Bugün babamı ve Yavuz Yükselbaba’yı anarken toplumsal belleği ve ‘’unutma’’yı konuşacağız. Kaybettiklerimizi senede bir gün hatırlayanların sarf ettikleri klişeleri ve bunların neye hizmet ettiğini anlamaya çalışacağız. Hatırlamanın ve/veya unutturmamanın yeni yollarını arayacağız. Gelin bunu beraber düşünelim. Daha fazla kirlenmemek için yeniden hatırlayalım.

Sürahideki su

Aylin TEKİNER*

1990’lı yıllarda işlenen siyasi cinayetlerin ve kitlesel cenaze törenlerinin ardından dile pelesenk olan üç beş kalıp cümle, hayatımıza anma sloganları olarak yerleşti. Devlet ise adeta bu sloganlar daha da yerleşsin, yaygınlaşsın dercesine canhıraş çalıştı. Anma törenlerinde ön sırada saf tutan ve söyleyecek samimi ve dönüştürücü bir sözü varmışçasına söz alan protokol mensubu “Yıllar önce bugün, karanlık güçlerce…” diye başladığı konuşmasını yılmadan ve ezber bozmadan hep bu klişelerden biriyle noktaladı: “Unutmadık, unutturmayacağız!” Kalabalık ise kendi sloganıyla devam etti: “Unutursak kalbimiz kurusun!”

Sonra? Sonra güne devam.

Derine kök salmış, güzele, iyiye, çok renkliliğe tahammülü olmayan, sevmediğini yok edip öldüren şu “şanlı devlet” bir mafya liderinin kendine has ifşa yöntemi ve hiddetiyle haftalardır sallanıyor. Mafya lideri, elinin en az kendininki kadar pis olduğu iddiasıyla altı boş bir kutsiyet atfettiği “DEVLET”inin kirini pasını bizlere açıktan gösteriyor. Kutsal devlet tüm kurumlarıyla bir kez daha gözlerimizin önünde çözülüyor. Bir çoğumuzun daha erkence öğrenip tanıdığı, tanımak zorunda bırakıldığı devletin çark dişlisinden kopan bu savrulmuş zincir geniş bir kitleyi kendine ‘‘hayran bırakarak’’ ve dahası ‘’eğlendirerek’’ büyük bir şevkle bir zamanlar parçası olduğu o çirkin ve çarpık çarkın döngüsünü anlatıyor. Aslında söyledikleri geçmişte olan biteni nasıl da hatırlatıyor: 12 Eylül’e varan yolda ölüm listeleri hazırlayıp devletin tetikçiliğine soyunan faşistlerin estirdiği terörü. Ya da 90’lara gelindiğinde aynı güçlerin bu defa devlet-siyaset-mafya üçgeninde nasıl uyuşturucu ve silah kaçakçılığında konuşlandıklarını. Susurluk’taki o “kaza”nın bize gösterdiği, bugün de göstermeye devam ettiği kirli, derin ve örgütlü suç ağını.

Mafya lideri, mezarının üzerinde ‘’Yiğitler Yiğidi’’ (!) yazan Abdullah Çatlı’ya henüz toz kondurmuyor ama 70’lerde devlet tarafından özel eğitilen, 90’larda ise faili meçhullerle birlikte isimlerini daha çok duyar olduğumuz kilit figürleri bugün boncuk gibi ipe diziyor. Bir yandan racon keserken bir yandan da kanımızı dondurarak sözü siyasi cinayetlere getiriyor. “Uğur Mumcu cinayetini…” diyor. Bir yandan yüreğimiz sıkışırken bir yandan konuşsun istiyoruz, daha çok konuşsun. Siyasi cinayetler, faili meçhuller, operasyonlar, tetikçiler, milyon dolarlar, milyar dolarlar, devlet bürokrasisinin taşeronluğunu üstlendiği uyuşturucu ve silah ticareti…

İçinden geçmekte olduğu tünelin karanlığı gittikçe derinleşen memleket, iştahla bu şahsın bir sonraki videosunu beklerken, hatta bundan medet umarken, biz, 41 yıl önce öldürülen babam Av. Zeki Tekiner’i ve babamın yaşam hakkını savunurken kendisi de kurşunlara hedef olan Yavuz Yükselbaba’yı anacağız bugün. Böylesi bir siyasal atmosferde, geçmişten ziyade tam da bugünü konuşacağız. 41 yıl önce bugün işlenmiş ve faili meçhul bırakılmış bir cinayetten bugüne bakacağız. Cezasızlıktan, failden, devletten ya da derin iş birliklerinden ziyade bugün biz, makas değiştirmek için unutmayı tercih edenleri hatırlatacağız.

surahideki-su-888525-1.

Bu yıl ilk defa Cumhuriyet Halk Partisi babamın anmasında yanımızda olmayacak. Çünkü babamın ve babam gibi öldürülen yüzlerce CHP’linin isimlerini dahi bilmeyenlere, anılarını yok sayanlara öfkeliyiz. Ve öfkemiz dünkü kadar taze, büyük.

