Abdullah Rıza Ergüven hakkında, doksanlı yıllarda, bir kitabından dolayı dava açılmıştı. Yazar yurtdışında olduğu için doğal olarak duruşmalara katılamamıştı...

Abdullah Rıza Ergüven hakkında, doksanlı yıllarda,  bir kitabından dolayı dava açılmıştı. Yazar yurtdışında olduğu için doğal olarak duruşmalara katılamamıştı. Hukuk bu “doğallığı” doğal karşılamadığı için hakkında “yakalama” kararı çıktı.

Ergüven’in başına “bir şey” gelmemesi için, İsmet Arslan, Aydın Öztürk, Özgün. E. Bulut ve ben, havaalanına karşılamaya gittik. Yazar çifte vatandaşlığa sahip olduğu için, diğer ülkenin konsolosluğunun girişimi ile havaalanında başına “bir şey” gelmedi. Doğrusu bu konuda ben, bir avukat olarak ne yaparsam yapayım, diğer ülke yetkilileri kadar becerikli olamazdım. Yakalama kararına karşı girişimlerde bulunsaydım bile sonuç alamaz ve yazarı o gece emniyette misafir ederdik. Çok bildik bir davranış kalıbı;  “yabancıya ayıp olmasın” kompleksi, ya da dışarıya karşı ülkenin prestijini koruma kaygıları, en az bir gecelik nezaretten Ergüven’i kurtardı. Bu arada, benim alabileceğim tek önlem, yazarın geliş gününün ertesinin çalışma günü olması ayrıntısını Ergüven’e iletmek olmuştu. Çünkü o durumda ertesi sabah nezaretten adliyeye gitme şansı olacaktı. Tersi durumda, yani ertesi günün tatil olması, nezaret misafirliğinin uzaması anlamına gelecekti.

Dış politika kaygıları nezareti önledi. Ancak, Ergüven’in kaygıları sürüyormuş, bunu sonradan anladık. Arabaya binerken arka sıranın ortasına oturmak istedi. Arka orta bölüm bir arabada en rahatsız edici yerdir oysa. “Bir kaza anında en az zarar burada oturana olur” diye açıkladı bunu. Ben orta dikiz aynasından arkaya baktım. Sağ tarafta oturan sevgili şair Aydın Öztürk ile göz göze geldim. İkimiz de ne düşündük kimbilir, şimdi anımsamıyorum.

Ergüven’i İsmet’in Karayolları Mahallesi’ndeki evine götürdük. Ev koşullarını görünce ve oraya kadar sağ salim ulaşınca, Ergüven şüphelerini açıkladı; bizim polis olabileceğimiz düşünmüş! Yolda onu ortadan kaldırabilirmişiz! Yazar, altmışlı yılların sonunda gittiği gönüllü sürgünlükte, uzun yıllar müreffeh bir Kuzey Avrupa ülkesinde yaşadıktan sonra, yılların oluşturduğu mesafeyi ne yazık ki ortadan kaldıramamış. Kendi ülkesine, dışarıdan, yabancıların sahip olduğu önyargı ve yanlışlıklarla dolu olarak bakma yanlışlığına düşmüştü. O dönemde elbette yazarlar, aydınlar öldürülüyordu, elbette, “batılı anlamda” insan hakları, demokrasi tehlikedeydi. Ama, bu ülkenin de dürüst insanları vardı. Bunu anlamak ve tanımak için, aradaki mesafenin olmaması gerekirdi. Yazar şüphelerini anlatırken, yola çıkmadan önce geldiği ülkede hazırlanmış, ince, ince dilimlenmiş, soyulmuş, sonrada ince bir naylon torbaya konmuş elmasını yiyordu. Ben bizim elmalarımızın da iyi olduğunu söyleme gereği duydum; paketi eşi hazırlamış! Bu da başka bir mesafeydi.

Duruşmada, önceden ciddiyetle hazırladığı uzun savunmasını yapacağı sırada, asliye ceza mahkemesi yargıcı, kendisini tanıdığını söyledi. Yargıç ilk gençliğinde şiir okurmuş. Ergüven’i de şiirlerinden tanıyormuş. Yazar, böylesi “hoş” bir rastlantıdan fazla etkilenmedi.Çünkü, yargıç da dahil olmak üzere, her türlü saldırıya hazır bir düşünsel ve fiziksel konum almıştı. Ki bu da bir mesafe sorunuydu. Savunmasını yaparken de sık sık izleyici ve basın mensuplarına dönmesi nedeniyle, yargıç birkaç kez uyarmak zorunda kaldı. Yaptığı savunmaya çok güveniyordu. Oysa, bu ülkede kalıp, sürgün meyvesine yeltenmemiş nice yazar da aynı yollardan gelip geçmişti/ gelip geçiyordu. Mesele mesafe meselesiydi.

Ergüven’in yapıtlarındaki son derece hırçın dil ve biçemde belki bu mesafe ile ilgili bir sonuçtur. Çünkü, mesafenin varlığı, yazarı bilerek veya bilmeyerek saldırgan yapabilir. Mesafe büyük bir baskı/travmadır çünkü.  Hem dil ve anlatım, hem de içerik olarak bir mesafe oluşmuştur. Coğrafi ve güncel mesafeden çok daha fazlası bir durum söz konusudur. Bu baskıyı Nazım da duymuş, başka sürgünler de duymuştur. Nazım’ın farkı, mesafeyi ortadan kaldırabilmesidir. Benzer biçimde Kemal Burkay da mesafeden kendisini “muaf” tutmasını bilmiştir..

Mesafe saptaması, Ergüven için bir eksiklik vurgusundan öte, bir durum saptamasıdır. Başka bir deyişle yaratıcı olabileceği kadar, yıpratıcı da olan mesafeye bir vurgudur.

Haftanın dizesi; “Söz yerinden yırtılmış bir gönül elbisesi” (Abdülkadir Budak, mesafe,YKY)