Şüphesiz perdeden akanlar

(Bu yazı, Ghost Stories/Hayalet Hikâyeleri filminin finali hakkında spoiler içermektedir.)

Ömrünü sahte bilim (pseudoscience) ve batıl inançlarla mücadeleye adamış muhteşem şüpheci, illüzyonist ve komedyen James Randi, 1982’de yayımladığı Flim-Flam! adlı kitabının önsözünde şöyle diyordu: “Bu kitap hangi ihtiyaçtan doğdu? Bugünün doğaüstü gizemlerle örülmüş atmosferinde bu olaylara akılcı ve şüpheci bir metodla yaklaşma imkânı çok kısıtlı olduğu için sanırım.”

1980'lerin dünyası öyle bir yerdi; sağcı politikalar inanılmaz bir hızla yükselmiş, neoliberalizmin en çarpıcı kültürel ürünlerinden olan ‘new age’ düşüncesi hayatın tüm alanlarını kaplamış, bilimsel gelişmenin yol açması beklenen rasyonalist dönüşüm postmodernist aklın kurbanı olmuştu. Randi de kitabında ünlü psişik sahtekâr Uri Geller’den insanlığın binlerce yıllık ilerleme çabasını uzaylılara bağlayan Eric von Daeniken’e, ruhsal enerjinin fotoğrafını çektiğini iddia eden Kirlian fotoğrafçılarından büyücü-şifacılara kadar pek çok şarlatanın ipliğini pazara çıkarıyordu.

2010 yılında kitabın yeni baskısı yapıldı. Çünkü, şaşırtıcı ama, artık epey azalmış olsa da Uri Geller hâlâ televizyon programlarına çıkıyor, von Daeniken’in uzayperestliği popülerliğini yitirmiş gibi görünse de milyonlarca insan 2012’de kıyametin kopacağı beklentisine giriyordu. 21. yüzyılın dünyası hiç de beklediğimiz gibi şekillenmemişti ne yazık ki. Randi yeni önsözde şunları yazdı: “Bu kitabın yazıldığı günden bu yana geçen 30 yılda ‘doğaüstü’ denilen ortamda çok önemli değişiklikler yaşandı. Ortamı besleyen aptallığın doğası ve derecesi zayıflarken yerini Enformasyon Çağı’nın yükselen etkisine ve bilgiye erişmenin iyice kolaylaşmasına bıraktı -tabii bilginin gerçekliğinden bağımsız olarak. Palavralar dünyası hâlâ orada; fazlasıyla yaygın, fazlasıyla zararlı ve tehlikeli.”

Bir şüpheciden -ki, dünya nüfusunun büyük bir kısmı skeptikleri ‘kafir’ olarak adlandırıyor- beklenen de böyle bir tavırdır zaten. Bu yüzden James Randi hâlâ önemli, etkili, sevilen ve saygı duyulan bir figür.

Peki bir şüpheciyle ilgili film yapılabilir mi? Belgesel alanında sorun değil; komedyen Bill Maher’in 2008’de yaptığı muhteşem Religilous/İlahi Komedi, 2013’te Richard Dawkins ve Lawrence Krauss’un ‘bilim ve inanç’ konulu konferanslar dizisinin takibiyle yapılan The Unbelievers/İnançsızlar ya da doğrudan Randi’nin hayatı ve çalışmalarını anlatan 2014 tarihli An Honest Liar (Dürüst Bir Yalancı) gibi, merkezinde ‘yeni ateizm’in temsilcisi olan şüphecilerin bulunduğu çok sayıda güzel belgesel var. Ama kurmacaya gelince iş değişiyor. Sonuçta Randi’nin 1982 ve 2010’daki önsözleri yazmak zorunda kalmasının önemli nedenlerinden biri de Hollywood’un başını çektiği korku filmleri piyasasıdır.

Hayaletler, fantastik yaratıklar, doğaüstü olaylar bir anlatıda metafor olarak kullanıldığında ortaya güzel ve değerli filmler çıktığını The Devil’s Backbone/Şeytanın Belkemiği (2001), Pan’s Labyrinth/Pan’ın Labirenti, The Shape of Water/Suyun Şekli (2017) gibi yapımlardan biliyoruz. Bu ‘gibi yapımlar’ın dışında kalanlarsa, çok iyi sinema örnekleri olan The Changeling/Dehşet (1980), The Sixth Sense/Altıncı His (1999), The Others/Diğerleri (2001) gibi filmler de dahil, insanlığın en temel korkularını ve akıldışı inançlarını sömürmenin ötesine geçemiyor. Bu korku filmleri piyasası izleyici algısını son 100 yılda öyle feci biçimlendirdi ki, gerçekten şüpheci bir film yapılsa bile seyirciler bir şüphecinin haklı olduğunu söyleyen hiçbir anlatıya yüz vermez artık...

Bu hafta gösterime giren İngiliz filmi Ghost Stories/Hayalet Hikâyeleri her ikisine de giren/girmeyen ilginç bir film: Parapsikoloji şarlatanlarını ifşa eden şüpheci Profesör Goodman’ın şüpheciliğinin üç ayrı hayalet olayında nasıl yavaşça dağıldığını izliyoruz önce, finaldeyse doğaüstü saçmalık ve inanışlar konusunda şüphecilerin haklı olduğunu gösteren bir gelişmeyle karşılaşıyoruz. Ama bu nihai gelişme dünyanın en eski anlatı klişelerinden birine indirgenince -Spoiler: Bu izledikleriniz gerçekte yaşanmadı, hepsi aslında rüyaydı- filmin hem sinematografik hem de söylemsel gücü yerle bir oluyor.

Ve bu sayede, neden beyazperdeye olabildiğince şüpheci yaklaşmak gerektiğini bir kez daha anlıyoruz: Tamamen maddi dünyaya ait bir üretim alanının kolayca bu kadar belirsiz, bulanık ve uçucu hale gelebilmesi insan-gerçek ilişkisi açısından başlı başına kaygı nesnesi olmalı...