Google Play Store
App Store

Yakın dönem tarihinin kırılma anlarından Susurluk ‘Kaza’sının 29’uncu yılına girildi. Devlet-mafya-siyaset üçgeninde ortalığa saçılan kirli ilişkiler ağıyla hesaplaşılmazken Susurluk, bugünkü rejimle devam ediyor.

Susurluk karanlığı tam gaz sürüyor
Fotoğraflar: Depo Photos
Mehmet Emin Kurnaz
Mehmet Emin Kurnaz
mehmeteminkurnaz@birgun.net

29 yıl önce Susurluk’ta meydana gelen “kaza” dönemin kirli ilişkiler ağını ortalığa saçtı. Devlet, mafya ve siyaset üçgeninde yaşanan karanlık, ülke için bir dönüm noktası olurken 90’lı yılların tüm kötülüklerinin sembolü haline geldi.

Aradan geçen 29 yılda ise hiçbir şey düzelmediği gibi yeni skandallar eklendi. Aktörlerin isimleri değişse de karanlık düzen değişmedi. Susurluk, uyuşturucu ticaretinden yeni nesil çetelere, kara para organizasyonlarından devlet aygıtları içinde konumlanan suç örgütlerine dek bugünkü AKP-MHP iktidarıyla varlığını sürdürüyor. Devleti kılcal damarlarına dek ele geçiren rejim, en tepeden tabana kadar ülkeyi bataklığa sürüklüyor.

Bugünün BirGün'ü

DEVLET İÇİNDE ÇETELER VAR

Derin devletin su yüzüne en önemli çıkışlarından birisi meydana gelen bir trafik kazasıydı. Kaza Türkiye’de faili meçhul cinayetlerden siyasi kayıplara, Mafya - Devlet ilişkisinden, kaçakçılığa kadar uzanan birçok sır perdesinin aralanmasını sağladı. Bir kamyona arkadan çarpan Mercedes marka otomobil, bir utanç tablosu olarak hafızalara kazındı. Bu kazanın ardından toplumsal muhalefet de harekete geçti. Ülkenin dört bir yanında “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemleri yapıldı. Işıklar yakıp söndürüldü, tencereler, tavalar çalındı. Kitlesel basın açıklamaları gerçekleştirildi.

3 Kasım 1996 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesinde Mercedes marka bir otomobilin kamyonla çarpışması sonucu ‘Mehmet Özbay’ adına sahte kimlik bulunan Abdullah Çatlı ve ‘Melahat Özbay’ sahte kimlikli Gonca Us ile Emniyet amiri Hüseyin Kocadağ’ın hayatını kaybetmesi, Doğru Yol Partisi Urfa Milletvekili Sedat Bucak’ın yaralı olarak kurtulması devletin mafyalaşmasının en net karesi oldu.

Susurluk skandalını protesto eden yüz binler ülkenin dört yanında ‘sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık’ eylemi yapmıştı.

DEVLET SIRRI DİYE GEÇİŞTİRDİ

Otomobilin içindeki ‘Mehmet Özbey’ adlı kişinin birçok suç kaydıyla İnterpol tarafından aranan Abdullah Çatlı’nın olduğunun öğrenilmesiyle olayın basit bir trafik kazası olmadığı ortaya çıktı. Bu olayla birlikte ‘derin devlet’ ilişkisinin açığa çıktığı ve yüksek sesle tartışıldığı süreç başlamış oldu. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın talimatı ile ‘Susurluk Raporu’ hazırlandı. Meclis’te de ‘Susurluk Komisyonu’ oluşturuldu. Raporda, devletin içinde "yuvalanan çeteler" olduğu belirtilirken, bazı devlet kurumlarının da bu yapıları desteklediği sonucuna varıldı.

