Suudi Arabistan ne olduğunu uzun süre tartışacağız. Önemli şeyler olduğu kesin. 4 Kasım’da olan ve tüm dünyanın konuştuğu şeyler için düğmeye o gün basılmadı. Yaşananların ilk işaretleri şimdi reformcu olarak tanıtılan Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın (MBS) 2015 Nisan’ında Savunma Bakanı olmasıyla gelmişti.

Yemen’de savaşı savunan ve başlatan MBS’di. Yemen’deki savaşın, Şii Husiler’le Sünni Başkan Abdur Rabbu Mansur Hadi yönetimi arasında “saf bir iç savaş” olmadığı, bu iki yerel güç üzerinden İran ve Suudi Arabistan’ın savaştığı, Husilerin ülkenin pek çok yerini ele geçirmesinden sonra Suudi Arabistan’ın da bir Sünni koalisyonla doğrudan savaşa girdiği biliniyor.


Bildiğimiz bir başka şey de, dünya genelinde kültürel ve ekonomik hegemonyası hızla eriyen ve tek süper güç olmaktan çıkan ABD’nin, Ortadoğu’da askeri arayışlar içinde olduğu. Yemen’de İran’a karşı hamle yapan Suudi Arabistan ve MBS’nin ardında da ABD var.

Ortadoğu bir altüst oluş içinde ve bölgede girdiği askeri maceralardan ABD ile onun öne sürdüğü güçlerin nasıl çıkacağını bir süre sonra daha net göreceğiz.

Şimdiye kadar olup bitenlere bakarak ABD ve desteklediği yerel, bölgesel güçler için işlerin iyi gitmediğini söyleyebiliriz.
MBS’nin, ne kadar sıkı biri olduğunu kanıtlamak için daldığı Yemen’den çekilmeye çalıştığı iddiaları var. Yakın zamanlarda sızdırılan iki eski üst düzey ABD yetkilisi arasındaki maillerde, “Yemen’de başlattığı savaştan çıkmak istediği” yazıyordu. Oradan füze yemişken bu da zor artık!

Yemen MBS’nin hanesine yazılacaksa; orada Suudi uçaklarının okulları, hastaneleri ve sivilleri vurduğu saldırılarla geçen zamanın ardından Husilerin gerilemek şöyle dursun Riyad’a füze atacak noktaya geldiği olacak!

Başını çektiği Katar’ı izole etme kampanyası da çuvalladı; Katar’ın pek sarsıldığı yok, İran’a daha fazla yaklaştı, Türkiye ile ilişkileri pekişti.

MSB gerçekten Yemen’den çekilmek niyetinde mi, bilemem ama ABD desteği ile hâlâ İran’ın bölgede ilerleyişinin önünü kesmeye çalıştığı net. Husilerin füzesinden İran’ı sorumlu tutması, bunu neredeyse savaş nedeni sayması, tam da bunlar olurken Lübnan Başbakanı Hariri’nin Riyad’a gelip kendi başkentinde değil de orada Suudi televizyonunda İran’ı suçlayarak istifa etmesi, genç veliaht prensin İran konusunda “yakın dostu” Trump’ın duygu ve niyetlerini paylaştığının göstergeleri.
Arap yönetimlerinin politikalarının Arap kitlelerine pazarlanabilmesinin en önemli araçlarının başında Filistin konusunun geldiğini düşünürsek, bütün bunlar olurken Mahmud Abbas’ın Riyad’a gelmesi/getirilmesi de rastlantı olamaz.

Başlıktaki soruya verilecek yanıtın bir boyutu, olup bitenlerin yalnızca Suudilerin içini ilgilendiren bir reformun (Ilımlı İslam’a geçiş) ayak izleri olmadığıdır. O kadar prensin, eski bakan ve işadamının bir günde derdest edilip üzerlerinin -ölümüne- çizilmesini, Trump sırf pek güvendiği MBS’nin “yolsuzluğa batmış isimleri temizlemesi” nedeniyle savunmuyor.

Daha çok büyük bir “aile şirketi”ne benzeyen Suudi devleti; yönetici aile, işadamı şeyhler, güvenlik aygıtı ve din adamları olmak üzere dört ayak üzerine oturuyor. MBS bu dört ayak üzerindeki kontrolünü artırıp önünü temizleyerek Suudi devlet aygıtının “süper gücü” olma çabasında.

Yolsuzluğa karşı mücadele bu süreçte kamuoyundan en fazla destek bulacağı söylem. Başlıktaki sorunun ikinci yanıtı, Suudi Arabistan’da olanın salt bir yolsuzluk mücadelesi olmadığıdır. Konu yolsuzluk olunca, Riyad’da elleri temiz birini zor bulursunuz!
Küresel ekonomik gücünü hızla yitiren, buna paralel olarak kültürel hegemonyası da alabildiğine gerilemiş ABD, konumunu askeri arayışlarla muhafaza etmeye çalışıyor. Bu arayışların doğrudan ona maliyetini kısa vadede değilse de orta vadede göreceğiz. Onun arkasında konumlananlara çıkan maliyet ise şimdiden görülüyor!

Bunu ilk ve en net gören de K. Irak’ta yaşadığı hayal kırıklığı ile “Belki de Rusya, ABD’den daha iyi bir dost olabilir” diyen Barzani oldu!