Türkiye'de uzun bir süredir cumhuriyete ve demokrasiye dair her şey rafa kalktı. Ne adil işleyen bir hukuk sistemi var, ne çalışan bir meclis, ne de uyulacak bir anayasa! Tam bir buçuk yıldır faaliyetleri 'paranteze alınan' parlamento iktidar milletvekilleri için hasbelkader uğranılacak bir mekân olmaktan dahi uzak artık. Bakmayın "gazi meclis" güzellemelerine, 15 Temmuz sonrasında meclis OHAL'e teslim. AKP sıraları, Başbakan'ın çağrılarına rağmen bomboş. CHP'liler, HDP'liler AKP'siz salona hitap ediyorlar. Meclis'te olmayan AKP'liler için yoklamada sahte pusulanın kullanıldığı, toplanmayan MGK'dan 'OHAL uzatılsın' kararı çıkarıldığı içler acısı bir siyasi tablonun şahidiyiz. İktidar vekillerinin siyasi iradesi çoktan Saray'a bırakılmış durumda. Milletvekilleri "büyük resimde" yerleri olmadıklarını bildiklerinden başka işlerle uğraşıyorlar. Bu esnada yurttaşların olup biteni izlememesi için her türlü tedbir alınıyor.

OHAL'in daha üç aylık süresi bitmeden apar topar uzatılmasına dair ikna edici tek bir gerekçe yok. Çok değil bundan altı sene evvel, MHP'liler AKP'yi OHAL ilan etmesi için sıkıştırdığında dönemin Başbakanı Erdoğan "bizim iktidarımızın karakterinde OHAL yok, o sizin aczinizin gereği" diyordu. Terör istatistiklerinin OHAL zamanında zirve yaptığını hatırlatıyordu. Bugünden bakınca ironik değil mi? 2015 Haziran'ından sonra Saray-AKP-MHP ittifakı adım adım kurulunca alınması gereken önlemlere dair fikirler de değişiverdi. 15 Temmuz sonrasında darbe girişimiyle yüzleşmenin değil topluma deli gömleği giydirmenin aracı olan OHAL, Saray-AKP-MHP ittifakının çimentosu oldu. Geçtiğimiz altı ayda OHAL hiçbir güvenlik açığına çare olamamışken, katliamlar ve saldırılar peşi sıra gelmişken OHAL'in uzatılmasını "güvenlik" ile gerekçelendirmek hepimizin zekâsına hakaret. Esas amaç fiili başkanlığı, o resmileşene kadar teminat altına almak!

6 Ocak'ta çıkarılan üç KHK, bize şu gerçekleri söylüyor. Öncelikle bu KHK'lar, etkileri açısından bakıldığında OHAL dönemini aşacak uygulamaları barındırıyor. Böylece aslında bir gün resmen uzatılması dahi çoktan rutinleşmiş bir olağanüstülük rejiminin dayanaklarını tesis ediyor. Dolayısıyla referandum sonrasında normalleşme bekleyenler çok yanılıyor. KHK'lar yargıda ve güvenlik alanında büyük değişimleri hiç tartışılmadan hayata geçiriyor. Görünen o ki, iktidar bloku hiçbir kuruma, hiçbir teamüle, hiçbir şahsa güvenmiyor. Hepsini yeni rejime uygun biçimde yeniden yapılandırmanın peşinde.

Türkiye'nin dört bir yanında bombalar patlarken, linç vakaları sıradanlaşırken, yurttaşlar kamusal alanlardan çekilirken mesaisinin çoğunu muhalif avlamakla geçiren kolluk kuvvetlerine yeni yetkiler bahşedildi 6 Ocak KHK'sında. Muvazzaf subayların ve astsubayların zorunlu hizmet süresi uzatıldı, kuvvet komutanlıklarına atanan generallerin görev sürelerinin yaş hadlerine kadar uzatılması sağlandı. Uzman er-erbaş başvurularını arttırmak için ilköğretim mezunlarına başvuru hakkı verildi. Tüm bunların anlamı açık. İktidar blokunun Fırat Kalkanına referansla anlattığı askeri güç odaklı siyasetin altını dolduracak kapasite ortada yok.

Dernek kapatmalar ve kamudan tasfiyeler bir kıyım mantığıyla sürüyor. Her KHK'da olduğu gibi demokratlar, devrimciler kısım kısım listelere ekleniyor. 6 Ocak akşamı Nilgün Toker'den Faruk Alpkaya'ya, Melek Göregenli'den Cuma Çiçek'e Sevilay Çelenk'ten Selim Temo'ya akademik bilgisi ile yurttaş sorumluluğunu birleştiren onlarca değerli akademisyen tasfiye listelerine eklendi. Böylece geride kalanlar bir kez daha endişeli bir bekleyişe mahkûm edilmek istendi. Durmayacakları belli. Şovenizme, ırkçılığa, gericiliğe, demokrasi düşmanlığına karşı sesini yükselten herkes o meşum listelerin potansiyel bir satırı. Susan gerçeği haykırandan çok oldukça listeler uzar gider bunu da biliyoruz. O yüzden susmak esaretin prangasıdır.

Peki ne yapacağız? Kaybettik hadi mücadeleyi bırakalım mı diyeceğiz? OHAL rejiminin üzerimizde kurduğu baskıya boyun mu eğeceğiz? Hayır! Somut durumun somut tahlilini yapacağız. Karşı karşıya olduğumuz şey yönetilemezlik cenderesine hapsolmuş bir siyasi ittifaktır. Bu siyasi ittifak tabanda değil tepede ve korku üzerine kurulmuştur. Amacı öncelikle kendini güvence altına almaktır. Bu nedenle her alanda milliyetçileri ve İslamcıları zafer kazandıklarına ikna etmek zorundadır.

Demokratların, devrimcilerin tasfiyesi bu kitleye yalancı bir zafer sarhoşluğu sağladığı ölçüde işlevseldir. Bu imkanı onlara vermemek, haklı olmanın psikolojik gücüne yaslanmak, dayanışmayı güçlendirmek ve birbirimize sahip çıkmak politik ve insani sorumluluğumuzdur.