Ülkenin ve yaşadığımız coğrafyanın belki en kritik kırılmalarının yaşandığı günler, “büyük koalisyon” ihtimalinin narkoz etkisi altında geçti. Büyük koalisyon aslında bu narkoz halinin süreklileştirilmesiydi. İhtimalinin bile bu kadar uyuşturduğu formül hayata geçseydi, iyice ucubeleşmiş rejimin en sorunlu dinamiklerine (ya da karşı devrime deyin) hayat öpücüğü olacağı kesindi. Yaşanacak krizlerin/yıkımların faturasının ise CHP’ye kesilmesi kaçınılmazdı. Zaten nerede ise bu koalisyonu isteyenlerin tamamının CHP’ye biçtikleri yegâne rol AKP’nin “frenlenmesiydi.” Olmadı, olamayacaktı. AKP’nin vasisinin daha 7 Haziran gecesi kafasına koyduğu seçimin yenilenmesi senaryosu vekilharç/işgüder “elemanı” tarafından hayata geçirildi.

Aslında hiç de samimi olmadan, çözüm niyeti taşımadan başlattığı “koalisyon sürecini” diğer partilere fatura ederek sonlandırma oyununu oynadılar. Aynen yeni Anayasa ve Kürt sorununda olduğu gibi… CHP bu tuzağa düşmedi. Koalisyon kurma görevinin teamüllere aykırı olacak şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’na verilmemesiyle de her şey açığa çıktı.

Anlaşılıyor ki AKP’nin bu seçimlerdeki ana stratejisi, özellikle kaybettiği Kürt oylarını milliyetçi oylarla telafi etmek. Bunun için de içeride ve dışarıda şiddeti tırmandırmak. Böylece milliyetçi reflekslerle MHP’ye oy veren -ve belki de daha fazla, “ülke bütünlüğünü” önemseyen, geleneksel olarak bir gerilim anında tercihini devlet aygıtını elinde tutandan yana kullanan yurttaşların oyunu almak. AKP’nin bu dar zamanında elini “rahatlatan” ve gündemi kapatan PKK şiddeti de seçimin ana belirleyeni olacak görünüyor.

AKP’nin oyunu almayı hedeflediği seçmenin aklını çelecek (Kandil’in bombalanması, IŞİD’e göstermelik müdahaleler gibi) bazı hamlelere yol veren ABD’nin de bir diğer “rahatlatıcı” olduğu ve asıl faturanın İncirlik olmayacağı ortada. Ama işi o kadar kolay değil.

Tuzak kurmakta, yönlendirmekte, yalan propaganda da daha “sofistike” olan Cemaatçi kadrolarını kaybeden iktidarın her hamlesi duvara çarpıyor. Gazetelerinin pespaye manşetleri artık propagandanın değil, zavallı bir mizahın konusu olabilecek nitelikte. Bilim insanları, din adamları, yorumcuları tel tel dökülüyor. İşte kardeşini şiddete kurban vermiş acılı bir yurttaşın yakınmasını “Alevi” olması üzerinden gerekçelendirmeye çalışmaları ters tepti. Belki de şimdiye kadar hiçbir örgütlü yapının başaramadığı yaygınlıkta bir barış talebine ve “süreç eleştirisine” dönüştü.

Göz ardı ettikleri bir şey var: Şimdi buzdolabına mı, derin dondurucuya mı koyduklarına bir türlü karar veremedikleri “çözüm süreci” toplumsal alanda çok şey değiştirdi. Bu süreçte ölümlerin azalması gibi olumlu sonuçları olsa da, çatışmanın başlaması halinde halkın katılacağı yoğun bir iç savaşa dönüşme riskini arttırdı. Aklını ve sağduyusunu yitirmiş bir iktidar kadrosunun yarattığı risk de cabası.

İşte son günlerdeki ölümler ve cenaze törenleri sonrasında yaşananlar bu tehlikenin gerçekleşme riskini artırıyor. Başlangıçta “süreç”, iddia ettikleri barış/çözüm hedefinden bağımsız bir “varlık” gibi algılatıldı. İyi niyetli uyarı ve eleştiriler bile barış/çözüm karşıtlığı olarak mahkûm edildi. Böylece dinamiklerinden ve belirleyenlerinden bağımsız bir “mit” yaratıldı. İktidar ve Kürt hareketi o alana başka aktörlerin kendi argümanlarıyla girmelerine izin vermedi. Her iki taraftaki eleştirilemezlik ve barış dili zırhıyla mücehhez aktörler şimdi aynı “miti” savaşın gerekçesi olarak kullanıyorlar. Cenazelerde canı yanan bir kısım yurttaşımız da aktörler yerine fail olarak “onu” işaret ediyorlar: Süreç! fail soyut olunca faturanın en yakındaki “ötekine” çıkarılması ve düşmanlığın derinleşmesi kaçınılmazdır.

Dağlarında, yollarında, kentlerinde yoksul halk çocuklarının ölmediği kalıcı ve gerçek bir barışı tesis etmiş bir ülke için yapılacak ilk iş şiddetin sonlandırılmasıdır. Türkiyelileşme iddiasındaki HDP, hükümete bakan verip seçimlere hazırlanırken, şiddetin sürdürmesi hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz. Herhangi bir önşart ileri sürmeden silahlı eylemlerin sonlandırılmaması şiddetin daha da yaygınlaşması ve iç savaş riskini arttıracağı gibi, sadece seçim gündemli yapılacak ateşkesin samimiyetini de sorgulatacaktır.

Aksi taktirde kazanan sahte gözyaşı döküp, ölümü kutsayanlar ve emperyalizm olacaktır.