Raporlarda karanlık ilişkilerin merkezinde özellikle dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar dikkat çekti. Ağar, kazadan sonra görevinden istifa etti. Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM) de ifade veren Ağar, en kritik soruları ise "devlet sırrı" iddiasıyla ile yanıtlamadı. DGM, ‘Yüce Divan’ı işaret etse de Yargıtay engel oldu. TBMM Soruşturma Komisyon’u da Ağar’ın Yüce Divan’a sevkine gerek olmadığına karar verdi. 2011 yılında ise bu kez Ankara Özel Yetkili 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi, Ağar hakkında "suç örgütü yöneticisi" olduğu iddiasıyla dava açarak Ağar’ı beş yıl hapis cezasına çarptırdı. Ağar, Aydın’da kendisi için düzenlenen koğuşunda 1 yıl 4 gün yattıktan sonra denetimli serbestlikle tahliye edildi.

Aralarında eski generaller, emniyet genel müdürü, polislerin olduğu 14 kişi göstermelik cezalar aldı. Dönemin faili meçhul cinayetlerinde sıkça adı duyulan ve ‘yeşil kod’ olarak bilinen Mahmut Yıldırım ise hiçbir zaman yakalanamadı.

AKP VE MHP İLE DEVAM EDİYOR

“Derin devlet ile hesaplaşma" söylemleri ise hiçbir zaman hayata geçmedi. Failler için göstermelik yargılamalar yapıldı. Üstelik Susurluk’un öne çıkan isimleri, AKP döneminde de aktif roller aldı. AKP ve MHP iittifakı bu ilişki ağını daha da büyüttü.

AKP’ye yakın isimlerden Bucak Aşiretine mensup Sedat Bucak’ın yeğeni Fatih Mehmet Bucak, 14 Mayıs seçimlerinde AKP’den milletvekili aday adayı olmuştu. Susurluk çetesinin açığa çıkmasının ardından istifa eden dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar da AKP döneminde aktif roller aldı. Ağar’ın oğlu ise geçtiğimiz yıllarda cinayet ile suçlanmıştı. Tolga Ağar AKP’den 27. Dönem Elazığ Milletvekili olarak Meclis’e girdi. Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, yayınladığı ifşa videosunda, Mehmet Ağar’ın Uğur Mumcu cinayetinden de sorumlu olduğunu ileri sürmüştü. Peker konuşmasında, Ağar’ın söylediği belirtilen “Bir tuğla çekersem duvar yıkılır” cümlesini de yinelemişti.

“Susurluk’u sahiplendiğini açıklayan DYP Lideri Tansu Çiller de 14-28 Mayıs Genel seçimleri öncesinde katıldığı mitinglerde Cumhur İttifakı’na oy istemişti.

MHP Lideri Devlet Bahçeli suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı hastanede ziyaret ederken Çakıcı’nın tahliyesini sağlayacak af yasasına da imza atmıştı. Bahçeli, Çakıcı için ‘Dava arkadaşımdır’ ifadelerini kullanmıştı. Susurluk Çetesi’nin kilit isimlerinden olan Korkut Eken de AKP döneminde dikkat çeken diğer bir isim oldu. Eken’in de Yalıkavak Marina’daki ilişki ağı ortaya çıkmış, Mehmet Ağar ve Bahçeli ve Çakıcı ile verdiği pozlar dikkat çekmişti.

Aradan geçen 29 yılda değişen bir şeyin olmadığı görülüyor. Yeni nesil çeteler, karanlık cinayetler, ortalığa saçılan kirli ilişki ağları, Kıbrıs’a uzanan bağlantılar, kara para ve uyuşturucu trafiği Sedat Peker’in ifşalarında da görülmüştü. Gelinen noktada Susurluk karanşığının bugünkü rejimle devam ettiği ortada.

Sedat Peker’in ifşalarıyla birlikte, Mehmet Ağar’ın Yalıkavak Marina’da Alaattin Çakıcı, Engin Alan ve Susurluk dönemindeki "müşaviri" emekli Albay Korkut Eken ile verdiği fotoğraf da Susurluk dönemini akıllara getirmişti.

