Suriye çatışması 21’inci yüzyılın Irak’tan sonra ikinci büyük faciası; Körfez’in mutlak monarşilerinin parası, emperyalizmden pay almak için ava çıkan komşuların desteği ve siyasal İslamcı ideolojiyle ‘özgürlük taşıma’ komedisidir. Türkiye’deki anti-emperyalizm sahtekarlığının ve zihin dolandırıcılığının ibret vesikası.

Suriye savaşı: Yüzyılın en vahşi komedisi

"İşleri farklı şekilde yapacağız. Demokrasiyi, maliyetli askeri müdahaleler yoluyla veya otoriter rejimleri zorla devirmeye teşebbüs ederek teşvik etmeyeceğiz. Bu taktikleri geçmişte denedik. İyi niyetli olsalar da işe yaramadı...”

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın 3 Mart'ta Biden yönetiminin kilit meselelerdeki duruşunu aktardığı konuşmasındaki bu formül, Suriye savaşının başlangıcı olarak sunulan 15 Mart'ın 10'uncu yıldönümünde tarihin bitmek bilmeyen ironileri arasına girmeyi hak ediyor. Suriye savaşının ateşi de, Bush yönetiminin pahalı Afganistan ve Irak işgallerinin ardından Obama yönetiminin benzer retoriği benimsediği koşullarda yakılmıştı. ABD ve bilhassa Ortadoğu'nun 'kitabını yazmış' eski sömürge gücü Birleşik Krallığın 'insani müdahalecilik' teması altında siyasal İslamcılarla bölgeye 'bahar' taşımaya kalkıştığı bir yıkım süreciyle sonuçlandı.

Yaklaşık 10 yıl geçti, bahar kışa döneli çok oldu. Suriye'de; birbirlerinin ibadethanelerine gitmeye alışık olan, dinler arası evliliklerin garipsenmediği, Suriye’nin baş müftüsünün Hıristiyan danışmanın bulunduğu bir memleket vardı. Varlıklı değil fakat kendine yeterli tarımı ile halkına gıda sağlayan, eğitim ve sağlık hizmetleri sunan kamucu bir yönetim bulunuyordu. Batı tipinde liberal demokratik standartları ise tutturamıyordu. Neoliberalizmin Suriye'ye açtığı 'demokrasi savaşından' geriye yarım milyona yakın can kaybı, milyonlarca sığınmacı, büyük bir enkaz, sınırlardan koparılmış bölgeler ve yaptırımlarla inletilen 'arafta' bir ülke kaldı.

BARIŞÇI BAŞLATI MİTİ VE BÜYÜK TASARIM

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 10'uncu yıldönümünde Suriye'deki durumu 'kabus' diye nitelemiş. Öncelikle bu 'kabusun' kimler tarafından, hangi amaçlarla, nasıl yaratıldığını sorgulamak gerekir.

10 yılda ortaya çıkan yüzlerce belge, fotoğraf, videoya rağmen ana tema hala 'barışçı gösterilerle başlayan devrim ve Esad'ın acımasız yanıtı' diye sunulur. Ülkenin güneyindeki Deraa'da duvara rejim karşıtı sloganlar yazdıkları için yakalanıp işkenceden geçirildikleri iddia edilen çocuklar hala ortada yoktur.

Bu süreçte Batılı bağımsız gazeteciler ve araştırmacılar muhalefetin en baştan silahlı olduğunu, dış mihrakların rolünü tekrarlamaktan yorgun düştüler. Bunlardan birisi olan Jonathan Marshall Mart 2011'de hükümet güçlerine kurulan pusulara ve öldürülen Suriye askerlerine atıf yapar. En bilinen vaka 2011 Haziran başlarında Cisr Suğur'da 100'den fazla askerin katledilmesi, pek çoğunun kafası kesilerek öldürülmesidir. O yaz bizzat sahaya gitmiş gazeteci arkadaşlarım sayesinde videolarını izleyerek nasıl irkildiğimi hiç unutmam. Bugün geriye dönüp baktığımda aklıma en başta '6 Ocak'ta ABD Kongresi'ne sevk edilen 100 ABD askeri kafaları da kesilerek öldürülse, yönetim ne yapardı' sorusu düşüyor.

