ABD Türkiye ilişkileri muhtemel Clinton yönetimine Gülen’in iadesi ile başlar mı başlamaz mı kestirmek zor, ancak Suudi-İsrail-Türkiye üçlüsüne dayalı bir Ortadoğu siyasetinin yolda olduğunu kestirmek zor değil

Suriye ve Türkiye ilişkilerinde geçiş dinamikleri

HAKAN GÜNEŞ / @hakangunesh
Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

İran ile Nükleer Antlaşma ve Rusya’nın Suriye’ye hava harekatı başladığından bu yana Pentagon ve CIA’nın desteklediği grupların Suriye’de birbirlerine karşı savaştıkları haberleri hem ABD hem de Türkiye basınında sıklıkla yer almaya başladı. ABD tarihinde ilk olmasa da çok da sık görülmeyen bu olgunun geri planında ne tür bir mantık ya da durumum yattığı yanıtlanmaya değer bir önemli bir sorudur. Bu soruya verilecek yanıt 2 ay sonra gerçekleşecek ABD başkanlık seçimleri sonunda Washington’un Ortadoğu ve Suriye politikasında gerçekleşmesi muhtemel değişimlere de ışık tutacak ipuçlarını barındırıyor.

Öncelikle CIA ve Pentagon’un desteklediği grupların Suriye’de bir zamandır çatışma halinde olduğu haberlerinin bir istihbarat ya da imaj savaşı değil, sahadan yansıyan bir gerçek olduğunu tespit edelim: ÖSO şemsiyesi altında yer alan “ılımlı” cihatçıları CIA silahlandırır ve desteklerken, Pentagon başta YPG olmak üzere Suriye Demokratik Güçleri koalisyonunu destekliyor ve bu iki kanadın 2015 sonunda Mare-Azez hattında gün yüzüne çıkan çatışmaları şimdi Menbiç-Cerablus hattında yeniden gündemde. Her iki desteğin de stratejik ve savaşın dengelerini tümüyle değiştirecek silah ve finans akışlarından ziyade taktik süreçlere yön verecek türden hava desteği ve mühimmat akışları olduğunu da akıldan çıkarmayalım elbette.

Pentagon ve CIA’nın farklı araçları kullanıyor oluşu ve zaman zaman bunlar arasında çelişik konumların ortaya çıkmasından ziyade Obama yönetimi ile Amerikan dış siyasetinin müesses nizamı arasındaki gerilime odaklanmak daha gerçekçi sonuçlara işaret etmektedir. Her iki kurumun attığı adımlarda Obama’nın yetkilerini ve direktiflerini aşan uygulamalar olduğunu varsaymak daha ziyade Türkiye’nin son 10 yılındaki gelişmeleri ABD’ye uyarlamaktan kaynaklanan bir vehimdir. Öte yandan artık son birkaç ayını ifa eden Obama yönetimi ile geleneksel dış politika çevreleri ve bunların yeniden tam iktidarını temsil eden Hillary Clinton arasındaki açı daha çok konuyu açıklayacak özelliktedir. Hillary ile gelmesi muhtemel değişikliklere geçmeden CIA-Pentagon hattında ortaya çıkan “çatışmalı” görüntüye neden olan grift ABD Suriye siyasetini özetle açıklayalım.

Çok Enstrümanlı Denge Siyaseti:

ABD’nin farklı dış siyaset enstrümanları ile farklı güçleri hareketlendirdiği ve günü geldiğinde bunlardan bazılarını karşısına alıp bazılarına daha fazla destek verdiği örnek sayısı az değildir. Obama yönetiminin Suriye siyasetinin ABD ordusunun doğrudan sahaya indirilmeden birden fazla parametreyi barındıran bir amacı gerçekleştirmeye çalıştığını anımsar isek neden farklı kurumların farklı grupları hareketlendirdiği sorusuna bir giriş yapmış oluruz. ABD tek bir cephede ve tek bir enstrümanla çözemeyeceği bir denklem içinde hareket etmektedir. Bu denklemin parametrelerini 3 başlıkta özetleyebiliriz:

1.Esad mümkünse gitmeli ancak gitmeyecek/gönderilemeyecek ise bile gücü olabildiğince sınırlanmalı. Pratikte askeri olarak kontrol ettiği saha daha fazla büyümemelidir. ABD’ye göre bu nedenle Esad muhalifleri desteklenmeli. Bu noktada ÖSO yeterince güç kazanana kadar El Kaide’nin yerel şubesi Nusra Cephesi dahi taktik olarak desteklenebilmektedir. Ilımlı güçlerin zayıflığı ve Esad’ı (İran ve Rusya’yı da aynı cephede görelim) sınırlamaya adanmış ABD dış siyaseti Pentagon kanalından ziyade daha karanlık olan bu sahayı CIA vasıtasıyla düzenlemektedir.

2. IŞID bir zamandır Batı’da ciddi operasyonlar düzenlemeyen El Kaide’den çok daha tehlikeli bir aktör olarak mutlaka ağır bir şekilde zayıflatılmalıdır. IŞİD karşısında savaşan güçler bu noktada desteklenmektedir. YPG’nin ana gücünü oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne Pentagon kanalı ile verilen destek burada ortaya çıkmaktadır.

