşanmakta. İklim krizinde de paradokslara en güzel örneği olan, tavuk yumurta olayındaki gibi doğanın evrimleşmesinde suyun çevriminin iklimi düzenlediği ve şekillendirdiğidir.

SUYU KORURSAN GELECEĞİ KORURSUN

İklim krizini yaşamamak doğanın işleyişini, yasalarını, bizlerin iyi okuması ve uymasına bağlıdır. Yağışların azalması doğa olayı değil, önemli insan etkenidir. Burdur, Beyşehir gibi birçok gölümüzde olduğu gibi 50-100 yıllık yağış ve iklim verileri incelendiğinde yağışlardaki azalmanın, sulak alanın kaybına sebep olacak kadar etkili olmadığı bilinmekte. Benzer şekilde yağışta bir değişiklik olmamasına rağmen kuruyan birçok sulak alan var.

Ülkemizin 23 yıl sonra taraf olduğu sulak alanların korunması sözleşmesine ve önlemlerin hâlâ alınamadığı aşırı su kullanımına bağlı kuraklık ve de çok sayda canlının ve suyun kaynağı olan sulak alanlardaki ‘sazların sökülmesi ve tahrip edilmesi yasaktır’ yasası ve Ramsar’a verilen sözlere ve benzeri ilkelere rağmen neredeyse sulak alanların yüzde 70’ten fazlasını kaybetmiş olmamız iklim krizine bağlanamaz.


sulak-alanlarin-yuzde-70-i-kurudu-975622-1.

***

Su kaynaklarını kurutmadan nasıl tarım yaparız?

Son aylarda iklimin normal seviyeye ulaşması ve su kaynaklarımızda su seviyesinin artması sevindirici. Ancak 60 yıldır uygulan su-tarım kullanımı ve yönetimi günün bilimsel koşullarına göre düzenlenmedikçe ‘365 gün yağış da olsa’ da 2022 yılı ve sonrasında ülkemizde kuraklık ve kuraklığa bağlı üretim, ürün kaybı, suya ulaşım sorunları ve rahatsızlıklar yine gündemimiz olacak. Sınırsız olmayan su kaynaklarımızın korunmasını yağmuru beklemekle çözümlenemez. Su sorunu artıkça göllerimiz de iklimimiz de daha da çok kuruyacaktır. Hâlbuki su ve iklimin acil durumu hakkında şimdiden ‘acil durumu’ ile ilgili bilinen ve kolay erişilebilen bilimsel güncellemeleri yerine getirmek gerekir.

► Her yerde her şeyi üretmekten, geleneksel tarımdan vazgeçmeliyiz.

► Su kullanımında, tarım da bilimsel tarım uygulamalarına geçmek zorundayız.

► Öncelikle su kaynaklarımıza ve iklime göre tarımımızı, kentlerimizi, sanayimizi düzenlemek gerekmekte.

***

Göller kurudu

Burdur, Isparta, Denizli, Afyonkarahisar ve Konya, il sınırlarına yayılan, birbirine yakın çok sayıda gölün yer aldığı ‘Göller Yöresi’nde milyonlarca yıllık geçmişe sahip doğal, karstik, volkanik yapılı, ekolojik ve biyoçeşitlilik özellikleri farklı irili ufaklı 70'in üzerinde göl vardı. 50 yıl önce Beyşehir, Eğirdir, Akşehir ve Eber gölleri gibi Türkiye'nin en büyük dört doğal tatlı su gölüne ve dünyada en fazla doğal sulak alana sahip bölgeydi. 1960'lı yıllarda yöredeki göl, dere, çay, bataklık, su birikintisi gibi irili ufaklı sulak alan toplam miktarı, mevsimlere bağlı değişimle birlikte 15-17 bin kilometrekare arasındaydı. Bunun bin 700 kilometrekaresini doğal göller oluşturuyordu. Ancak son yıllarda, bölgedeki sulak alan miktarı yaz aylarında 5 bin kilometrekarenin altına düşüyor. Doğal göllerin kapladığı alan bin 700 kilometrekarelik de bugün 600 kilometrekareye kadar geriledi.