Suriye'de silahlı çatışmalar 2011 baharında başladığında ilk 10 aydaki kayıpların sayısı Ocak 2012'de BM rakamlarına göre 5 bin can kaybıydı. BM Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu ilk raporunu iki ay sonra martta yayınladığında Suriye güvenlik güçlerinden tam 2569 kayıp vardı. Tek bir gazeteci çıkıp 'kim kimi öldürüyor' diye sormadı. Batı medyası, sivil toplum kuruluşları silahlı unsurları uzun süre görmezden geldiler, 'kötü insanlara karşı savaşan iyiler' olarak sundular. 2013’te Duma’nın karşısındaki Adra katliamında kafa kesen, canlı canlı insan yakanlar, kaçırdıkları insanları kafeslerde sergileyenler, kıyafet değiştirir gibi örgüt ismi değiştirenler 'devrimcilerdi'. Taa 2012'de ABD'nin istihbarat kurumu DIA, Esad yönetimine karşı en etkili güç olarak El Kaide'yi saptamışken, Batılı STK'lar 'orantısız güç' temasını işliyorlardı. Savaşta mühimmat yokluğundan kullanılan 'varil bombaları' çok özel bombalarmış gibi sunuluyordu. Esad yönetiminin cihatçı güçlere karşı Şam ve Halep gibi iki büyük şehrin nüfuslarının büyük çoğunluğunu, iş alemi ve elitlerin, ordunun, Hristiyan, Alevi, Dürzi ve Şii azınlıkların ve seküler Sünnilerin desteğini korumasına bir türlü akıl erdirilemedi. Fakat Esad 'mezhepçilikle' suçlandı.

Halep'de 1.5 milyon insanın iki yıl cihatçı kıskacında yaşadığını görmezden gelen Batı medyası, hesap dönüp cihatçılar kentin doğusunda sıkıştığında kıyametleri koparttılar. Elde silah cephede Nusra bayrağı sallayıp ölü askerlerle poz verip onları çöpe atan görüntüleri bulunan Beyaz Miğferleri kahraman gibi sundular. İtibarlı The Economist dergisi Ekim 2016'da Sünni Müslümanların 'Arap dünyasının en büyük etnik grubu' olarak ezilmişlik psikolojisini tema olarak işleyen makale bile yayınladı! New York Times editoryalinde, 1.5 milyonluk Musul’un IŞİD’den “ne pahasına olursa olsun temizlenmesi” telkin edilirken, El Kaide elindeki Halep’i temizlemeye çalışan Suriye ordusu ve Rusya “savaş suçuyla” itham edildi.

2013'ün ardından 2017 ve 2018'de Suriye ordusu zafer kazanmaktayken tekrarlanan kimyasal silah komploları ve OPCW'deki rezaletler defalarca yazıldı, tekrar etmiyorum. MI6'nın kurduğu Beyaz Miğferler ve STK endüstrisine verilen ihaleleri de öyle.

'ÇOK GEÇ' DENİLEN REFORMLAR VE RAWDA DARBE GİRİŞİMİ

Suriye yönetiminin 1980'lerde Körfez destekli İhvancı darbe girişimi deneyimi vardı, fakat iç savaşı öngörememişti. Ülkede 2006 kuraklığı ve kıtlık tarım sektöründe yoksullaşma ve kentlere akını tetiklemişken, neoliberalizme yönelerek belayı katladılar. 'Bahar' Suriye semalarında belirdiğinde 2011 ve 2012'de henüz ortada yer yer provokatörlerin eksik olmadığı protestolar varken, reform açıklayarak yanıt vermeye çalıştılar. Yarım asırlık OHAL yasaları kaldırılmış, çok partili sisteme geçilmiş, başkan için zaman sınırı konulmuş, devlet güvenlik mahkemeleri kaldırılmış, esirlerin salınması ve af kararları çıkartılmış, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, kötü şöhretli devlet görevlilerine yol verilmesi, konut, emeklilik hakları düzenlenmişti. Basın yasası değiştirilmiş, kısıtlamalar kaldırılmıştı, öyle ki 2012 Nisan'ında Şam'a bir grup gazeteciyle gittiğimizde twitter'a facebook'a girebiliyordum. Fakat bütün bu reform girişimlerini Batı beğenmemişti, herkes 'çok geç' diyordu. Çünkü beklenen Esad'ın kısa sürede düşeceğiydi.

18 Haziran 2012 önemli bir tarihtir. Sınırlarda ve İslamcıların hareketli olduğu kırsal kesim dışında Şam'da Halep'te savaş yoktu. Halep isyan etmediği için 'hain' ilan edilmişti. 18 Temmuz'da ise Şam'ın Rawda semtindeki Ulusal Güvenlik toplantısı vurulmuş Esad'a en yakın Hristiyan devlet adamı olan Savunma Bakanı Davud Raciha, bakan yardımcısı Asıf Şevket, içişleri bakanı ve istihbarat başkanı öldürülmüştü. Umulan Esad'a darbe girişiminin tetiklenmesiydi. Olmadı. Dört gün sonra 22 Haziran'da Suriye'nin Türk keşif uçağını şaibeli koşullarda düşürmesiyle Türkiye'nin doğrudan müdahilliği pekişti. Sonraki süreçte Erdoğan yönetimi işi Suriye'yi alenen 'iç meselesi' olarak tanımlamaya kadar vardırdı!

