Her yıl kar yağınca (yağarsa eğer) bir kar yazısı yazıyorum nedense. Herhalde İstanbul’da epeyce karsız kış geçirdiğimiz için, kar bana çocukluktan kalma bir mucize olarak görünüyor da ondan. Ama karla birlikte bir ikilem içinde de kalıyorum: O nefis kartpostal manzarasına karşı, donan küçük kuşlar, evsizler, yoksul çocuklar vs. Kimi çocuk kitapları ile terbiyevi okuma kitabı yazılarının etkisi olsa gerek. Bu yıl da gene lapa lapa kar, minicik kuşlar (bu kuş meselesi aslında Recaizade Ekrem Bey’in bana kazığıdır), bizim kuşağımızın “Beowulf”u sayılacak “Elhan-i Şita” gibi normal kış olaylarını ortaya döktük. Yalnız Elhan-ı Şita’nın şairi Cenap Şahabeddin Bey’in hakkını yemeyeyim. Her ne kadar kelimelerinin yarısından çoğunun anlamını bilemesek de, üç ayrı kalıpta, karın çeşitli ritmlerini yaşatan aruz vezni bize yol gösteriyordu. O yıllarda aruz vezni öğrenirdik de...

Korkmayın, bu yılın kar-kış yazısı aradan çıktığına göre mevsim konusunu geride bıraktık demektir. Öyleyse, filmler mi? Evet, ama lütfen ödül sezonunun başrolündeki filmler olmasın. “La la Land”in adını duymak istemez hale gelmem yakındır. Aslında hep olduğu gibi erken başarı, fazlasıyla favori olma gibi görünürdeki avantajlar, korkarım Chazelle’in filminin şansını arttıracağına azaltacak. Bu haftanın filmlerinin içinde “La La Land” de var.

Bir de, henüz görmediğim bir Mira Nair filmi var: Queen of Katwe. FilmEkimi’nde kaçırdığım, Kabakçığın Hayatı’nı da unutmayayım. İnsanlara grip bulaştıracağımdan korkmasam, kalkıp sinemaya giderim. Hoş, pek halim de yok ya. Ama siz gidin, isterseniz. Belki Star Wars seviyorsunuzdur, Belki Rogue One: A Star Wars Story’yi görmemişsinizdir, görmeye değer bulmadınız belki. Ama serinin bir parçası olmasa da, Star Wars hayranlarına eminim ki aşina gelecek. Chewbacca’nın hakkını yemek gibi olmasın, nefis yaratıkları var.

Rogue One, Lucasfilm'in yeni ara dönem filmlerinden ilki. Bir grup bilinmedik, beklenmedik kahramanın, Ölüm Yıldızı planlarını çalma görevi için bir araya gelişinin hikâyesi... Elbette imkânsız bir görev.

Hayal gücüne eşlik eden baştan çıkarıcı görüntüler, müthiş aksiyon sahneleri ve yönetmen Gareth Edwards’ın coşkusu bir yana, Rogue One’ı sevmemin en büyük nedeni oyuncuları. Daha doğrusu filmde, çok sevdiğim birkaç oyuncunun olması. Bir numarada, Riz Ahmed yer alıyor. Mini dizi The Night Of’ın Naz’ı Ahmed’le bir kere de, hayretler içinde, Shakespeare tiradları okuyan aktörler seçkisinde karşılaşmıştım. Burada Bodhi Rook olarak karşımızda. Daha çok festivallerde gösterilen türden filmlerde oynarken tanıdığımız Mads Mikkelsen ise (Lars’ın kardeşi), Galen Erso’yu oynuyor. Ama onu bir uzay filminde gördüğümüze şaşmıyoruz. Ne de olsa, daha önce Doctor Strange’de oynamış, ondan önce de onun karakteriyle aynı adı taşıyan dizi Hannibal’de rol almıştı. Laf uzaydan açılmışken, bunca yılın Oscar’lı oyuncusu Forest Whittaker’ın ağzına da “Arrival” ile bir tadımlık uzay balı çalınmışa benziyor.

Yıldız Savaşları evreninde yer alan ilk Çinli oyuncuya, Chirrut Îmwe’yi oynayan 53 yaşındaki Donnie Yen’e selamlarımızı yolluyoruz. Onu önümüzdeki yılda da xXx: Return of Xander Cage’de izleyeceğiz. Felicity Jones’a gelince, bütün önyargılarımı yıkıp haddimi bildirdiği için kendisine teşekkürlerimi sunarım.
İşte böyle. On gündür griple muhatap olursan, kardan başlayıp Rogue’dan çıkıyorsun. Eğer gösterimden kalkmazsa, haftaya size bir “I, Daniel Blake” yazısı borcum olsun.