∗∗∗

İLİŞKİ AĞI KIBRIS’A UZANDI

Yasa dışı bahis baronu Halil Falyalı cinayetinde de mafya ilişkileri gözler önüne serildi. Türkiye’den Kıbrıs’a uzanan ilişki ağı içerisinde cinayet sanığı Mehmet Faysal Söylemez’in avukatına gönderdiği bir notta suç örgütü lideri Çakıcı’nın da ismi geçti. Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın da uyuşturucu ticareti içerisinde olduğu iddia edildi. Yıldırım’ın yeni ticaret yolları kurmak için Venezüella’ya gittiği iddialarına Binali yıldırım “Oğlum maske yardımı götürdü” yanıtı verdi.

∗∗∗

YENİ NESİL ÇETELER TÜREDİ

MHP’li avukat Serdar Öktem’in öldürülmesinin ardından saldırının Daltonlar Çetesi ile bağlantılı olabileceği iddiası, Türkiye’de son yıllarda hızla yükselen “yeni nesil çeteleri” yeniden gündeme taşıdı. Sokaklardan Avrupa’ya uzanan Daltonlar, Redkitler, Anucurlar ve Gündoğmuşlar isimli çetelerin İstanbul’un pek çok mahallesini ele geçirmiş halde. Bu çetelerin pek çok Avrupa ülkesinde de birbirleriyle çatıştığı biliniyor.

∗∗∗

ÜLKEYİ GRİ LİSTEYE SOKTULAR

Ülkeleri kara para aklama ve terörizmin finansmanı konularında değerlendirerek gruplandıran uluslararası kuruluş olan Mali Eylem Görev Gücü (FATF), Türkiye’yi 21 Kasım 2021’de “kara para aklama ve terörün finansmanıyla mücadele önlemlerinin yetersiz olduğu” gerekçesiyle gri listeye almıştı. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde “Ülkemizi gri listeden çıkarmaya kararlıyız” demişti. Kuruluş, Türkiye’yi geçtiğimiz yıl bu listeden çıkarmıştı.

∗∗∗

SUSURLUK KOMİSYONU ÜYESİ FİKRİ SAĞLAR: DAHA KARANLIK BİR DÖNEMDEYİZ

29 yıl önce, Susurluk döneminde, Türkiye en azından bir hukuk devleti sayılırdı. Yargı, yasalara, anayasaya ve içtihatlara uymak zorundaydı. Savcılar ve hâkimler, hukukun üstünlüğüne inanan, laik ve demokratik bir devletin parçasıydılar. Şimdi bunların hiçbiri yok. Oysa Susurluk döneminde binlerce insan faili bilinen cinayetlere kurban gitti. Susurluk Raporu’nda faillerin kimler olduğu, nasıl bir araya geldikleri açıkça yazılmıştı.

Ancak devlet o raporu da diğer komisyon raporları gibi dikkate almadı. Bugün en büyük fark şu: Türkiye artık bir hukuk devleti değil. Hukukun üstünlüğüne inanan bir yönetim olmaktan çıktı. O dönemde ‘siyasetçi, bürokrat ve mafya’ üçlüsünden bahsedilirdi. Şimdi ise buna yargının bir kısmı da eklendi. Avukatlardan savcılara kadar birçok isim bu işin içinde. Düşünün, Adana’da bir savcı polislerle birlikte uyuşturucu dağıtıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonlarda bazı avukatlar, “2 milyon dolar verirseniz sizi kurtarabiliriz” diyebiliyor. Susurluk’ta bile bu kadar aleniyet yoktu. O yapı, siyasetçi ve mafya bu kadar açık hareket etmemişti. Şimdi ise sanki korunuyorlarmış gibi davranılıyor. Türkiye parti devletine dönüşmüş durumda; her şey çok rahat yapılabiliyor.

En büyük sorun otorite eksikliği. Devlet, bir siyasi partinin işgali altında yürüyor. Bu da ‘ucube sistem’in sonucu. Yargı, yasama ve yürütme tek bir kişinin elinde toplandı. Bu rejim değişmeli. Asıl mesele, siyaset yapma biçiminin değişmesidir.

