AKP’nin bugün vardığı çizgi Ortadoğu’da çok örneği görülmüş, hepsi de hüsranla sonuçlanmış ve son yıllarda İran’ın da kopmaya çalıştığı ilkel bir Batı düşmanlığıdır. Bir Ortaçağ İslamcılığının dürtüsü ve tezahürüdür

Suriye, Abd, Türkiye  ve Müslüman Kardeşler…

Amerikalılar (Suriye’de) neden bir şey yapmadı?
16 Mart tarihli Le Monde gazetesinde B. Barthe imzalı bir yazı bu başlıkla yayınlandı. «Türkiye’de yürütülen birkaç haftalık bir araştırma»nın ürünü olan yazı, ABD’nin Suriye’de neden pasif kaldığını, neden IŞİD’in yükselişine kararlı bir şekilde set çekilmediğini sorguluyor.

Araştırma önemli bir kaynağa dayanıyor. Yıllarca bölgede CIA hesabına çalışmış Suriyeli bir ajan, elinde otantik belgeler, Le Monde muhabirine «şimdiye kadar gizli kalmış» bazı bilgiler sızdırmış. Üstelik gazete bununla da yetinmemiş, bilgileri başka ajanlardan edindiği bilgilerle karşılaştırdıktan sonra açıklıyor. Ajanlarla ücret ve finansman pazarlıkları da Adana, Gaziantep ve Ankara otellerinde yapılmış ve bu konuda Amerikalıların pek de cömert davranmadıkları anlaşılıyor. Yazarın «baş-casus» dediği ve güvenlik nedeniyle adını « M. » olarak andığı Suriyeli muhbir, Cerablus, Tel Abyad, Manbij, Rakka gibi IŞİD’in eline geçen şehirlerde casus şebekeleri kurmak için istediği aylık 30 bin doların ancak üçte birini elde edebilmiş ! Bugünlerde ise tam bir düş kırıklığı içinde. Nedeni de açık. Mayıs 2013’ten itibaren CİA ve Pentagon’a düzenli olarak ulaştırdığı bilgilere, Amerikalılar bazen « karar vericilere ilettik », bazen de « bunları biz de biliyoruz » gibi kaçamak yanıtlar vermişler. Oysa sonuç da ortada ; Obama yönetimi, IŞİD’in iki yıl içinde « 20 üyeden 20 bin üyeye çıkışı »na adeta seyirci kalmış. Ve Türkiye sınırlarından her ay kolayca geçen yüzlerce « cihadist »in de katkılarıyla örgüt hızla büyümüş. « Bu yabancılar ülkemize haklarımızı ve toprağımızı çalmak için geliyorlardı », diyor Suriyeli ajan, acı içinde..

• • •

Makale, önce Suriye dramının « çok iyi bilinen » üç nedenini sıralıyor : 1) Esad rejiminin «aşırılıklara ortam oluşturan kaosu yaratan sınırsız sertliği» ; 2) Körfez sermaye babalarının « ayaklanmayı mezhep kavgasına dönüştüren karanlık oyunları » ve 3) « bir sürü hata yapan » muhalefetin parçalanması. Yazarın kendisi bunlara bir de dördüncüsünü ekliyor : Amerikalıların Suriyeli muhalifleri küçük görmesi !



« M. »nin en çok esef ettiği şey, 2014 yazında IŞİD’i Halep’ten kovmak için hazırlanan gizli bir planın yürürlüğe geçirilememesi. Plan bir kaç kez ertelendikten sonra, yılın sonunda da tamamen rafa kaldırılıyor. Ve arkadan da El Nusra Cephesi, bu operasyon için görevli Özgür Suriye Ordusu birliğini « sürpriz bir baskınla » etkisiz hale getiriyor.

