Gündelik hayatın yaşanma tarzını sınırları belirsiz bir ‘sünni, mezhepçi’ tahakküm altına alma çabası her geçen gün yaygınlaşıyor. Bir yandan resmi/ bürokratik söylem bu dile evrilirken, sokakta ise kendiliğindenmiş gibi beliren bir mezhepçi saldırı altında ülke.

‘Başınızı örtmediğiniz için size tecavüz mubah’ deme cesaretini bulan öğretmenimsi; Erol Büyükburç’un cenaze namazını basıp, ‘gençleri yozlaştırmıştı helal etmiyoruz’, diyen saldırganlar; Eyüp Milli Eğitim Müdürü’nün okul öğretmenlerine kutlu doğum hazırlıkları toplantı saatini ‘sabah namazını müteakip’ diye belirlemesi; Çanakkale anmaları için okullara öğrencileri ‘sabah namazında camiye getirin’ talimatı…

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ortak noktaları ise Sünni mezhepçi bir kurallar, talimatlar dizgesini zorla, tehditle, neredeyse kaba kuvvet kullanmaya hazır olduğunu ifade ederek dayatma.

Başörtüsü, tecavüz hakkı bağlantısını kuranların kadın erkek azımsanmayacak kadar çok olduğu bilinen bir haldi. Ama bunu yüksek sesle, çekinmeden dile getirmek yeni. Resmi yazıda toplantı zamanını saat yerine namazla belirlemek de öyle. Hatay valisinin dünkü BirGün’ e haber olan laiklik sloganı yasal mıdır, sorgulaması da aynı.

Son zamanlarda çevrenizde olup bitenlere ve medyaya yansıyanlara bu gözle bakarsanız açık bir mezhepçi saldırganlığın giderek şiddetini artırdığını fark edeceksiniz.

Birleşik Haziran Hareketi’nin ilk eylemlerini ‘laiklik’ üzerine örgütlemesi boşuna değildi.

AKP iktidarı laikliğe saldırıyı seçim stratejisinin temeline yerleştirmekle kalmayıp, şimdiden açıktan uygulamaya da geçirmeye karar vermişe benziyor. Başkanlık sisteminin ‘dine’ en uygun sistem olduğu abuklamaları, halifelik tartışmaları, Fidan meselesini bile ‘Uhud okçuları’ meselleriyle yorumlama gayretleri, bütün bunlar ayrı ayrı dursalar da aynı ideolojinin ürünleri.

Peki ama neden şimdi?

Baştan beri planları buydu, şimdi zamanının geldiğini hissediyorlar ve kendilerini de uygulayacak güçte buluyorlar, demek, yüzeysel bir açıklama olur.

AKP ve özelde Erdoğan’ın görünür kudretlerinin ardında ciddi bir yıkılma, düşme paniğine kapılmış olmaları daha güçlü bir ihtimal. İkincil bir neden AKP’lilerle karşılaştırıldıklarında görece daha eğitimli, daha rafine oldukları su götürmez olan Cemaat’in siyaset ve bürokrasiden tasfiyesi geriye vasıfsız, niteliksiz ve ahlaksız bir ekibin kalması. Twitter’da ki Ak-trollerin sakil, küfüre dayalı düzeysizlikleri bu değişimin en görünür kanıtlarından. Havuz medyasının kumpas haberlerindeki, Sabah’ın Kabataş fotoşopları, Takvim’in Umut Oran yalanlarındaki çapsızlık, beceriksizlik bile Cemaat’in tasfiye edilmesinin sonuçlarından değil mi?

Hızla dağılma ve yıkıma koşan AKP ve Erdoğan’ın faşizme sığınmaktan başka çıkar yolları yok zaten. Böylesi bir durumda milliyetçilik mi mezhepçilik mi seçiminde neyi temel aldıkları da ortaya çıkmış oluyor. Kendi bekası için faşizme sarılan iktidar için en uygun araç ‘sünni mezhepçilikte’. Bu yolla Kürt sorunu yüzünden kaybedeceği milliyetçi oylardan bir bölümünü de kazanmayı umuyor olabilir. Genel seçimleri, aslında sadece kendilerini kurtarmayı amaçlayan bir tür ‘cihat’ olarak tanımlamaya hazırlar.

Bir zamanların ‘sakin, efendi, naif dindar genç’ tiplemesiyle bu işi kotarması mümkün değil. O zaman geriye lümpen, vasıfsız, şiddet kullanmaya hazır ve her an paramiliter güç olabilecek yığınlara yönelmek ve onları kullanıma sokmak yoluna gitmeye karar verebilir. Suriye ve Irak’tan dönen IŞİD ve benzeri yapıların elemanlarının da devreye girmesi olası.

Seçimlere yaklaştıkça doğrudan ve açıktan sokakta saldırıların önünü açmaya kalkarsa ki bundan kaçınacağını gösteren en küçük bir emare yok, ülkeyi zor günler bekliyor demektir.

Safları sıklaştırmanın zamanı…