Elisa, yaratıkta kendisi gibi ezilmiş ve sesini duyuramayan bir hayat arkadaşı görüyor. Belki de “peygamber kaderli”, tanrısına kavuşuyor

Suyun Sesi: Dinsel ve cinsel bir mesel

Suyun Şekli mi olurmuş, Suyun Sesi diyelim demiş herhalde dağıtım şirketi film için. Suyun Şekli olmaz ama filme bu adı veren yönetmen, belki de olmayan bir şeyden söz ederek başka bir şeye, mesela öze, anlama dikkat çekmiş olamaz mı?

Mesela Mevlânâ’nın Mesnevi’deki şu sözleri gibi:

“Bil ki zâhiri suret (şekil) yok olur, fakat mâna âlemi ebedidir, kalır.

Testinin suretiyle ne vakte dek oynayıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü.”

Dikkat spoiler var: Hem filmin insan kahramanı hem de Amazon tanrısı yaratık, ırmaktan gelip ırmağa gidiyorlar Suyun Sesi’nde; içinde bulundukları kabı bırakıp suya karışıyorlar.

Filmin insan kahramanı Elisa (Sally Hawkins) resmi bir araştırma biriminde temizlikçi olarak çalışan dilsiz ama duyan bir kadın. Elisa birçok peygamber ya da mitoloji kahramanı gibi ırmak kıyısında bulunmuş bir yetim. Boynundaki izler belki dilsiz olmasına neden olan olayın izleri, belki de, bir teoriye göre, Elisa’nın sudan çıktıktan sonra kapanan solungaçlarının izleri, bilemiyoruz.

Amazon yaratığı (Doug Jones) da bir madun, sesi çıkmayan yani, tıpkı Elisa gibi. Gözleri çok masum bakmasa, tıpkı bir canavara benziyor. Yaratığı, araştırma merkezine getirildiğinde tanımaya başlıyoruz. Onu buraya getiren filmin kötü adamı Albay Strickland (Michael Shannon). Strickland (sıkı, katı ülke gibi bir anlamı var), tam bir maço ve bir ırkçı. Yaratık onun için bir şey, bir nesne; amacı, onun içini yarıp özelliklerini anlamak ve bu özellikleri askeri amaçlar uğruna kullanmak. Strickland’in kadında tercihinin de susan, konuşmayan kadın olduğunu görüyoruz karısıyla ilişkisinde. Bu yüzden dilsiz Elisa’ya da arzu duyuyor.

Elisa ise, yaratıkta kendisi gibi horlanmış, ezilmiş ve sesini duyuramayan bir hayat arkadaşı görüyor. Belki de “peygamber kaderli” Elisa, tanrısına kavuşuyor. Elisa ile yaratık âşık oluyorlar birbirlerine. Onları müzik ve müzikaller yakınlaştırıyor; bir de Elisa’nın yaratıkla paylaştığı oldukça sembolik yumurtası.

Semboller çok filmde, bazılarını anlamadım bazılarına yorum yapmak mümkün. Yeşil renginin anlamı, petrole, dolara mı gönderme yapıyor? Yeşil kötülükle, maddiyatçılıkla özdeş sanki. Geleceği temsil ediyor bir yandan da galiba. Olaylar soğuk savaş yıllarında 1960’larda geçiyor. Mc Carthy’nin cadı avı taze bitmiş.

suyun-sesi-dinsel-ve-cinsel-bir-mesel-428772-1.Strickland’in yaratıkça kopartılan parmakları, onun iğdiş edildiği anlamına geliyor olsa gerek. Ne de olsa nihai babanın, yani tanrının, yani Amazon yaratığının kadınına sulanıyor. Babanın kadınına asılmanın cezası kastre edilmektir. Salladığı o upuzun elektrikli cop, kopan parmaklarının –penisinin- yerini tutamıyor, iktidarını yitireceğinin habercisi oluyor.

Yaratığı Strickland’in elinden ve mutlak ölümden kurtarma işine soyunan Elisa’ya kendisi gibi bir temizlikçi kadın, üstelik de siyah olan arkadaşı (Octavia Spencer) ve mesleğinde devri kapanmış, eşcinsel illüstratör Giles (Richard Jenkins) yardım ediyor. Bir de araştırma merkezine sızmış KGB ajanı var. KGB ajanı iyi biri! Amirleri kötü olsa da, bir Sovyet bilim adamının/casusunun iyi biri olarak temsili, belki de yönetmenin sosyalizm realitesine olmasa da, idealine saygısındandır. “Pan’ın Labirenti”nde, faşizmden nefretini gösteren Guillermo del Toro ne de olsa Meksikalı, Amerikalı değil.

Filmin finalinin de Mevleviliğin Şeb-i Arus törenlerinin mantığıyla uyumlu olduğunu belirteyim. Düğün gecesi anlamına gelen Şeb-i Arus, ölüp Allahla bir araya gelmeyi anlatır. Filmin kahramı Elisa da ölüp, bu dünyanın dışına çıkıp, sualtında tanrıyla birleşiyor. İkilinin “düğünü” denizde gerçekleşiyor. Finalde okunan şiirde bir Arap şiiriymiş.

