Yunan siyasal yaşamında siyaset, polise veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır.

Osmanlı'da devlet geleneği için siyaset sözcüğünün "ceza" ve özellikle "ölüm cezası" anlamında kullanıldığı görülmüştür.

Siyaset, Arapça kökenli bir kelime olup; at eğitimi, at talimi anlamına gelmektedir.

İktidar, otorite ve kontrol anahtar sözcüklerinden oluşan bir sac ayağına da benzetilebilir politika. Her daim altında har ateş yanan ve  spekülasyonlara açık, politikayı konuşurken aslında politikanın kendisini de kapsayan; “bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukusal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütünü.”olarak tariflendirilen ideolojiyi de konuşmuş oluruz. Bir toplumsal sınıfın, politik, hukuksal ve felsefi alt yapısını ete kemiğe büründürdüğü, uhrevi motiflerle estetize etmeye çalıştığı, içinde insanın pek çok geçtiği ama insanlığın es geçildiği bir ideolojiyi eğitim politikaları özelinde tartışmak bu günlerde gündemde. Toplumun bir bölümü huzursuz, bir bölümü huzrun buradan kaynaklandığına inanmış, büyük bir bölümü ise ne olup bittiğinin farkında değil ve tepkisiz.

Aslında bu büyük bölüm irade yetmezliğinden musdarip toplumun ortak iradesi (!) olabilmekte. Bir anlamda siyasal güven mevcut denebilir. Zira tersi bir durumu isyaset bilimi şöyle tanımlıyor: “  Siyasal güvensizliği 2 ana başlık altında incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi, talep ve beklentilerin karşılanamamasından kaynaklanan hoşnutsuzluklarla açıklama yaklaşımıdır (demand overload theory). Bu yaklaşıma göre halkın artan siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel talepleri hükümetler tarafından karşılanmadıkça siyasal güven azalmakta, hoşnutsuzluk ve güvensizlik artmaktadır. Bu nedenle siyasal güven hükümetin performansı ve ekonomiyle yakından alakalıdır. İkincisi ise güvensizliği siyasal sistemin işleyiş sürecinde ortaya çıkan haksızlık ve adaletsizliklerden doğan hoşnutsuzluklardan kaynaklandığını savunan yaklaşımdır (procedural frustration). Bu yaklaşıma göre güvensizliği esas doğuran politikaların kendisi değil, uygulanma süreçleridir. Halkın dışlandığı ya da hoşnutsuz olduğu siyasal prosedür ve süreçler halkın güvenini zedeler. “

Siyaset bilim böyle diyor demesine amma bu ülkede bırakın son on yılı nice on yıllardır halkın ekonomik, sosyal ve kütürel talepleri karşılanmamakta ve her geçen gün geri gidiş sözkonusu olmaktadır. Haksızlık ve adalet ise kronikleşmiş bir sorundur.  Siyaset bilime göre bu şartlar altında toplumda siyasal güvensizlik pik yapmalı ve tepkiler yoğunlaşmalı, sokağa taşmalıdır. Oysa mevcut görünüm tam tersidir ve hal böyle iken toplumun büyük bir kesimini kapsayan tepkisizlik nasıl açıklanmalıdır?

Öğrenilmiş çaresizlik tanısı bir nebze açıklama getirebilir. Ancak daha da ötesi olmalıdır.

Biat toplumunun bir parçası olmuş bir aile için çocuğu da farklı olamayacağı söylenebilir.

Adı ve soyadı ailesince, din hanesi devletçe belirlenmiş ve yarın farklı kalınlıklardaki çizgilerle kodlanacak olan bu günün onbir rakamlı bir numara ile numaralandırımış bir kimliğe sahip bir erkek çocuğu düşünün. Edinmiş olduğu bu kimlikten dolayı en az iki zorunlu eyleme tabi tutulacaktır; sünnet ve askerlik… Bir ihtimal, iradesini kullanma yetisine sahip olduğunda binbir eziyeti göze alarak vicdani retçi olabilir ancak sünnet onun için kaçınılmazdır. Reşit olduğunda artık iş işten geçmiş, geriye dönüş yolu kapanmıştır.

Mevcut sistemin giderek daha ufak yaştan itibaren çocuğu aileden kopararak zaptu rapt altına alarak bir tür beyinsel sünnet eylemine tabi tutar ki bununda geri dönüşü bir hayli zordur.

Aristoteles, “ Politika, toplumun halka dair tüm etkinlikleridir.” demiş. Toplum ile halkı özdeşleştirirsek politika, toplumun kendisine dair tüm etkinlikleridir” diye de ifade edilebilir. İşte bu coğrafyada on yıllar boyu, “ siyasetle ilgilenmenin” kötü olduğu, yasaklandığı gerçeğinin bir başka ifadesi;” kendinle uğraşma” anlamına da gelmektedir. “ İlla da kendinle uğraşacaksan bunu içe dönük hale getir, öbür alem için uğraş!” düşümcesi giderek hakim kılnmaktadır. Zaten siyaset bilim de bu yönelimin egemennin işiene geldiğinin tespitini yağmıştır:    “Dine bağlılık arttıkça siyasal güven duyguları da yükselmektedir. Dini inanç otoriteye saygıyı arttırdığı için daha mutedil ve itaatkâr bir topluluk ortaya çıkmaktadır.  “ Mevcut yapı siyaset bilimin bu saptamasını çok iyi kavramış ve hayata geçirmekte gecikmemiştir. Bu uygulama, giderek, muhafazakar hükümet politikasından, devlet politikasına dönüşmektedir.

Bunun ip uçları günümüz siyasetinde mevcut olup, yakın gelecekte hem yerel yönetimler hem de genel seçimler çerçevesinde daha aşikar bir biçimde kendini gösterecektir kanısındayım.