RAND RAPORUNUN UFKU

Suriye çatışması ABD'nin, Türkiye'nin ve Körfez'in mutlak monarşilerinin dış müdahalesi olmasaydı asla bugünkü felakete dönüşmezdi. ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye en başında silahlı muhalefeti, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) başlığıyla organize ettiler, geçici hükümetler kurdurdular.

Bunlar komplo teorileri değildir. NATO'nun Müttefik Kuvvetler komutanlığını yürütmüş Wesley Clark, taa Bush yönetimi döneminde Suriye dahil 7 ülkede rejim değişikliğinin hedeflendiğini 2007'de açıkça anlatmıştır. 1991'de dönemin savunma bakan yardımcısı Paul Wolfowitz'in kendisine "Bir sonraki büyük süper güç gelip bize meydan okuyana kadar bu eski Sovyet rejimlerini temizlemek için 5-10 senemiz var" dediğini belirtmiştir.

Fransa'nın eski Dışişleri Bakanı Ronald Dumas 2013'te "Suriye'deki şiddetten iki yıl önce (2009) bir başka iş için İngiltere'deydim. Üst düzey bir Britanya yetkilisiyle buluştum. Bana Suriye'de bir şeyler planladıklarını söyledi. Britanya Suriye'yi silahlıların işgalini hazırlıyordu" demiştir.

Amerikalı yazar William Engdahl'ın tezi Suriye savaşının boru hatları savaşı üzerinden tetiklendiğidir. Buna göre Washington ve Londra'daki stratejistler Rusya'yı Avrupa'ya akan doğalgazda safdışı bırakmak için Katar-Suudi Arabistan-Suriye-Türkiye hattını zorlarlar. Katar emiri 2009'da Şam'a giderek Esad'a bu öneriyi sunar ancak reddedilir. İran-Irak-Suriye arasında imzalanan ve hayata geçirilemeyen bir hat daha vardır.

RAND'ın 2008 tarihli raporu, odağına Ortadoğu'nun petrol kaynaklarını stratejik öncelik alarak çizdiği bir 'uzun savaştır'. 'Böl-yönet' taktiğinin işlendiği senaryoda selefi-cihatçı gruplar arasında fay hatlarının kullanımı, iç çatışmalarda enerjilerinin tüketilmesi, örtülü eylemler, enformasyon operasyonları sıralanır. Bilhassa Şii-Sünni çatışmasının canlı tutulmasının ve muhafazakar Sünni rejimlerin yanında saf tutulmasının İran nüfuzunu önleyeceği, mezhep rekabetinin Batı çıkarlarına hizmet edeceği düşünülür. RAND'ın ufku Suriye'de somutlanmıştır.

KATAR'IN ESKİ BAŞBAKANININ İFŞAATLARI

10 yılda Suriye savaşının arka planını seren pek çok ifşaat oldu. Obama'nın Dışişleri Bakanı olarak Hillary Clinton'ın doğrulanan mail sızıntılarından "Katar ve Suudi hükümetleri IŞİD'e ve diğer radikal Sünni gruplara gizli mali ve lojistik destek sağlıyorlar" yazdığını öğrenmiştik. Bugün ABD Başkanı olan Joe Biden, Ekim 2014'te Obama'nın yardımcısıyken Teksas Üniversitesi'nde ABD'nin rolünü anmaksızın, "Esad’ı devirmeye o kadar kararlıydılar ki, temelde taşeronlar vasıtasıyla Sunni-Şii savaşına giriştiler... Ne yaptılar? Yüz milyonlarca dolar para ve binlerce ton silahı, Esad’a karşı savaşan herkese akıttılar. Ama desteklenenler El Nusra, El Kaide, dünyanın farklı yerlerinden gelen aşırılıkçı, cihadçı unsurlardı" demiştir.

Bir başka önemli ifşaat Suriye savaşının mağlupları arasına girerken, Suudilerle papaz olan -yakın zamanda yeniden anlaştılar- Katar'dan gelmiştir. Katar'ın 'terör destekçiliğiyle' suçlandığı 2017'de Katar TV'ye çıkan eski Başbakan Şeyh Hamad bin Cassim bin Cabir el Thani 'ihaleyi' nasıl aldıklarını anlatmıştı. ÖSO'nun kontrollerinde olduğu, Ürdün ve Türkiye'de operasyon odaları kurulduğunu teyit etmiş ve Körfez Arapçasıyla 'al Sayda' diyerek 'Esad'a karşı 'hayvan avı' betimlemiştir: "Suriye'de olaylar başladığında Suudi Arabistan'a gittim ve Kral Abdullah'la buluştum. Bunu prensimizin talimatlarıyla yaptım. Abdullah dedi ki 'arkanızdayız'. Siz bu planla devam edin, koordine olalım fakat başında siz olmalısınız. Detaylara girmeyeceğim fakat bizde Suriye'ye gönderilen her şeyin Türkiye'ye gittiği ve oradan ABD güçleri ile koordinasyon içinde nasıl dağıtıldığının bütün belgeleri var. Ve Herkes bu işin içindeydi."

