Son günlerde herkesin kafasında “seçim sonrası nasıl bir koalisyon olur” sorusu var. Ben de bu konuya kafa yoruyorum. Ancak tam da bu kaygının parçası olarak komşularımız Suriye ve Yunanistan’daki son gelişmelere dikkat çekmekte yarar görüyorum. Belki de, Türkiye’nin muhtemel geleceğini dikkate alarak, tartışmaya oralardan başlamak gerekiyor!

Türkiye sınırına çaresizce yığılan Suriyelilerin durumu bu ülkede yaşanan dramın yeni bir aşaması, ama sonu değil. Bir ülkenin jeopolitik hırs ve çıkarların yol açtığı savaş ortamında dağılışına şahit oluyoruz. Türkiye’nin Suriye’de yaşanan iç savaştaki “belgeli rolü” utancı ve ilgiyi daha da büyütüyor.

Öte yandan bir diğer komşumuz Yunanistan’da da dramatik gelişmeler oluyor. AB ve ulus-ötesi finans çevrelerinin krizin maliyetini, daha önce yaptıkları gibi, Yunan halkına ödetme reçeteleri karşısında SYRIZA hükümeti direnmeye devam ediyor. Görünen o ki SYRIZA mali iflası bile göze alıyor. Ne var ki bu konu Türkiye’de pek ilgi görmedi.

Türkiye solunun Suriye’nin jeopolitik, Yunanistan’ın ekonomik nitelikteki krizleriyle yakından ilgilenme zorunluluğu komşuluk meselesinden öte boyutlar taşıyor. Açık bir ifadeyle, Türkiye bu iki farklı mantıktan beslenen büyük bir krizi yaşamaya aday! Daha doğrusu hali hazırda düşük dozajlı olarak yaşanan bu iki kriz, öngörülebilir gelecekte daha da iç içe geçerek büyük bir toplumsal ve ekonomik yıkıma yol açabilir. Ne var ki Türkiye’de siyasal alan mevcut durumu ve kriz senaryolarını neredeyse tümüyle (jeo)politik mantık etrafında analiz edip, çözümler üretiyor. Siyasal partiler (jeo)politik bir mantıkla konumlanıyor. Ekonominin çelişkileri ya hiç tartışılmıyor ya da (jeo)politik kaygıların alt kümesine indirgeniyor.

MHP’nin, AKP karşıtlığının merkezinde Kürtlere verdiğini öne sürdüğü tavizler var. Yanına Erdoğan alerjisi ekleniyor. HDP çözüm sürecine yönelik açılım beklentisinin yanına Erdoğan alerjisini koyuyor. CHP’nin kırmızı çizgisi tümüyle Erdoğan alerjisiyle sınırlı. Kimsenin kırmızı çizgisinde neo-liberalizm lafı geçmiyor. Neo-liberalizmi karşısına almadan, güçlü sosyal devlet vurgusu yapanların sosyal devleti neoliberalizmin tasfiye ettiğini hatırlaması gerekiyor.

Siyasetin görünürdeki ana aktörleri arkalarından sürükledikleri geniş halk kesimleriyle birlikte (jeo)politik mantığa kitlenmiş, çözümsüzlük üretirken, “siyasetin görünmez muktedirleri” ekonomik rasyonalite üzerinden siyaseti projelendirip, kendilerine uyan çözümler peşinde!

Hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, ulus-ötesi finans güçleriyle dirsek teması içinde iş çevreleri, AKP ile CHP’yi baş göz etmeye çalışıyor (ah bir de yanına HDP’yi ekleyebilseler!)

Geçen dönemde AKP tarafından zaman zaman cezalandırılan Doğan Grubu gibi, büyük sermaye çevrelerinin AKP-CHP koalisyonuna yönelik istekliliklerinin gerisinde ne var? Hiç şüpheniz olmasın, bir ekonomik kriz öngörüsü! Hem bu kesimler, hem de ulus-ötesi finans çevreleri önümüzdeki dönem Türkiye’nin ekonomik zorluklarının çoğalacağını görüyorlar. İşte o koşullarda topluma bedeller ödetilirken geniş tabanlı bir hükümet çok önemli hale gelecek.

Diğer bir anlatımla bir taşla iki kuş vuracaklar. Hem kontrolden çıkan AKP’yi kontrol altına alacaklar, hem de CHP’yi de oyuna dahil ederek soldan gelecek muhalefetin önüne dikkate değer bir set oluşturacaklar. Bu senaryoda koalisyon içinde ya da dışında kalacak HDP için muhtemel taviz çözüm sürecinin canlandırılması ve bu yöndeki reformlar olacaktır.

Demem o ki muktedirler bir başka SYRIZA görmek istemiyor. Zaten sorun izole edilmiş SYRIZA değil, onu bir köşede boğarsınız. Mesele galiba her yerden SYRIZALAR üremesi! İşte ondan korkuyorlar!