Dozerlerin yara açtığı evlerde artık kurşun izleri görülüyordu. Devletin her türlü aygıtı iş başındaydı Diyarbakır’da; “bir güvercin tedirginliği”nde yaşamanın ne demek olduğunu Suriçi halkı o kadar iyi biliyordu ki...

Suriçi, sürgünlüğün adı

surici-surgunlugun-adi-79229-1.GÜLŞEN İŞERİ

“Sürgün hakkında düşünmek tuhaf bir biçimde davetkâr hatta kışkırtıcı bir şeydir de, sürgünü yaşamak korkunçtur. Sürgün, bir insan ile doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında zorla açılmış olan onulmaz gediktir” diyor Edward Said Kış Ruhu kitabında...

Biz sürgünü ne kadar anlarız bilmem ama bölgenin sürgünlüğü orada yaşayanlar açısından Said’in dediği gibi onulmaz bir yara. Sürgünlük batıda yaşayanlar için yerinde edilme korkusuyken, Diyarbakır gibi yerlerde sadece yerinde edilme değil, ölümün de beraber yaşandığı koca bir kayıp!

Suriçi’ne yolum Ateşin Ve Sürgünün Gölgesinde /Kentsel Dönüşüm kitabımın bir bölümü için düşmüştü. Diyarbakır’ın kentleşme sürecine bakarken bir yandan da 90’lı yılların savaş ortamında binlerce insanın sürgün hikayesi Suriçi denilen derme çatma evlerin içindeydi.

BİR SÜRGÜNDÜR SURİÇİ

Ancak politik sürgünlüklerine başka bir sürgünlük daha eklenmişti: Kent Sürgünleri... Belki de adını hiç duymadıkları ‘kentsel dönüşümü’ evlerinden edildiklerinde öğrenmişlerdi, çünkü onların evden edilme halleri devletin imha politikasıydı!

Bu kez devlet gaspla Diyarbakırlılara ikinci sürgünü yaşatıyordu. Suriçi’nden Çölgüzeli’ne TOKİ konutlarına doğru... 2000’li yıllarda İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde hız kazanan kentsel dönüşüm adı altında yürütülen politikalardan Türkiye’nin doğusu da payına düşeni almıştı...

Adını bilmedikleri ama her geçen gün yok edildikleri bir sürgündü bu! Politik inkâr ve imha ile beraber 1990’larda köy yaşamından alınıp kentlileştirilmeye zorlanmış Kürt halkı; sürgün edildikleri kent merkezlerinde kendilerine yeni yaşam alanları inşa etmeye başladı. Tarihi Diyarbakır surlarının dibinde gecekondular, derme çatma evler yapıldı... Kentlerde değerleri, kültürleri, yaşantıları ve gelecekleri felce uğrayan halk bir süre sonra da kentin kentlileşemeyen sorunu olmaya başladı. Bir yandan yoksulluk, bir yandan işsizlik başetmeye başlayan halk o sert politikadan devletin “modernizm” diye yutturduğu dönüşüme eviriyordu!

Suriçi’nin Kentsel dönüşüme teslim edilişi, kentin bir çok yerinde devletin yasal taşeronu TOKİ binalarının yükselmesi ise ard arda geldi.

"SÜRGÜNLÜK DERSEN BİZİM İÇİN ÖLÜM GİBİ"

Suriçi boşaltılmıştı, kalanlar direnmeye devam ediyordu etmesine de son yaşanılan olaylar da onlar da yok oldu. Dozerlerin yara açtığı evlerde artık kurşun izleri görülüyordu. Devletin her türlü aygıtı iş başındaydı Diyarbakır’da; “bir güvercin tedirginliği”nde yaşamanın ne demek olduğunu Suriçi halkı o kadar iyi biliyordu ki... ! “Biz sadce barış istedik, sokağa çıkma yasağı ilan edip zaten yerle bir olmuş Suriçi’ne kurşun yağdırdılar” diyor adını vermek istemeyen bir Diyarbakırlı...

“Evlerimiz yıkılmıştı, bizi de kurşuna diziyorlar... Sürgünlük dersen bizim için ölüm” diyenlerle, artık dönüşümmüş, evlerimiz yıkılacakmış, çok düşünmüyoruz, bir savaşın eşiğindeyiz ve önce bizi öldürecekler...” diyenler 1 yıl önce bana kentsel dönüşümü anlatıyorlardı. Şimdi ölüm korkusunu...

Çünkü ekranlarda başına silah dayanan gazetecileri görüyorlardı, zırhlı araçla ölü bedenleri sürüklüyorlardı, yaşı kadar kurşun sıkıyorlardı bedenlere... Sadece görmüyorlardı da, yaşıyorlardı.

Ben de aynı duyguyu yaşıyorum onlarla, Diyarbakır’ın kentsel dönüşümü için elime kalemi aldığımda Cizre’de yaşanılanları, Cudi’deki yangınları, çocuklara sıkılan kurşunları nasıl unuturum ki! Hacı Lokman Birlik’in ölü bedeni zırhlı araaca bağlanıp sürüklenirken insan başka konularda ne düşünür ki! Düşünemez!

Önce dozerler yerle bir etti Suriçi’ni, sonra özel harekat polisleri kurşun yağdırdı! Her ikisinin sonucu, sürgünlükten ölüme uzanan uzun ince bir yol!