El Thani, 'işi bize yıkmayın' mesajını böylece vermiştir.

IŞİD, RUSYA FAKTÖRÜ, DÜŞMAN KESİLEN ORTAKLAD VE TÜRKİYE

Balık hafızalar Suriye savaşının 2012'de Libya'da devrilen Kaddafi'nin silahlarını sevk ederek harlandığını unutmuş olabilir. ABD'ye Eylül 2012'de Bengazi'deki diplomati Christopher Stevens'ın linç edilerek ölümüne mal olmuştur. Arka planını Pulitzer ödüllü gazeteci Seymour Hersh'ten okuduk. Kongre soruşturmasında Hillary Clinton, dönemin dışişleri bakanı olarak yeminli ifade verirken yalan söylemiştir ama hiçbir bedel ödememiştir.

Clinton'dan sonraki Dışişleri Bakanı John Kerry, açıkça 2014'te ortalığı kasıp kavuran IŞİD tehdidini bildiklerini ve sırf Esad'a zarar vermesi için izlediklerini söylemiştir. Sayısız ifşaat ve belge vardır. Hepsi Suriye komplosunun başlaması ve gidişatını ortaya serer.

Gidişatı durduran 2015 Eylül sonunda herkes 'Esad'ı satacak' derken Suriye ile savunma anlaşması uyarınca savaş alanına müdahil olan Rusya Federasyonu olmuştur. Rusya, Hizbullah ve İranlı uzmanlar dört yılda sahadan IŞİD'i kazıdılar, El Kaide'yi ve yerel cihatçıları büyük şehirlerden yerel ateşkes eşliğinde çıkarttılar.

ABD Suriye sahasında Tanaf'ta ve kuzeydoğudaki Kürt bölgelerinde tutundu. IŞİD'la daha ziyade bu sınırlı sahada ve Irak'ta savaştı. Fakat sunumları 'IŞİD'i biz yendik' olmuştur. Deyr ez Zor'da IŞİD'in hava kuvvetleri gibi davranıp cihatçıların köşeye sıkıştırdığı Suriye ordusunu vuran ve sonra 'özür dileyen' onlardır.

ABD 2013'te rejim değişikliğini meşrulaştırmak için 'eğit-donat' programı da icat etmişti. Trump 2017'de son verene kadar 'ılımlı' devşirmeye uğraşıp durdular.

Bu süreçte Suriye devriminin ortakları birbirine girdi, hatta Körfez İşbirliği Konseyi İhvancı Katar'ı düşmanlaştırdı. Bu süreçte Osmanlıcı hayalleri canlanan Ankara'ya da Araplar sırtlarını döndüler. Rusya 2015 Kasım'ında karambolde bir Rus uçağını düşürmek hatasını işlemiş Türkiye'yi karşıt saftan Astana süreci ve Soçi mekanizmasına mecbur bıraktı. Ve Ankara'nın Suriye'nin kuzeyine yapabildiği kadarıyla üç operasyonda kontrol altına aldığı ‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin Dalı’ ve ‘Barış Pınar' bölgelerinin El Kaideci Heyet Tahrür üş Şam unsurları eşliğinde Türkiye'nin ne kadar hayrına işlediği meçhul. Ankara'nın bir ABD'yi bir Rusya'ya başı dönmüş vaziyetteyken, buradan gidilebilecek fazla bir yer de görünmüyor.

KAYBEDİLEN BİR SAVAŞ 'ARAFTA TUTULAN' SURİYE

Sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya endüstrisi ile ana akım medyanın büyük desteğiyle sürdürdükleri Suriye çatışmasında hedeflerine ulaşamadılar. Çatışma bumeranga dönüşüp sığınmacılarla Avrupa'yı vurdu. ABD yönetimi BM'de temsil edilen yönetimin egemenlik hakları ve toprak bütünlüğünü ihlal ederek, Irak'la birlikte sahayı biçimlendirmeye çabalıyor hala. Pandemi koşullarında gayrı insani yaptırımlarla Suriye'yi arafta tutmaya devam ediyor.

21'inciyüzyılın Irak'tan sonra ikinci büyük faciası, Körfez'in mutlak monarşilerinin parası, emperyalizmden pay almak için ava çıkan komşuların desteği ve siyasal İslamcı ideolojiyle 'özgürlük taşıma' komedisidir. Türkiye'deki anti-emperyalizm sahtekarlığının ve zihin dolandırıcılığının ibret vesikası.