Daha geçen yıl anaokulunda beni “Bizim bir tanıdığımız var ama gözleri bize benzemiyor” diye anlatan küçük Li (Yasemin) - “Çinli kız kardeşim” Lien’in (Nilüfer) kızı - artık annesiyle İngilizce çalışmaya başladı. Geçenlerde bir akşam odasından asık bir yüzle geldi ve annesine “Bunları izlemek istemiyorum. Bunlar çok aptal” dedi. Lien, ABD’deki bir arkadaşından çocuğun İngilizce öğrenmesine yardımcı olabilecek çizgi film istemiş. O da Sünger Bob’u seçip göndermiş. Seçimine ilişkin cevabı küçük Li’den almış oldu. Aptallığın mizahı dediğim ve sevimsiz bulduğum bu çizgi film hakkında altı yaşındaki bir çocukla aynı fikirde olmak da varmış… Küçük Li vesilesiyle, bu film son beş ayda burada ikinci kez karşıma çıktı. Neyse, baştan anlatayım…

Bir Türkiye firması, bir ihale kapsamında tedarik etmesi gereken malın üretimi için bir Çinli üretici ile anlaşmış ve bir numune göndermiş. Çinli firma malı numuneye bire bir uygun olarak üretip göndermiş. Aklı ihaleden götürdüğü paranın sevabını hesaplamakla meşgul olan (son on yılın) işadamı/firması yaptığı hatanın farkına ancak ihaleyi açan kamu kurumu malları reddedince varmış. Ürünlerin üzerinde bir önceki yıl aynı ihaleyi alan başka bir firmanın logosunun yer aldığını ancak o zaman fark etmişler. Yani numune olarak Çinli üreticiye gönderdikleri ürünün üzerindeki logo. Önce, hatayı Çinli firmaya yıkmaya ve yeni mal ürettirmeye çalışmışlar. Sonra, Çin Büyükelçiliği aracılığıyla firmayı sıkıştırmayı denemişler ama bir sonuç alamamışlar.

Sonunda, bu tür ticari anlaşmazlık davalarına bakan bir paragöz Çinli avukat aracılığıyla üretici firmayı mahkemeye vererek korkutmak istemişler. Firma oralı olmayınca, açılan dava mecburen ve bizimkiler için de bir umut olarak devam etmiş. Ben ilk duruşmada yoktum. Bizimkiler kırık dökük İngilizceleriyle avukata müdahale edip o saate kadar söylemedikleri şeyleri ilettikçe, avukatın aklı karışmış ve duruşmanın ertelenmesini talep etmiş. Hâkim de duruşmaya bir tercüman istemiş.

İlk duruşmada, Çinli firmanın kullandığı numunenin onların gönderdiği ürün olmadığını iddia etmişler. Aynı numunenin fotoğraflarını daha önce e-mail ile gönderdiklerini unutmuş olmalılar ki avukata da söylememişler (veya saklamışlar). Çinli üretici e-mail ekinde gelen fotoğrafları mahkemeye sununca, bizimkiler e-mail ve fotoğrafların sahte olduğunu söylemiş. Bu kadar çok Sünger Bob hikâyesi izlemek avukatı olanları anlayamaz hale getirmiş olmalı ki duruşmanın ertelenmesini istemiş.

İkinci duruşmada hikâye değişmişti. Daha inandırıcı olduğunu sandıkları yeni bir hikâye ile devam etmeye karar vermişler. Bir ara hâkim bana iki e-mail yazışması uzattı ve “Bunları dikkatle oku ve bir de sen tercüme et. Özellikle logo konusunun geçip geçmediğini ve geçiyorsa ne yazdığını tam olarak söyle” dedi. Sadece “gönderdikleri numunenin aynı ihaleyi bir yıl önce alan firmaya ait olduğu ve bu ürünü istedikleri” yazıyordu. Yazışmada geçen “Önceki yıl açılan ihaleyi kazanan firmaya ait numune” ifadesine dayanarak “logonun kendilerine ait olmadığı ve dolayısıyla o gömme-pres logonun da ürünlerinin üstüne basılmaması gerektiğini ifade ettiklerini” iddia ediyorlardı. Bu kadar dolambaçlı yollarla madrabazlık yapmaya kalkışmak buralar için fazla saçma.

Hâkim, iki duruşmada iki farklı temelsiz hikâye anlattıklarını, bilgi saklayarak hatta yanlış bilgi vererek avukatı da zor duruma düşürdüklerini ve mahkemeyi aldatmaya çalıştıklarını söyledi. Mahkemeden Çin’e ve Çin adaletine sayıp dökerek çıktılar. Bu akla göre, mahkeme sırf onları kayırmak için Çin firmasını cezalandırsa ve onları haklı çıkarsa, adalet dağıtmış olurdu. Gel de “zorba”nın mahkemelerinin adaletini arama…

O madrabaz akıldan benim payıma ise “Hocam, sana da aşk olsun. Hiç yardımcı olmadın” sitemi düştü.
İmza almak için odasına girdiğimde hâkim, “Bir de Hintliler böyle, illallah! Sünger Bob gibiler. Sürekli akılsızca davranıp yanlış işler yapıyorlar ama hep haklı çıkmaya çalışıyorlar. Biraz mantık…” gibi bir şeyler söyledi.