Suriye’nin zaferi, Müslüman dünyada seküler ve aydınlanmacı güçlerin de yeniden yükselmesine yol açacaktır. Afganistan’da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesine karşın bu etki güçlenecektir.

Suriye takıntısı ve bozgun!

Hiç kuşku yok ki Suriye’de halen devam eden iç savaşın, dinci grupların yarattığı vahşetin, ülkede yaşanan ağır yıkımın, etnik ve dinsel boğazlaşmanın en büyük sorumlularından biri, emperyalizm ve küresel gericilik adına kirli bir vekalet savaşını yürüten AKP iktidarıdır.

Ancak başta ABD olmak üzere, emperyalist ülkeler ve küresel gericilikle (İhvan-ı Müslümin) işbirliği yaparak 12 yıldır Suriye’deki seküler rejimi değiştirmeye çalışan AKP iktidarı, ağır bir bozguna uğramış durumda. AKP iktidarının bölgede Sünni İslam’a dayalı bir nüfuz alanı oluşturma hayalleri yıkıldığı gibi, Suudi Arabistan ve Katar ile kurmaya çalıştığı, aynı nitelikteki gerici blok da daha başlamadan bitti.

AKP iktidarı, Cumhuriyetin yarattığı birikimin üzerinden bölgesel bir güç ya da alt-emperyalist bir ülke düzeyine tırmanarak, buradan alacağı itilimle ülke içindeki gerici dönüşümü tamamlamayı amaçlıyordu. Olmadı…


Suriye halkı ve yurtseverleri gerici ve emperyalist saldırıyı yenilgiye uğrattı. Suriye’nin meşru yönetimi savaşı kazandı. Suriye’de sadece şeriatçı güçler değil, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi de yenilgiye uğradı. Batının Müslüman halklara dayattığı “ılımlı İslam modeli” çöktü. Kazanan tarafta, sıranın kendisine geleceğini gören, bu nedenle doğru bir hamleyle savaşı sınırlarının ötesinde karşılayan İran ve Rusya oldu. Rusya, Libya’da yaptığı hatayı Suriye’de tekrarlamadı, Akdeniz’de kaldı.

***

Suriye’de yenilgiye uğrayan siyasal İslamcı örgütler bugün İdlib vilayetine sıkışıp kalmış durumda. AKP iktidarı Soçi sürecinde Rusya ve İran’a bu güçleri üç ay içinde tahliye edeceği sözünü vermesine karşın, yaklaşık iki yıldır bu sözünü tutmadı. Cihatçı teröristlerin bir kısmını Libya’ya gönderen AKP iktidarı, tam bir açmaz içinde sürekli oyalama taktiği uyguladı. Aileleriyle birlikte sayılarının yaklaşık 120 bin ila 160 bin kişi arasında olduğu sanılan silahlı İslamcı gruplara karşı Suriye bir imha operasyonu başlatmak konusunda ısrarlı. Rusya ve İran da sürenin uzamasından rahatsız ve bunu açıkça ifade ediyor.

ABD ise, İsrail’in güvenliği ve geleceğini garanti altına alma perspektifiyle geliştirdiği Kürt gruplarla ilişkileri dışında Suriye’deki iddialarını büyük ölçüde geri çekmiş durumda. Almanya ve İngiltere gibi Batılı ülkeler ise, Esad yönetiminin zaferini selamlayarak çoktan bu ülkeyi terk etti.

Son günlerde TSK’de yaşanan general istifalarının nedeni de AKP iktidarının Türk Ordusu’na İdlib’deki dinci silahlı örgütlerinin korunması görevini vermesinden duyulan rahatsızlığa bağlanıyor. Bu konuda tatmin edici bir yalanlama ya da açıklama yapılmış değil.

Bütün olanlara karşın AKP iktidarı Suriye’de yenilgiyi bir türlü kabullenemiyor. Çünkü AKP ve gerici-faşizan blok, Suriye yenilgisinin bir bozguna dönüşmesi halinde kendilerinin de iktidarda kalamayacağını görüyor. Ancak, yapacağı pek fazla bir şey de yok. Tablo açık; ABD ve Batılı ülkeler çekilince AKP iktidarı Suriye’de tek başına kaldı. Esad yönetiminin yanında ise Rusya ve İran kararlı şekilde duruyor.

İşte tam da bu nedenle, yani iktidarını koruyabilmek için Erdoğan-AKP yönetimi Türkiye’yi İdlib’de bir maceraya sürükleyebilir. Suriye ordusuyla çıkacak bir çatışma, bölgesel bir savaşı tutuşturacak aleve dönüşebilir. Suriye ile savaş, Rusya ve İran ile de bir çatışma demektir. Böylece Erdoğan yönetimi seçimleri erteleyip, Meclis çalışmalarını bile askıya alarak olağanüstü hal (OHAL) ilanı yoluna gidebilir.