CHP yönetimine öfkeliyiz çünkü kendi Nevşehir İl Başkanlarının katillerini cinayete azmettiren, bu nedenle idamla yargılanan faşistin geçtiğimiz yıl temmuz ayında ittifak ortakları İYİ Parti Nevşehir İl Başkanı seçilmesine itiraz etmediler. Öfkeliyiz çünkü ‘’kutsal’’ ittifaklarına zeval gelmesin diye bu utanç karşısında örgütlü biçimde sessiz kaldılar. Bu şahıs İbrahim Şahin’in komiser yardımcısı olduğu Nevşehir Emniyet Müdürlüğü’nde, Abdullah Çatlı, Mehmet Ali Ağca ve kendisi için sahte pasaport düzenlediği iddiasıyla yargılanan biri. Sahte pasaportla kaçtığı Almanya’dan cinayetteki rolü nedeniyle yargılanmak üzere idam edilmemek koşuluyla Türkiye’ye iade edilen, müebbet hapis cezasına mahkûm olan, ancak kısa sürede şaibeli bir şekilde tahliye edilen biri.

Takdir edersiniz ki Cumhuriyet Halk Partisi bu utançla da yetinmedi. Partinin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kimi konjonktürel solcuyu yanına katıp, bu zemini bozuk oyunda el yükselterek partisinin sağda saf tuttuğunu sembolik bir ziyaretle teyit etti. Bir oldular, 12 Eylül öncesinde sol ideolojiden binlerce yurtseverin öldürülmesinde taşeronluk rolü üstlenen bir faşist liderin, Alparslan Türkeş’in evine gidecek kadar alçaldılar. Ve bu ziyareti Maraş Katliamı’nın yıl dönümünde yapıyor olmaktan da zerre sıkılmadılar. O kapıdan içeri adımını atan her bir isim 1980 öncesinde faşistlerce katledilenlerin ailelerine, ocağına ateş düşenlere bir özür borçludur. Akıllarına kazıyana kadar bunu da yinelemekten geri durmayacağız.

Yıllarca CHP’nin pek çok kademesinde önemli görevler alan ve öldürüldüğünde parti il başkanı olan bir siyasetçinin cenazesini kurşuna dizecek tıynetteki bir faşist yapılanmanın bugünkü artıklarıyla en ufak bir kırmızı çizgi gözetmeksizin kol kola girdikleri için CHP’den hesap sormaya elbette devam edeceğiz. Babamın 13 kurşun isabet eden tabutunu omuzlamak, değerlerini yitirmiş bir örgüte belli ki zor geliyor. Ama sevgili Arat Dink’in geçen yıl gerçekleşen 40. yıl anmamızda söylediği gibi “Biz tabutlarımızı sırtımızda taşıyoruz. Bu bir yük. Gocunmuyoruz da. Taşıyacağız. Mezar ne kadar uzaktaysa oraya kadar taşıyacağız.”

Bu yolculuk sürdükçe de annemin, Ankara’da, çocukluğumuzun geçtiği mahallede salı günleri kurulan semt pazarında üç çocuğuna yıllarca her yaz, yine bir salı günü öldürülen kocasının ruhu için dağıttırdığı bir sürahi suyu dağıtmaya kalben devam edeceğiz. O suyun serinliğine sığınacağız. Biliyoruz ki bir gün dağıtmayı bırakırsak, kalbimiz işte o zaman kuruyacak.

Bugün babamı ve Yavuz Yükselbaba’yı anarken toplumsal belleği ve ‘’unutma’’yı konuşacağız. Kaybettiklerimizi senede bir gün hatırlayanların sarf ettikleri klişeleri ve bunların neye hizmet ettiğini anlamaya çalışacağız. Hatırlamanın ve/veya unutturmamanın yeni yollarını arayacağız. Gelin bunu beraber düşünelim. Daha fazla kirlenmemek için yeniden hatırlayalım.

surahideki-su-888524-1.
Yavuz Yükselbaba

*Aylin Tekiner, eski CHP Nevşehir İl Başkanı ve milletvekili olan Mehmet Zeki Tekiner'in kızı. Zeki Tekiner ile CHP üyesi Yavuz Yükselbaba, 17 Haziran 1980 tarihinde gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu öldürülmüştü.

Aylin Tekiner: Sanatçı, yazar ve insan hakları savunucusu. Toplumsal travmalar özelinde hafıza ve adalet kavramları üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. 2008 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitimin Kültürel Temelleri Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. Doktora tezinden yola çıkarak hazırladığı “Atatürk Heykelleri: Kült, Estetik, Siyaset” adlı kitabı 2010-2014-2021 yıllarında İletişim Yayınları tarafından basıldı. 2015-2016 yılları arasında post-doc çalışmalarını sürdürdüğü Yale Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde gölge tiyatrosu teknikleri üzerine çalıştı. Ülkesinde ve yurt dışında kişisel sergiler açan ve karma sergilere katılan Aylin, New York merkezli bir araştırma enstitüsü olan Research Institute on Turkey’nin eş direktörüdür. Türkiye’de siyasi cinayet mağduru 28 ailenin bir araya gelmesiyle oluşan Toplumsal Bellek Platformu üyesi, Columbia Üniversitesi Sosyal Farklılıklar Araştırma Merkezi üyesi ve aynı zamanda 1980 darbesine yönelik kolektif hafıza çalışmaları yürüten Çocuklarız Bir Aradayız inisiyatifi üyesidir.