• • •

Şimdi soru şu : Nasıl oluyor da Amerikalılar Ortadoğu’da bu kadar vahşi, bu kadar yıkıcı gelişmelere duyarsız kalabiliyorlar ? Le Monde yazarı bunu o sıralarda bölgede diplomat olarak görev yapmış bir Amerikalıya da soruyor. Şubat 2014’te görevden ayrılmış ve halen Middle East Institute’da araştırıcı olarak çalışmakta olan Robert Ford şu yanıtı veriyor : « Obama ve ekibi Suriye’de askeri güç kullanma ve muhalefeti silahlandırma konusunda hep isteksiz davrandı. Bu konuda iki şeyden kaygı duyuyorlardı. Birincisi, verecekleri silahlar El Nusra’nın eline geçer diye korkuyorlardı ; ikinci olarak da bu silahların Esad rejimine karşı kullanılmasını istemiyorlardı ; çünkü, Şam’daki elçiliklerini kapatmış olmalarına rağmen Esad rejimi gözlerinde meşru sayıldığı için bunun uluslararası hukuku çiğnemek anlamına geleceğini düşünüyorlardı ». B. Barthe bu konuda tamamlayıcı bazı bilgileri de Güneydoğu Anadolu’da « Erdoğan’ın yardımıyla » yaşadığını söylediği Cemal al Maaruf’tan almış : « Amerika’dan gelen askeri ve insani yardımın bir kısmına El Nusra el koyuyordu » ; diyor El Maaruf, « fakat bu örgüt tanksavar TOW missillerine dokunmuyor ; çünkü bunlara el koyarsa bir daha verilmeyeceklerini biliyor ».
• • •
İlginçtir ki Suriye dramına ışık tutan yazıda Türkiye adeta yok sayılmış bulunuyor. Yine de bütün bu trajik gelişmelerde Türkiye’nin oynadığı rol, tek fakat çok önemli bir cümle ile sergileniyor : « Katar ve Türkiye, Özgür Suriye Ordusu dışında, kendi kanallarını ve adamlarını kullanıyorlar. Müslüman Kardeşler’e yakın Stokholm’lü imam Haytham-ahme’nin kiraladığı gemilerin taşıdığı silahlar Libya yoluyla Suriye’ye geliyor ». Adeta Türkiye’nin bugün Ortadoğu’da düştüğü yalnız ve acıklı durumu özetleyen birkaç sözcük..
• • •
Le Monde gazetesinin Suriyeli CİA ajanlarından devşirdiği bilgiler, sanırım bölgede Türk-Amerikan ilişkilerinin neden giderek gerginleştiği konusunda da ip uçları veriyor ve şu soru akla geliyor : Yoksa Amerika’nın « pasif » davranmasının ve sonunda bölgede kendisine en güvenilir müttefikler olarak Kürtleri seçmesinin altında Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve El Nusra ile flörtünden duyduğu kaygı mı yatıyor ? Erdoğan’ın son yıllarda Müslüman Kardeşler’in adeta avukatlığını yaptığı ve daha iki hafta önce de « El Nusra da DAEŞ ile savaşıyor ; neden ona kötü diyorsunuz ?» diye ABD’ye hesap sorduğu düşünülürse bu olasılığın hiç de yabana atılmayacak cinsten olduğu kabul edilebilir.
Gerçekten de Erdoğan’ın Mısır’daki darbeden sonra, Esad’a beslediği nefreti nasıl Sisi’ye karşı da beslemeye başladığını hepimiz biliyoruz. Buna karşılık Obama ve ekibinin bu konuda verdikleri tepki hayli karanlıkta kalmış görünüyor. Oysa Erdoğan’a yakın bazı gazetecilerin altını çizdikleri bazı olgular bu noktada ışık tutucu olabilir.
• • •
HaberTürk’te Nihal Bengisu Karaca, 2015 Temmuz’unda “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile, Çin yolunda” yapılan sohbetlerden aldığı ilhamla kaleme aldığı yazıda şu bilgileri vermişti: “Bir kronoloji çıkarmak gerekse, filmi 13 Eylül 2012’de Libya Bingazi’de Amerikan Büyükelçisi Chris Stevens’in öldürüldüğü güne kadar sarmayı düşünürüm. ABD derinleri zaten mıymıntı olan Obama’yı bu korkunç olayı kullanarak ‘Müslüman Kardeşler’ gibi o zamana dek “ılımlı” kabul edilen ve hasbelkader Sünni ve ‘dindar’ olan hiçbir aktör ile partner olmamaya ikna ettiler. Direnirse Erdoğan da, Türkiye de nasibini alacaktı.” Yazara göre Erdoğan direndi ve “Taksim kalkışması ve 17-25 Aralık darbesi” de bu direnişin sonucu oldu.
