erdoğan’ın ‘fırsattan istifade’ yaptığı şey bir tanımlama, ‘kadın’ın yeniden tanımlanması, bu tanımlama ile kadın için yaşam sınırları da belirlenmiş oluyor

süpürgeyi kapan şöyle gelsin, bizde böyle bundan sonra!

HANDE GAZEY / Nar Kadın Dayanışması

tayyip erdoğan kadem hizmet binası açılışında yaptığı konuşmada: “kadının iş hayatındaki konumu onun anneliğini asla geriye atmamalıdır. ‘çalışıyorum’ diye annelikten imtina eden bir kadın aslında kadınlığını inkâr ediyor demektir. anneliği reddeden, evini çevirmekten imtina eden bir kadın iş hayatında ne kadar başarılı olursa olsun eksiktir, yarımdır. anneliği reddetmek, insanlıktan vazgeçmektir. her fırsatta en az 3 çocuk tavsiye ediyorum.” dedi. bunu ifade etmek için fırsat kolladığını söyleyen kişinin erdoğan olduğu göz önüne alınırsa yılda 2378556448 kez kadın ve annelik, kadınlığın tanımı, fıtratı içerikli konuşma duymak mümkün.

peki bunlar akp karşıtlarının bir kısmının da sıklıkla ifade ettiği “gündem değiştirme operasyonları” mı? “gündem değiştirme operasyonu” tanımlayıcıları çeşitli kesimlerden, aslında hep daha önemli bir gündem var; ama nedense yıllardır şu tespiti yapmaktan da geri durmuyoruz: akp kendisini yeni bir toplumsal cinsiyet rejimi üzerinden inşa ediyor, hedeflediği islami toplum projesinin merkezinde ise kadın ve aile var. dolayısı ile bunları şekillendirmek için öncelikle kadın kimliğini dönüştürmek ve şekillendirmek gerekiyor. erdoğan’ın fırsat kollayan hallerinin altında bunu aramak daha mantıklı gözüküyor.

erdoğan’ın bu vurgusu aslında sermaye yönelimleri ve nüfus politikaları açısından tam da olması gerektiği gibi. 28 şubat'ta onaylanan torba yasada yer alan düzenlemeler (daha önce de “ailenin ve dinamik nüfus yapısının korunması programı” adı altında paket halinde sunulmuştu) kadınların doğum sonrası yarı zamanlı çalışmasına ilişkin. yasa “aile ve istihdam uyumu” çerçevesinde kadınlar için çocuk doğurmayı, yarı zamanlı ve esnek işlerde çalışmayı öngörüyor. bu yasa sıklıkla 6 mayıs'ta onaylanan ve “kiralık işçilik” olarak bilinen yasayla birlikte anılıyor. konuyla ilgili ayrıntılı raporlar kadın emeği ve istihdamı girişimi’nin internet sitesinde mevcut. bu bağlamda neoliberal politikalar açısından kadına biçilen role dair bu söylemler bir marjinallik arz etmiyor. bu -bir başka yazıda açılması gereken- ara notu başta yazarak ilerleyelim.

çoğu tespitte paralellik kuruldu, faşizmin klasik beden ve nüfus politikaları söylemleri ve uygulamaları ile erdoğan’ın söylemleri arasında: kadınları çocuk doğurmaya teşvik etme, annelik üzerinden kadınlar arasında hiyerarşi yaratma, “yeni nesli ve toplumu” kadınların çocuklarını yetiştirerek kuracağını vurgulayarak kadına evde çocuk bakımı görevini ulvi biçimde verme... peki bedenin tarihinde daha geriye gitsek bu paralelliği ortaçağa kadar taşıyamaz mıyız? doğum kontrolü ve kürtaj “suçu” işleyen cadıların avladığı, kadınların “tatmin edilemeyen cinsel şehvetleri” ya da “akıl ve ahlak yönünden eksik(yarım!) olmaları” yüzünden cadılığa yatkın olduklarını ifade edildiği. aslında kiliseye ve erkek egemenliğine bir başkaldırı olan, bilgiyi ellerinde bulunduran “korkutucu” halleri yüzünden yakıldıkları döneme? “aslında cadı avı kadınlara açılmış bir savaştı; bu onları alçaltmayı, şeytanlaştırmayı, toplumsal güçlerini ellerinden almayı amaçlayan planlı bir girişimdi. aynı sırada, kadınların yok olduğu işkence odalarında ve kazıklarda, burjuva kadınlık ve eve bağlılık idealleri şekilleniyordu.”* kadın bedeni ve doğurganlığına ilişkin politikaların ve müdahalelerin tarihi eski, kapitalist ilksel birikimin ve ortaçağ karanlığının buluştuğu nokta, türkiye’de neoliberal politikalarla islami faşizmin ortaçağ karanlığının buluştuğu noktaya da benziyor mu aynı zamanda? (demek ki kendi cadılarını ve kendi yasalarını yaratıyor! geçtiğimiz salı günü erkek yargı tarafından 15 yıl hapse mahkum edilen çilem aylarca adliye koridorlarında koruma kararı için mor bir suratla dolaştığını söylüyor. bu durum, o kadar “normaldi” ki çilem adeta görünmezdi. ne zaman ki ölmemek için bir erkeği öldürmüştü, yani yaşamını savunmuştu, o zaman “normalliğin” sınırlarını aşmıştı. çilem artık erkek egemenliği için yakılması gereken bir cadıydı!)