Susurluk döneminde failler vardı ama aynı zamanda hukuk da vardı. Faili meçhul cinayetlerin üzerine gidilebiliyordu, güvenlik güçleri bu konuda açıklamalar yapabiliyordu. Bugün bunların hiçbiri yok. Herkes sessiz, korkak ve koltuk derdinde. Çünkü yargı da iktidarın elinde. Sorunun kaynağı bu sistemdir.

Fikri Sağlar

∗∗∗

GAZETECİ HAKKI ÖZDAL: BUGÜN YENİDEN ORTAYA ÇIKTILAR

Türkiye’de 12 Mart rejimi, o dönem kurulan yapının en önemli sacayaklarından biriydi. Bu rejim, NATO ülkelerinde sıkça görülen, devletle iç içe geçmiş bir “özel harp örgütü” olan kontrgerillanın iktidar mekanizmalarına eklemlenmesiyle şekillendi.

12 Eylül öncesinde bunun çeşitli provaları yapıldı, darbe sürecine giden yol bu denemelerle örüldü. 12 Eylül darbesinden sonra ise bu devlet aygıtına monte edilmiş bazı gruplarla yollar ayrıldı, bazılarıyla devam edildi. 1980’lerin sonundan itibaren ise Kürt bölgesinde yaşanan çatışma ve silahlı ortam, yeniden devletle iç içe geçmiş özel bir yapılanmanın koşullarını yarattı. Susurluk’ta yaşanan trafik kazası, bu yapılanmanın sadece küçük bir bölümünün açığa çıkmasıydı. Toplumun büyük tepkisi nedeniyle süreç zamana yayılarak sözde tasfiye edildi ama gerçekte bu yapılar tasfiye olmadı. Dönemin başbakanlık müfettişi Kutlu Savaş’ın, Mesut Yılmaz’ın talebiyle hazırladığı Susurluk Raporu, bu ilişkilerin nasıl devletin, siyasal iktidarın ve ANAP, DYP, Refah Partisi, MHP gibi sağ partilerin içine sızdığını ortaya koydu. Rapor, siyasetin bizzat bu yapılar tarafından araçsallaştırıldığını gösterdi.

1996 sonrasında yapılan kısmi tasfiyeler bir ‘çekirdek’ bıraktı. AKP iktidarı, bu çekirdeğe ihtiyaç duyduğunda onu yeniden devreye soktu. Özellikle 2015’te Türkiye’nin yeniden şiddet sarmalına girmesiyle birlikte bu gruplar devlet içinde yeniden güç kazandı. Üstelik Alaattin Çakıcı, Mehmet Ağar ve Sedat Peker gibi Susurluk döneminin aktörleri, yeni dönemde yeniden sahneye çıktı; hem görev üstlendiler hem de güçlendiler.

Bugün bunun iki sonucu var: Birincisi, Türkiye’deki siyasal gericilik bu güçlerin sokaktaki şiddetinden ve yarattığı korkudan faydalanıyor. Bu, toplum desteğini kaybetmiş iktidarın varlığını sürdürmesinde bir araç haline geliyor. İkincisi ise ekonomik boyut. Bu yapılar, sermaye ilişkilerini geliştirmek, şirketlere ve ülkenin kaynaklarına “çökme” adı verilen süreçlerle el koymak için kullanılıyor. Madenlerden şirketlere kadar pek çok örnekte bu ilişkiler doğrudan görülüyor.

Dolayısıyla “Susurluk” bugün hem politik hem de ekonomik olarak varlığını sürdürüyor. Bazı eski aktörlerle ama yeni koşullara uyum sağlamış biçimde… AKP kendi ‘Susurluk’unu yarattı; bu yapı şimdi onun eliyle devam ediyor. Devlet, iktidar ve şirketler el ele vererek ülkenin kaynaklarına çöküyorlar. Son dönemlerde artan operasyonlar da bu alana dair bir yeniden yapılandırma, bir ‘regülasyon’ çabası olarak görülebilir. AKP içindeki hesaplaşmaların arka planında da, ‘Susurluk’ diye tabir edilen bu işleyişin yeni koşullara göre düzenlenmesi yatıyor.