Hawkins, Spencer, Jenkins ve Shannon gibi büyük oyuncular büyük oynuyorlar filmde. Bütün yan karakterler ete kemiğe bürünüyor. Atmosfer desen müthiş. Yaraları iyileştiren, dertlere derman olan, ölüp, yeniden dirilen bir nevi İsa’nın canavar olarak portresini çizerek özünde dinsel bir mesel olan Suyun Sesi, yılın en iyileri arasında yer alıyor. Hem bir tanrı göreceksem, “Kutsal Geyiğin Ölümünde”ki intikamcı bir ergen olarak tasfir edilen tanrı yerine, Suyun Sesi’ndeki iyi tanrıyı bin kere yeğlerim.

***

Black Panther: Bor bir vibranyum değil!

Bazen bazı filmler o kadar şişiriliyor ki, sanırsınız bir devrim gerçekleştirmişler. Black Panther böyle bir muamaleye layık görülen filmlerden. Black Panther’in, saygı duyulacak erdemleri var, var olmasına da, son tahlilde, sınıf çelişkisinin yerine ırksal çelişkiyi koyan, bunu yaparken bile kavgayı Siyahlarla Beyazlar arasında bir savaş olarak değil, Beyaz bir CIA ajanının da iyilerin safında yer aldığı Siyahlar arası bir kavga olarak gösteren, altyapı ile üstyapı ilişkisini darma duman eden bir çalışma olduğu gerçeğini de görmek lazım. Yine de şunu teslim etmek lazım: Filmin politik bir mesajı var ve o mesaj özünde hümanist. Mesele ezme ezilme ilişkisini tersine çevirmek değil, o ilişkiyi paylaşımcı hale getirmek diyor film. Ve filmin kötü adamının da anlayışla ele alındığını söylemek lazım. Öldürmeyi yüceltmeyen bir süper kahraman filmi özel bir şey.

Bir varmış bir yokmuş, süper kahraman filmi bu ya, Afrika’da herkesin çok yoksul sandığı ama aslında dünyanın en ileri teknolojisine sahip Wakanda adlı bir ülke varmış. Her nasılsa sadece bu ülkede bulunan vibranyum adlı bir maden, bulunmakla kalmamış, ülkenin teknolojisinin herkesi geçmesini de sağlamış. Bor madeni de şunu becerse ya Türkiye için! Bir anda uzay teknolojisine sahip olsak! Roket bilimimiz gelişse... Nerde borda o yürek!? Bor, mantar çıktı a dostlar, üzülerek belirteyim. Bor, bir vibranyum değil maalesef...

İşte bu çok ileri ülkede nasılsa örf, adet ve gelenekler avcı, toplayıcı kabile toplumu düzeyinde seyretmeye devam edermiş. Çevresindeki geri Afrika ülkelerinin bazılarında bile seçimler yapılırken, Wakanda’da en güçlü erkek kral olurmuş. Ne demişler, vibranyumun teknolojisini al ama ahlakını alma! Wakanda bunu yapmış, ilerlerken bazı tavizler vermiş vermesine, kadınlar asker ya da bilm insanı olmuşlar olmasına ama bir giyim kuşam devrimi yapmamışlar mesela... Bazıları sandaletlerini bile çıkarmaya direnmiş.

suyun-sesi-dinsel-ve-cinsel-bir-mesel-428773-1.Ve fakat her şey yolunda giderken, tahtta hak iddia eden kralın kuzeni çıkagelmiş. Kralın kuzeni etliye, sütlüye karışmayan, kendi kabuğunda yaşayan Wakanda’ya çok kızgınmış. Çünkü o Public Enemy grubu ya da hakiki Siyah Panterler örgütü gibi “Siyah Bir Gezegen” hayal edermiş. Wakandalıların ezilen, sömürülen, aşağılanan ve yoksulluk içinde yaşayan ırkdaşlarına yardım etmesi gerektiğini, Churchill’in Büyük Britanyası gibi üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk kurmasını istermiş. Kuzenin babası da bu uğurda canını vermiş, yani işin içinde bir babanın intikamı motifi de varmış. Bakalım bu kavgadan kim galip çıkacak? Filmin sorusu bu. Tabii bir de üçüncü seçenek olduğunu belirtmek lazım ki bunu akıl edenler de kadınlar. Yani ne içe kapanık yaşamak ne de başkalarına hükmetmek. Dışa açılıp yoksullara, ezilenlere yardım etmek de üçüncü seçenek.

İyi, güzel hoş da bu kavgada CIA’nin iyilerin yanında yer almasına ne demeli? Dünyada ezilenler ve ezenler Siyahlar ve Beyazlar diye mi ayrılıyor yoksa kapitalistler ve sermayesizler diye mi? Altyapısı bu kadar gelişkin bir ülkede nasıl oluyor da kabile gelenekleriyle işler hallediliyor. Bilek güreşinde galip gelenler mi profesör oluyor mesela? En uzağa işeyenler mi kral danışmanları? Masal bu, masal olmasına da, sonuçta abuk sabuk bir toplum modeliyle verdiğiniz mesajlar, bir halta yaramazlar, ne kadar iyi niyetli olsalar da. Ki işin içine CIA karışmışsa iyi niyetten de söz edilemez.