Erken ya da zamanında yapılacak (2023) seçimleri önlemenin başka bir yolu yok. Çünkü, AKP iktidarındaki çözülme o kadar derin ki seçimlerde hile yapmak bile kendilerini kurtaramayacak. O nedenle böyle bir seçimden kaçmanın yolu düşük yoğunluklu bir savaş olabilir. Komplo teorisi gibi görünen bu olasılık hiç hafife alınmamalıdır. Ünlü sözdür; paranoyak olmamız hiçbir zaman takip edilmediğimiz anlamına gelmez.

‘ESAD KALIRSA ERDOĞAN GİDER’

Bu ara başlıktaki ifadeyi/ iddiayı 2012 yılında kaleme aldığım kimi yazılarımda ve yaptığım konuşmalarda ortaya atmıştım. Hala aynı görüşteyim. Suriye’de Esad yönetiminin ve Baas hareketinin kazanması halinde Türkiye’de AKP iktidarının devam etmesi çok zor. Başka bir anlatımla Beşar Esad kalırsa, Tayyip Erdoğan gider. Esad kaldı, Türkiye’de de süreç işliyor.

Baas’ın kazanması emperyalizmle ahlaksız bir işbirliği içindeki Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslümin) hareketinin yenilgisi demekti. Dolayısıyla bu yenilgi bütün bölgede Müslüman Kardeşlerin yükselişini durduracak ve gerici dalgayı kıracaktı. Nitekim öyle oldu, İhvan hareketinin ‘network’ü dağıldı. Mısır’da, Tunus’ta ve Fas’ta İhvancı iktidarlar çöktü.

Daha da önemlisi Suriye’nin zaferi, Müslüman dünyada seküler ve aydınlanmacı güçlerin de yeniden yükselmesine yol açacaktır. Afganistan’da Taliban’ın iktidarı ele geçirmesine karşın bu etki güçlenecektir. Çünkü tersinden Taliban da İslam dünyasında aydınlanma ve modernitenin öneminin kavranmasında uyarıcı bir rol oynadı.

Çok açık ki, Suriye direnişi, barbarlığa, emperyalizme, klasik ve post-modern gericiliğe karşı dünyadaki mücadele ekseninin kilit halkasıydı. Bu halkanın kırılması halinde bütün insanlık kaybedecekti. Tarihsel oylumu olan siyasal ve toplumsal kavgalar bazen bu kadar nettir.

SURİYE’DE GERÇEKTE KİMLER SAVAŞTI?

Peki Suriye’de gerçekte kimler savaştı? Savaşın tarihsel ve felsefi tarafları kimdi? Bu sorulara yanıt verebilmek için tarihsel oylumu olan bir bakışa ihtiyaç var. Bu nedenle günümüzde olup bitenleri anlamak, gerçekte ne olup bittiğini görmek için biraz geriye gitmek gerekiyor.

İmam Gazali’nin "aklı" değil "nakli", yani vahiyi esas alan, felsefeyi kafirlik sayan, insan aklına ve bilime ancak nakledilen kutsal sözün sınırları içinde hareket izni tanıyan doktrinini benimsemiş Müslüman kitleler bu tercihlerinin cezasını çekiyorlar.

Geri kalmışlıkları ve çektikleri bütün acıların nedenini İslam’dan uzaklaşmaya bağlayan, dolayısıyla çareyi daha fazla dine sarılmak olarak gören siyasal İslamcılar ve ulema Müslüman dünyanın kendi Ortaçağını aşma şansını da elinden alıyor.

Arap ulusçuluğu ve modernleşmesinin yozlaşmış rejimler ve işbirlikçi sınıfların elinde başarısızlığa uğraması, zaten inanç dünyasından akıl dünyasına geçememiş geniş Müslüman kitlelerin kolaylıkla siyasal İslam’ın denetimine girmesini sağlıyor.

Müslüman kitleler tam bir akıl dışılık altında, formel mantığa bile aykırı olan tuhaf bir açmaz yaşıyor. İmam Gazali’nin yolundan gidenler kurtuluş için daha çok dine sarıldıkça daha koyu bir karanlığın içine yuvarlanıyor. Çare olarak yine ve daha fazla dine sarılmayı öneriyor, başka yol bulamıyorlar ya da bulmak istemiyorlar. Acıklı bir tablo.

İşte bu kısır döngüyü aşmayı deneyen ülkeler o nedenle birer örnek olmaktan çıkarılıyor. Bu ülkeler arasında kuşkusuz en başarılı ve öncü örnek, bütün eksiklikleri ve sınırlılıklarına karşın Cumhuriyet Türkiye’siydi. Böyle olduğu için 70 yıllık bir karşı devrim sürecinin sonunda onu yıktılar.

Gerçekte Suriye’de İmam Gazali ile İbni Rüşt savaştı. Bin yıllık bir savaştı bu. Türkiye’de hala devam eden bir savaş!