Sultanı kim öldürdü?

DOĞUKAN BOZKURT

Fatih, meşhur kanunnamesinde, kendisinden sonra gelişebilecek olası bir saltanat kavgasında evlatlarına yol göstermesi için koyduğu bu hükmün belki de kendi hayatına mal olacak meşru bir çıkış noktası olacağını tahmin edememişti. Buna rağmen sultanın ölümünün bir suikast sonucu mu yoksa eceli ile mi gerçekleştiğinden hâlâ emin değiliz. Emin olduğumuz husus Fatih’in, Halil İnalcık’ın da belirttiği gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun gerçek kurucusu olduğudur. II. Mehmed sırf Doğu Roma’nın başkenti Konstantiniyye’yi ele geçirdiği için Fatih olarak anılmadı. O, aynı zamanda Konstantiniyye ile birlikte kadim bir imparatorluğun verasetini de elde etti. Öyle ki Fatih’ten neredeyse 200 yıl sonra Osmanlılar Girit’e giderken Bizans verasetinden doğan haklarını öne süreceklerdi (Kenneth M. Setton, Venice, Austria, and the Turks in the Seventeenth Century). Bunun gibi fetih hareketlerinin yanı sıra gerek maliyede, gerek kültürel, edebi ve dini hayatta gerekse askeri seferlerde uyguladığı radikal politikalar sultanın hayattayken birçok muhalif kazanmasına sebep oldu.

II. Mehmed’in mutlakiyetçi idare anlayışı, yönetimde kul kökenli devlet adamlarını tercih etmesi, eyaletlere merkezden yeniçeriler göndererek yerel unsurları işlevsizleştirmesi, vakıflara el koyarak bunlara ait mülkleri devletleştirmesi o güne değin yönetimde söz sahibi olan aileleri sultan ile karşı karşıya getirdi. Bunun yanı sıra bitmek bilmeyen askeri seferler ve bu seferleri sürdürmek için gerekli mali kaynağı yaratmak adına alınan radikal ekonomik tedbirler sultanı gözden düşürdü. Örneğin Fatih, saltanatı boyunca 5 kez yeni akçe darp ederek halkın elindeki paradan 1/5 oranında vergi almıştı (Feridun Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi). Tımarlı sipahiye kaynak yaratmak adına vakıfların topraklarına el koymuştu. Bu onun en tartışmalı uygulamalarından birisidir. Tüm bunlar ona karşı gelişen muhalefeti besledi. Söz konusu muhalefetin de babası ile iyi ilişkileri olmadığı bilinen Şehzade Bayezid’in sancağı Amasya’da geliştiği anlaşılıyor. Bayezid’in, Fatih tarafından uygulamaya konulan toprak reformunu kendi bölgesinde uygulamayacağını açıkça ilan ederek babasına karşı gelişen muhalefeti kendi etrafında topladığını görüyoruz. Baba ile oğul arasındaki gerginlik 1479’da, özel bir meseleden dolayı alevlendi. Sultan, oğlunun iki nedimi tarafından afyona alıştırıldığını öğrendiğinde hiddete kapıldı. Bayezid, her ne kadar afyonu zayıflamak için kullandığını belirtse de şehzadenin iki nedimi kellesini kaybetmekten kurtulamadı. Baba ile oğul arasında yaşanan bu gerilim, Fatih’in 31 Mayıs 1481’de nereye gidildiği bilinmeyen bir seferin arifesinde gizemli bir şekilde hayatını kaybetmesi ile başka bir boyut kazandı.

Asırlar sonra, Babinger’in Aşıkpaşazade’nin tarihinde yer alan manzum bir bölümü esas alarak Fatih’in zehirlendiğini savunması konuyu bir spekülasyona dönüştürdü:

“Tabibler şerbeti kim verdi Hana
O Han içdi şarabı kana kana
Ciğerin doğradı şerbet o Hanın
Hemin-dem Zari Etdi yana yana
Dedi niçün bana kıydı tabibler
Boyadılar ciğeri canı kana…”

Bu bölümden sultanın hekim eli ile zehirlenerek hayatını kaybettiği gibi bir anlam çıkabilir. Fakat Erhan Afyoncu’nun da belirttiği gibi bu aynı zamanda sultanın hekimler tarafından iyi tedavi edilemediği için çektiği ızdıraba da işaret sayılabilir. Zehirlendiğini varsayarsak bunu kimin yaptığına dair iki görüş vardır. İlk görüşe göre, Şehzade Bayezid, Karamani Mehmed Paşa’nın sadareti ile birlikte kardeşi Şehzade Cem’in daha ön plana çıkarıldığını düşünerek etrafındaki muhalif kanat ile harekete geçip başhekim Acem Lari vasıtası ile babasını zehirlemişti. Diğer iddia ise sultanın yakını eski hekimbaşı Yahudi Yakup Paşa’nın Venedik tarafından satın alınarak sultanın zehirlenmesinde kullanıldığı yönündeydi (Erhan Afyoncu, Truva’nın İntikamı). İlk ihtimal üzerinde durursak daha babasının sağlığında toprak reformunun uygulanmasında açıkça itaatsizlik gösteren ve muhalifleri etrafına toplayan şehzadenin bu işin içinde olma ihtimali spekülasyondan öteye gitmese de üzerinde durulmayacak denli önemsiz de değildir. Zira babası ile dünya görüşlerinin ne denli farklı olduğu Şehzade Bayezid’in tahta çıktıktan sonra devr-i sabık kavramını andıran uygulamaları ile iyice anlaşılıyor. Evvela babası tarafından devletleştirilen önemli miktardaki vakıf arazilerini tekrar eski sahiplerine iade eden yeni sultanın, “Baban yerine deden II. Murad gibi ol,” şeklindeki öğütlerden gocunmadığını görüyoruz. Fatih’in Venedik’ten kendi portresini, madalyonunu ve yeni inşa ettirdiği sarayının duvarlarına freskler yapması için getirtdiği Bellini’nin yaptığı tüm freskleri, saray duvarlarından söktürüp çarşıda sattırması babası ile yeni sultanın dünyaya ne denli farklı baktığını ortaya koyması açısından mühimdir (Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu - Klasik Çağ). Yine II. Mehmed’in saltanatı boyunca örfi hukuku şer’i uygulamalar yerine daha ön plana çıkarması karşısında Bayezid’in şer’i uygulamalara karşı daha duyarlı davrandığı anlaşılıyor. Yeni sultanın bu tavrı üzerine inşa ettiği kimliği ile kısa zamanda mütedeyyin çevrelerden takdir topladığı ve ‘ermiş-evliya’ şeklindeki ‘veli’ lakabı ile şereflendirildiğini görüyoruz.

Sonuç olarak Fatih’in ölümü, yıllardır bu ihtimallerin pençesinde tartışılagelmiştir. Sultanın, eceli ile mi yoksa kendi öz evladının içinde olduğu muhalif hizbin suikastı ya da Venedik destekli bir sabotajın sonucunda mı vefat ettiği hâlâ meçhul. Esas olanın ise kıymetli bir tarihi şahsiyetin zamansız kaybedilişi olduğunu söyleyebiliriz.