Bugün derin devletin 29 yıl önceki yapısıyla karşılaştırıldığında tehlike çok daha büyük. O dönemki yapılanma devlete dışarıdan kısmen dâhil olan bir çete görünümündeydi. Şimdi ise o dışsallık tamamen ortadan kalktı; çete yapılanması devletin kendisi haline geldi. Artık sadece siyasal veya sokak gücüyle değil, ekonomik kaynaklarla da devlete egemen olmuş durumda. Dünyanın her yerinde büyük sermaye, düzensiz güçlerle zaman zaman ittifak kurar. Türkiye’de de durum farklı değil. Bu yapılar, yalnızca sağ siyasetle değil, büyük sermayenin çıkarlarıyla da doğrudan ilişkili.

Hakkı Özdal

∗∗∗

HER YERDE ÇÜRÜME VAR

• Basın toplantısı düzenleyen TFF Başkanı Hacıosmanoğlu profesyonel liglerde görev yapan hakemlerin yaklaşık 5’te 1’inin bahis oynadığını açıkladı. Hacıosmanoğlu profesyonel liglerde görev alan 571 hakemden 371’inin bahis hesabının olduğunu, 152’sinin ise aktif şekilde bahis oynadığını açıkladı. Hacıosmanoğlu, "Bunların içinde 10 hakemin 10 binin üzerinde, 42 hakemin ayrı ayrı 1000’in üzerinde bahis oynadığı, bir hakemin tek başına 18 binin üzerinde bahis oynadığı, bazı hakemlerin ise tek bir seferlik bahis oynadığı tespit edilmiştir" dedi.

• Ülkede yaşanan çürümenin bir örneği de geçtiğimiz gün gündeme gelen sahte diploma skandalı ile ortaya çıktı. Ankara’da ortaya çıkarılan “sahte diploma” skandalına göre, e-imza sahteciliği kullanılarak yürütülen büyük bir dolandırıcılık ağı gerçek olmayan diplomalar temin eden kişilere öğretmen, mühendis, eczacı gibi çeşitli meslek gruplarından sahte belgeler teslim etti. Soruşturma kapsamında, sahte diplomalarla profesör ve doçent unvanı almış yaklaşık 400 akademisyenin bulunduğu öne sürüldü.

• Yargıyı tamamıyla ele geçiren rejim adaleti de ortadan kaldırdı. Toplumun adalete güveni kalmazken rejim yargıyı muhalefeti dizayn etmenin aparatı olarak dizayn etti. Ülkede kırmızı bültenle aranan uluslararası mafya liderleri, uyuşturucu baronları, vergi kaçakçıları için de adeta cennete dönüştürüldü. Adliyelerde dönen rüşvet çarkları da pek çok kez gündem oldu.

∗∗∗

UYUŞTURUCU TRAFİĞİ TAM GAZ

Avrupa Birliği Polis Teşkilatı’na (Europol) göre, Avrupa’daki eroin ticareti konusunda Türkiye merkezli suç şebekelerinin hakimiyeti devam ediyor. Afganistan kaynaklı eroin, büyük ölçüde Türkiye’deki limanlar aracılığıyla AB ülkelerine gönderiliyor. Avrupa Birliği (AB) uyuşturucu pazarının geçtiğimiz yıl perakende değerinin en az 31 milyar euro olduğu hesaplanıyor. Europol’e göre uyuşturucu pazarı, yolsuzluk ve şiddet nedeniyle toplumsal dokuyu giderek daha fazla yıpratıyor. Avrupa’da kullanılan eroinin ana kaynağı Afganistan. Ancak eroinin AB ülkelerine ulaşmasında Türkiye hâlâ önemli bir geçiş noktası. Rapora göre, Avrupa Birliği’ne yönelik eroin kaçakçılığı giderek artan oranda deniz yollarına, özellikle de küresel konteyner trafiğine ve Türkiye’den kalkan feribotlara dayanıyor