• • •
N. B. Karaca önemli bir nokta yakalamış gibi görünüyor. İkiz Kuleler’in yıkılışının on birinci yıldönümünde, bu kez de Libya’da Konsolosluk binalarının basılması ve büyükelçileri ile diğer üç görevlinin hunharca öldürülmesi, ABD siyasetinde gerçekten de Müslüman Kardeşler’e –ve bu akımı destekleyenlere- karşı önemli bir değişikliğe yol açmış olabilir. Ne var ki Türkiye’de bu fikri işleyen yazarlar önemli bir noktayı unutmuş görünüyorlar. O da şu: Libya terör eyleminden sonra Amerikan basınında çıkan yazılarda teröristlerin Müslüman Kardeşler’le ilişki içinde oldukları; dahası, ABD Konsolosluğu’nu koruma görevinin İhvan bağlantılı bir birliğe verildiği (“17th Brigade”) hakkında bir tartışma başlamıştı. Bu iddialara temel hazırlayan olgu da ABD’nin Suudi Arabistan ve Katar yardımıyla Libya ayaklanması için oluşturduğu askeri cepheye katılan güçler içinde yer alan Libya İslam Mücahidleri (Libyan Islamic Fighting Group-LIFG) hareketinin Müslüman Kardeşler ideoloji ile kurulmuş olmasıydı. Kısaca sorun, “ABD derinlerinin mıymıntı Obama’yı kandırmaları”nın çok ötesinde, ülkenin yaralarını depreştiren boyutlar taşıyordu. Ve bu haliyle de muhtemelen ABD’de Müslüman Kardeşler’e düşmanlığı canlandıran bir rol oynuyordu. Bugün Türkiye’ye sığınmış Suriyeli ajanın Le Monde yazarına açıkladığı, fakat anlaşılır nedenlerle Türkiye’nin adının pek geçmediği bilgiler bir de bu yönüyle de yoruma muhtaç değil mi?
• • •
Karaca’nın –belli ki Erdoğan’dan da aldığı ilhamla- açıkladığı gibi, Türkiye-ABD ilişkileri daha 2012’de bir yol ayrımına gelmişti. Peki, bu durumda Erdoğan ve ekibi ne yaptılar? Direnişe devam ettiler ve 7 Haziran seçimlerine gidilirken de IŞİD’e karşı terörist PYD kozunu oynamaya başladılar. Ülke de giderek yönetilemez hale getirecek olan süreç başlamıştı. Ve artık gün geçmiyor ki yandaş basında ABD’yi aşağılayan birkaç yazı okumayalım. Örneğin, dünkü Yeni Şafak’ta AKP Genel Başkan Yardımcısı’nın yazısı, “ABD’yi DAEŞ mi yönetiyor, yoksa Esed mi?” başlığını taşıyor. Geçtiğimiz 24 Kasım’da uçak düşürmeyle başlayan ve giderek artan Rusya düşmanlığı da cabası..
• • •
Ne oldu, nasıl oldu? Yoksa ABD desteğiyle ANAP çizgisinde kurulmuş ve tüm liberalleri arkasına alarak iktidar olmuş bir parti sonunda “antiemperyalist” bir harekete mi dönüştü? Elbette ki böyle bir şey söz konusu olamaz. AKP’nin bugün vardığı çizgi Ortadoğu’da çok örneği görülmüş, hepsi de hüsranla sonuçlanmış ve son yıllarda İran’ın da kopmaya çalıştığı ilkel bir Batı düşmanlığıdır. Bir Ortaçağ İslamcılığının dürtüsü ve tezahürüdür. Korporatist nitelikte anti-kapitalist bir söylemi öne çıkaran bu düşmanlık giderek tüm demokratları ve liberalleri AKP’den uzaklaştırdı ve kavga sonunda parti içi temizliğe dönüştü. “Ya Reis, ya yıkım!”, sonunda AKP’nin vardığı nokta budur ve eğer gerçek demokratlar seferber olmazsa bu formül “hem Reis, hem yıkım!” şekline de dönüşebilir..