AKP iktidarı özellikle son on yılı boyunca kendisini eleştirenleri her olanağı kullanarak “susturan” bir politika izledi. Sonrasında öyle bir noktaya varıldı ki, aynı iktidar konuşması gereken en yaşamsal konuda ısrarla “susuyor.”

SUSTURMA SÜRECİ…

Bu gidiş, kamu yönetiminin kurumsal yapısının Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’a bağlanarak yapılandırılmasıyla ve kişiselleştirilmesiyle gerçekleştirildi.


Devlet yönetiminde bağımsız düzenleme ve denetleme kurumu bırakılmadı. Kamu mal ve hizmet alımları yandaşlara dağıtılır oldu; TCMB dört ayda dört başkan değişimine uğradı; TÜİK istatistiklerine yalnız iç ve dış sermaye çevreleri, bilim insanları ve diğer ilgililer değil, artık mutfaktaki ev kadını da inanmıyor.

Kamu kurumlarının susturulmasını meslek oda ve birliklerinin, başta barolar olmak üzere, giderek işlevsizleştirilmeleri izledi. Yetmedi, üniversite tümüyle iktidara bağımlı kılındı. Yine yetmedi, yasama, yargı ve yürütmeden sonra demokrasilerin dördüncü erki sayılan basın-yayının yüzde 90’ı iktidarın sözcüsü durumuna getirildi. Sonuçta, en gerektiği durumlarda savcılar kıpırdayamıyor; Meclis, en yaşamsal konuları bile ele alamıyor.

Susturulanlar, kuşkusuz yalnızca kurumsal yapılar değil, en bilinenleri Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala olmak üzere, çok sayıda kişi de iktidarın hışmına uğramış bulunuyor.

Ayrıca incelenmesi gereken susturma gerekçeleri çok değişken, kimi kez ne olduğu somut olarak ortaya konulmayan “dış güçler”, çoğu zaman da “iç odaklar” iktidarın elindeki büyük basın-yayın gücünden de yararlanılarak, bu amaçla kullanılıyor.

BİR DE BAKTIK Kİ!

İktidarın, gerçekleri ortaya çıkarabilecek kişi ve kurumları baskı altına alarak susturmuş olmasına dayalı yapı, son bir aydır, iki noktasından onarım tutmayacak biçimde yıkıldı; daha doğrusu çöktü. Sedat Peker’in açıklamalarıyla sarsılmakta olan toplum, bir sabah da, Marmara’da, beyaz, kalın ve canlıları yok eden müsilaj da denilen, salya olayı ile uyandı.

Salya bağlamında birkaç noktanın altı çizilmelidir. Önce “deniz salyası” tamlaması tamamıyla yanlıştır; çünkü salya denizin üretimi değildir, insan işidir; sorumlusu da bu ülkenin yönetimidir. Sonra, salya, yalnız canlıları yok eden bir doğa olayı da değildir. Bu ülkenin en önemli döviz kaynaklarından biri olan turizmine de büyük bir zarar verecek özelliktedir. Nitekim, uluslararası basın yayında, örneğin, dünyanın en çok izlenen haber kanallarından biri olan Uluslararası CNN’de, geçtiğimiz günlerde, “Türkiye denizlerinde salya” konusunu ayrıntılı ele alan bir haber yayımladı. Haberde, salyanın Marmara ile sınırlı olmadığı, Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de de oluşmakta olduğu özenle belirtildi. Bu büyük “salya patlaması” karşısında, işbaşına geldiği günden beri doğa duyarlılığı gösteremeyen iktidar, Kocaeli’nde alelacele bir toplantı düzenleyerek, üstelik hemen değil üç yıl içinde “Marmara’yıTemizleyeceğiz” sözünü vermekle yetindi. Verilen söz o kadar yapmacıktı ki, yıllardır, ses telleri kesilmiş, susturulmuş olan toplum, Marmara’nın “neden ve nasıl kirlendiği” sorusunu bile soramadı. Tıpkı bu ülkenin Avrupa’nın atıklarının “çöplüğü” yapılmasına; derelerinin ve ormanlarının yağmalanmasına ya da doğasının talanına karşı sesini yükseltemediği gibi.

İktidarın “ısrarla sustuğu” asıl konu Sedat Peker’in açıklamalarıdır. Peker’in son bir ay boyunca yaptığı dokuz video yayını ile ve çok somut olgulara, kişilere ve işleyişlere dayalı suçlamalarla, bu ülkenin içine sürüklendiği siyaset-örgütlü suç, kara para, uyuşturucu ilişkilerini içeren çürümüşlüğü sergilemesi, salya olayının yalnızca Marmara ve diğer denizlere özgü olmadığını, neredeyse tüm kamu yönetimini kapsadığını kanıtlıyor.

Aslında, salya ve Peker olayları, “susturmanın” ülkeye verdiği çok ağır zararların yalnızca dışa vurabilen görüntüleridir. Hele Peker’in açıklamaları karşısında iktidarın suskunluğu, gerçekte, “yılın siyasi olayı” sayılacak önemdedir. Sonuçta, Peker “susturanları susturuyor” denilirse, yanlış mı olur?

Çözüm, düşünce ve ifade özgürlüğündedir!