3. Esad’ın kolunu kanadını kırmak ancak yerine kontrol edilemez bir gücün de gelmesini önlemek için hareket ederken bölgedeki geleneksel müttefiklerle (Türkiye ve Suudi Arabistan) ortaya çıkan anlaşmazlıklarda bir orta yol bulmak. Obama yönetiminin Başkan, Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve bürokrasisi düzeyinde uğraş verdiği siyasi konu da bu noktada öne çıkmaktadır. Suudiler ve Türkiye gerçekten ılımlı bir muhalefet örgütlemiş ve sahada başarı göstermiş olsalar diğer parametreleri daha az konuşuyor olacak idik. Ancak her iki ülkenin de nüfuz sahası edinme çabalarının kontrolsüz sonuçlar doğurması Obama yönetimini karmaşık bir Suriye siyaseti izlemeye yönelten önemli faktörlerdir.

Obama’nın Müesses Nizama Ortayolcu İsyanı!

ABD dış siyasetinde müesses nizamı temsil eden çevreler Obama’nın bu “ortayolcu”, “dengeci” karmaşık siyasetini ağır topa tutuyor durumdalar. Özellikle 2013’de “kırmızı çizgi” olarak tanımlanan(kanıtlanmasa bile ABD’de öyle kabul edilen) kimyasal silah kullanımı sonrasında Suriye yönetimine doğrudan savaş açmaması ABD başkanı ile dış politikada etkin geleneksel çevrelerin arasını hayli açmış durumda. İran ile nükleer müzakere tüm bunlara tuz biber ekmiş durumda.

Bilindiği üzere Amerikan dış politikasında müesses nizam temsilcileri bugünlerde Hillary Clinton’un başkanlık koltuğuna oturacağı günü iple çekiyorlar. Bu çevrelerin Ortadoğu siyasetleri Obama’ya nazaran daha İsrail ve Suudi Arabistan yanlısı ve İran karşıtı, Türkiye ile olan ilişkilerini de büyük ölçüde İsrail ve NATO perspektifleri prizmasından şekilleniyor.

CIA’nın uzun yıllar kilit konumlarında bulunmuş ve son olarak CIA vekil başkanlığı ve (CIA) başkan yardımcılığı yapmış olan Michael Morell’in Hillary’nin kampanyası ve yeni kabinesinde yer almak üzere kurumdan iki ay önce istifasını takiben yaptığı açıklamalar hem Obama ile müesses nizam arasındaki çatlaklara hem de yeni yönetimin Ortadoğu siyasetine ışık tutacak ipuçlarını barındırıyor: Morell’in Ankara, Tahran, Moskova, Riyad, Tel Aviv ve Washington’da geniş yankı bulan açıklamalarında kişisel dostu olarak andığı Suudi Kralından büyük bir reformcu ve sadık bir ABD müttefiki olarak söz ediliyor ve Rusya ve İran’a karşı gizli operasyonlar ile Suriye’yi dar etme vaadleri sıralanıyor. Donald Trump karşısında sorumlu ve zeki bir ABD dış siyaseti çizeceği izlenimini karşın Morell’in temsil ettiği çizginin Ortadoğu’da daha da genişleyen ve derinleşen bir savaş süreci anlamı taşıdığı açık.

Hillary ile Halep’e girilebilir mi?

Morell’in açıklamalarının yanına, Hillary Clinton’un ABD müesses nizamına daha büyük bir sadakatle bağlı olduğu, İsrail lobisi ile en içli dışlı başkan aday olduğu, Türkiye-İsrail yakınlaşması, Suudi Arabistan ve İsrail’in bitmeyen İran düşmanlığı, Ukrayna ve Baltık hattında daha gergin bir Rusya karşıtı siyasetin ağırlıkla benimsenmesi gibi olguları yan yana koyduğunuzda, Türkiye, Suriye ve PYD ve diğer aktörler açısından da bazı şeylerin 2016 kasımından sonra farklılaşacağını kestirebiliriz.

ABD Türkiye ilişkileri muhtemel Clinton yönetimine Gülen’in iadesi ile başlar mı başlamaz mı kestirmek zor, ancak Suudi-İsrail-Türkiye üçlüsüne dayalı bir Ortadoğu siyasetinin yolda olduğunu kestirmek zor değil. Bu da sahada SDG güçleri/YPG için avantajlı son birkaç ay içinde olduğumuz anlamını taşıyor. Keza Türkiye’nin İran, Rusya ve hatta Esad’ı karşısına almadan ABD, Suudi Arabistan ve İsrail ile daha yakın işbirliği yapacağı bir döneme yaklaşılıyor.

Elbette bu durum, 2011-2014 döneminde Şam Emevi Camii’nde cuma namazı kılma olanağı bulamamış Ankara’daki iktidar sahiplerinin bu kez Hillary ile Halep Pazarı’nda alışverişe çıkma olanağı sağlayacak kadar büyük bir değişim getirmeyecektir. Çünkü 6 yıllık Suriye İç Savaşı süreci uluslararası güçlerin kritik müdahalelerine karşın son tahlilde sahadaki güçlerin belirleyiciliğinde gitti.