erdoğan’ın ‘fırsattan istifade’ yaptığı şey bir tanımlama, ‘kadın’ın yeniden tanımlanması, bu tanımlama ile kadın için yaşam sınırları da belirlenmiş oluyor. dillendirilen şey norm oluyor, bu normun dışındakilere ise her türlü muamele mübah... handan koç’un ‘muhafazakarlığa karşı feminizm’de belirttiği gibi islamcılığın bütün fraksiyonlarının iddiası kadının her türlü felaketten korunmasının temel şartı şeriata uygun islami bir hayat. yani şeriat, aile ve tarikat yeterli** olmanın da ötesinde gerekli. Bu sınırın dışı felakete isteyerek davetiye çıkartmak kabul edilene göre. iktidar sıklıkla bu sınırın altını çiziyor, vurgular yapıyor. bu sınırları gören-kabullenen ve uygulayan bir toplum inşa ediyor. geçtiğimiz haftalarda metro firmasına ait otobüste yaşananlar ve sonrasında yapılan yorumlar bunun bir örneği. cinsel saldırının büyük bir pervasızlık ve cüretle gerçekleştirilişi, bir kadının tek başına yolculuk yapıyor olması ve yolculuğun sonunda erkek arkadaşı ile buluşacak olmasına dair yorumlar... saldırganın da aslında bu yorumlara kaynaklık eden –iktidarın söylemleri ile her gün yeniden üretilen- algının verdiği cürete sahip olduğunu düşünebiliriz. bu yaratılan toplum normlarının bir örneği. kadın kendisine çizilen yaşam sınırlarının dışında dolaşıyor ve sınırlar dışında başına gelebileceklerin sınırı yok! bu noktada saldırgana “sapık” dememenin gerekliliği ortaya çıkıyor. sapık dediğimiz an yaşananı “münferit bir olay” kabul ederek tecavüzü, tacizi normalleştiren, kadın düşmanı söylemleri, erkek egemen düzeni görmezden geliyoruz. oysa kadıköy lisesi’nde bir kadın öğrenciyi odasına çağırarak “sana bakarsam orucum bozulur bu etek boyu ne” diye taciz eden müdürden kadın dişinden tahrik olan gazetecisine; başkentin ortasında eski sevgilisini silahla vuran polisten tecavüzcü ensarcılara, hepsi bir sapkınlığı değil bir toplumsallığı temsil ediyorlar. islami kurallar ile şekillendirilmiş, iktidarın söylemleri ile beslenmiş bir toplumsallık.

akp rejiminin her alanda işleyen bir algoritması mevcut: söylem, fiili durum yaratma ve yasalaştırma. fiili başkanlıktan fiili kürtaj yasağına kadar yelpaze geniş. yukarından aşağıya işleyen bir şekillendirme mevcut. bu söylemlerin de fiili ve yasal uygulamaları sıkça karşımıza çıkıyor. o yüzden söylem çok önemli. önce ideolojik bir saldırıyı temsil ediyor, sonrasında toplumsal fiili bir durum haline geliyor ve en sonunda bir bakıyoruz yasa tasarısı oluyor, kanun oluyor, maddeleşmiş, kurumsallaşmış üzerimize geliyor. toplumsal durumu yaratan söylemin referansı ise güçlü. islam doğası gereği tek başına inançla ilişkilendirilebilecek bir sistem değil; kendisi bir kurucu ideoloji. mutlaka politik sonuçlar doğuruyor ve geribesleme mekanizmaları da çok güçlü. zira toplumsallaştıkça radikalleşme oranında artış gerçekleşiyor. türkiye özelinde toplumsallaşma mekanizmaları yerli yerine oturtulmuş durumda cemaatler, tarikatlar, bunların okulları, yurtları, sermaye ilişkileri... kadın ve erkeğin kamusal alanda nasıl karşılaşacakları, kadının yeri-sınırları-yaşamının tamamı bu çerçevede belirlenmeye çalışılıyor.

bu noktada laikliği kazanma mücadelesinin kadın hareketi için kaçınılmazlığı ortaya çıkıyor. eğitimden aile mahkemelerine kadar her noktaya yönelmiş bir fetva mevcut. bu genişlik ve çeşitliliğin karşılayacak olan da direnişin genişliği ve çeşitliliği.

türkiye’de ilginç olan ise şu. bunca saldırının, bunca düzenlemenin, kimliği, bedeni üzerine kurulmuş bir tahakkümün üzerinden yükselen karanlığın ortasında, kadınlar bir direnme damarı illa ki buluyor. belki bize “bıktım illallah” dedirten, ardı arkası kesilmeyen açıklamaların ardında bir yandan da iktidarın bunu gören ve tabii bundan hiç hoşlanmayan gözleri var.

boşuna demedik “yakamadığınız cadıların torunlarıyız” diye; süpürgesini kapanın geldiği daha geniş zeminlerde buluşmanın yollarını bulmak dileği ile...

Çilem Doğan dayanışma mektuplarımızı/kartlarımızı bekliyor:
Tarsus Kadın Cezaevi
B Blok, 1/7 Koğuş
Mersin/Tarsus

*Handan Koç, Muhafazakarlığa Karşı Feminizm

** Silvia Federici, Caliban ve Cadı