“...Bak son günlerde yine birileri Suriye’den ülkemize iltica eden, buraya gelen kardeşlerimize yönelik maalesef bazı yerlerde provokatif eylemler var. Ben kimler tarafından bunların yapıldığını biliyorum ama bu süreçte bunu seslendirmeyeceğim. Ama gerekirse açıklarım. Şu anda seslendirmeyeceğim ...”

“...Bak son günlerde yine birileri Suriye’den ülkemize iltica eden, buraya gelen kardeşlerimize yönelik maalesef bazı yerlerde provokatif eylemler var. Ben kimler tarafından bunların yapıldığını biliyorum ama bu süreçte bunu seslendirmeyeceğim. Ama gerekirse açıklarım. Şu anda seslendirmeyeceğim ...”

Bu konuşmayı Cumhurbaşbakanımsı 16 Temmuzda Sakarya’da yaptı. O tarihten bu yana benzer birçok olayda olduğu gibi, ne provokatif eylemleri yapanları seslendirdi, ne de bu konuda açıklama yaptı. Ama başka şeyler oldu “Yeni Türkiye’de”;

Kayseri’de ellerinde sopalar olan kalabalık bir grup sokak sokak dolaşarak “buralarda Suriyeli istemiyoruz” diyerek Suriyeli sığınmacılara ait araçlara zarar verdiler.

Manmaraş’ta, Suriyelilere tepki gösteren gruplar yolları ulaşıma kapattı. Polisle aralarında arbede çıktı.

Urfa’da sebze halinde çalışan hamallar, daha düşük ücrete iş alarak, kendilerini işsiz bıraktıkları gerekçesiyle Suriyeli hamalları sopalarla kovaladılar. Sokak ve işyerlerinde Suriyeli hamal arayan eli sopalılar zırhlı araçlarla durdurulabildi.

Gene Urfa’da Suriyeli bir inşaat işçisi sopa ve demir çubuklarla linç edilerek öldürüldü, arkadaşı yaralandı. Bunlar sadece birkaç örnek.

En son Antep’te, Suriyeli bir kiracının, evini boşaltmasını istediği ev sahibini öldürmesi üzerine başlayan olaylar dört gündür durulmadı. Cinayetin şüphelileri yakalandığı halde, Suriyelilerin işyerleri tahrip edildi, kalabalık gruplar yakaladıkları Suriyelilere saldırmaya başladı, araçları ateşe verildi. Kente takviye güvenlik ekipleri sevkediliyor.

Ve ne Cumhurbaşbakanımsı’dan bir açıklama geldi, ne de o konuşmasında bahsettiği provokatörler yakalandı. Çözüm olarak Suriyelileri başka kentlere gönderiyorlar. Gerekçeyi de buldular: gene dış mihraklar, gene “kahrolası paraleller”!

Mesela AKP’nin Antep milletvekili: “bu problemin...değişik kesimler tarafından yaptırıldığına inanıyoruz. Sadece içeriden değil, dışarıdan da suni olarak oluşturulmuş bir hareket olduğu, ardında özellikle Suriye tandanslı istihbarat teşkilatı olduğu kanaatindeyiz” demiş. Azıcık işleyen bir yargı mekanizmamız olsaydı bu vekilin “derin” bilgisine başvurulup açığa çıkarılırdı bu “mihraklar”!

Özellikle MİT yasasının verdiği olanaklar ve artık “paranoya” kavramının bile yetersiz kaldığı güvenlikçi yaklaşımıyla Hükümetin, bu olayların sorumlularını bilmediğini düşünemeyiz. Nitekim Cumhurbaşbakanımsı’nın her ziyareti öncesi gerçekleştirilen önleyici gözaltılar ve her gün yenisi patlayan dinleme izleme skandalları uçan kuşu bile takip ettiklerinin göstergesi.

Zaten girişte aktardığım konuşmaya göre durum çok açık: Başbakan çok tehlikeli bir dizi suçun kaynağını biliyor ama gereğini yapmıyor hatta “gerekene kadar” açıklamıyor.

Olayları önleme görev ve yetkisi olan izliyorsa “faildir” ve arkasında mutlaka bir politik amaç vardır. O amaç korkarım ki şu: Yurttaşları -tüm kirli provakatif eylemlerine ve kirli propagandasına rağmen- Suriye’ ye yönelik doğrudan bir savaşa ikna edemeyen Cumhurbaşbakanımsı ve kifayetsiz muhteris ekibi iflas eden politikalarının en somut sonucu olan sığınmacı sorununu “sivil unsurlar” eliyle çözmeye çalışıyorlar. (Ait oldukları zihniyet 6-7 Eylül olaylarını da doğrudan örgütlemişti. Oradan deneyim elde etmişlerdir!)

Nitekim hükümet medyası bunca yaşanan olaya rağmen kayda değer bir sükûnet çağrısı yapmıyor. Oysa aynı medya, işler bu kadar sarpa sarmadan Hatay’da düzenlenen Barışa Çığlık etkinliğindeki konuşmaları saptırarak, eli kanlı çetecilere yönelik uyarılarımızı utanmadan sığınmacılara yönelikmiş gibi vermiş ve sığınmacı akınını teşvik etmişlerdi. Şimdi ise pek sesleri çıkmıyor.

Özellikle sığınmacıların yoğun yaşadığı yerlerdeki yurttaşlarımıza çağrım şudur:

Suriyelilerin çoğu mevcut iktidarın en önemli pay sahibi olduğu bir savaştan istikrarsızlıktan kaçıp geldiler. Üstelik çoğunu nerede ise bu hükümet zorladı. Sayıları milyonu aşınca ve Suriye direnince ipin ucunu kaçırdılar. İnanılmaz bir emek sömürüsü ve cinsel istismar dahil çok zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyorlar. Şimdi bize sığınan bu halk yıllar boyu Filistinli ve Lübnanlı birçok mülteciye kucak açtı. Tarihimize linçlerle anılan bir utanç halkası eklemeyelim. Büyük bir boğazlaşmanın fitilini ateşlemeyin. “dara düşene yardım” gibi kendimize atfettiğimiz özellikleri hatırlayalım.

En önemlisi de siyasi sorumlulardan ve çözüm üretmeyenlerden hesap sorun. Bunca acının fiyaskonun hesabını vermesi gerekenleri sürekli taltif edip kimini cumhurbaşkanı, kimini belediye başkanı yaptınız. En yetersiz ve muhterisi de Başbakan olacak gibi. Hesap sorun ki, “ne yapsak gider” diyemesinler.

Sözü Hasan Hüseyin’le bitireyim:

Tutmamışsan kolundan

Bir tükenip yorulmuşun

Avutmamışsın umutsuzu

Su diyene vermemişsen

Sen de iş yok be kardeşim

Alnındaki çizgilere

Gözündeki ışıltıya

Borçlusun sen yaşamın kendisine