Film erkek bedenini korunmasız bir şekilde gösterme konusunda hiçbir çekince duymuyor. Yönetmenin coğrafyasına dair olan fikirlerini anlayabilmek adına bu anlar büyük önem taşıyor

Synonymes’i okumak

Anıl Boydağ

Orijinal adı ile Synonymes, Türkçe vizyon adı ile Eş Anlamlılar 13 Eylül vizyon haftasında, ülkemizde gösterime girdi. Eş Anlamlılar, senenin başında Berlin’de en iyi filme verilen Altın Ayı ödülünü alana kadar, Lapid’in daha önce ki işleri de göz önüne alındığında merakla beklenen bir film değildi. Berlin’de aldığı ödül ile birlikte sene içerisinde film sürekli ivme kazanarak büyüdü, zor ve anlaşılmayan bir başlangıç sekansı ve devamı, filmin sene içerisindeki öyküsüne de benziyor, sürekli büyüyen bir hikâye. Nadav Lapid bu muhteşem senaryoyu, yenilikçi birçok kamera kullanımı ile başka bir seviyeye taşıyor ve bize sene içerisinde sürekli bahsedeceğimiz bir filmi gösteriyor.

Bunu detaylandırmak gerekirse başrol karakter, Yoav’ın ekseninde detaylandırılan bir kamera işçiliği söz konusu. Yoav, İsrail’den bir sırt çantasıyla gelmiş; sözlüklerden öğrendiği Fransızcayla konuşan, bir yandan kendi kendine yaptığı pratiklerde ise Fransızca ezberleme sekanslarının yoğun olduğu, olağan dışı bir karakter. Film doğası itibarıyla çok yönlü okuma perspektiflerine kapı açıyor olsa da, buna girişmek bana göre bir tuzaktan başka bir şey değil. Çünkü filmin içerisinde, yönetmenin bize bıraktığı küçük küçük detaylar, bir netlik yakalamayı sağlıyor. Buradan filmin hikâyesine dönersek; Yoav, duş almak için girdiği terk edilmiş bir dairede, eşyalarının çalınmasının ardından, çıplak bir şekilde hipotermiden ölmek üzereyken, Emile ve Caroline tarafından kurtarılıyor ve başlangıç noktası ve Yoav’ın film boyunca hayatını etkileyecek iki karakter filme giriyor. Yoav’ın, Paris sokaklarında dolaşırken bütün çekimlerinde kullandığı Fransızca kelimeler eşliğinde yürüyüşleri sırasında, karaktere odaklanan kamera, kendi tercihleri ve yine kendisine koyduğu sınırlamalar yüzünden çok az bir şekilde şehir yapısına odaklanıyor. Yani Yoav, ne görüyorsa ne deneyimliyorsa biz de bunun dışında pek bir şeye rastlamıyoruz. Karakter Fransa’ya gelerek hem geçmişinden kaçıyor hem de kendisini belirli pratiklerle cezalandırıyor. Film erkek bedenini ve Yoav’ı çıplak ve korunmasız bir şekilde gösterme konusunda hiçbir çekince duymuyor. Onu anlamak ve yönetmenin yaşadığı coğrafyaya dair olan fikirlerini anlayabilmek adına bu anlar büyük önem taşıyor. Kilit nokta ise Yoav’ın film boyunca İbranice konuşmayı reddetmesi ve İsrail ile ilgili düşüncelerinin sertliği; bu kilit ise sözde nudist bir çalışma için gittiği seçmede, son derece pornografik bir sahnede, İbranice konuşmaya zorlanmasının sonucunda ortaya çıkıyor. Yönetmen bir yandan pornografi yoluyla bu oryantalizmi ortaya çıkarıp filme belirli bir derinlik sağlarken, Yoav’ın neden İbranice konuşmayı reddettiğini anlıyoruz. Yoav, eski bir asker ve askerdeyken yaşadığı travmaları ve öldürdüğü insanları hatırlamamak adına İbranice konuşmayı reddediyor.

Yine ilk geldiği sıralar, konsoloslukta çalışırken, bir anda sırada bekleyen vatandaşları “Sınırlar kalktı, hepiniz içeriye girebilirsiniz, koşun!” sekansı da net ve yüzeyde bir devlet eleştirisi olarak duruyor. Yoav bir Dostoyevski karakteri gibi anlayacağınız, yönetmenin istediği iki olguyu da temsil ediyor. Bu kadar kompleks bir karakter olmasını da açıklayan şey bu olabilir. Bu konudaki bir diğer eşik karakter ise Yaron. Yaron, alakasız anlarda(metroda, barda, sokakta) insanlara “Ben Yahudiyim!” diye bağıran bir tipleme, ırkçı bir karakterin bütün özelliklerine sahip, Yoav ve onun arasındaki ilişki filme komedi havasını bile getiriyor. Buradan ciddiyetsizlik okumamak da gerek tabii; Lapid Yaron’un rahatsız edici bir karakter olduğunu vurguluyor ve onun fikirlerini kayıtsızlık ile mahkûm etmeye çalışıyor.

Emile ve Caroline, Yoav’a yaptıkları para desteği ile onun en başında Paris’te tutunmasına da yardım eden entelektüeller oluyorlar. Ailesinin parası ile yaşayan yazar Emile ve küçük bir orkestrada çalan obuacı Caroline. Emile ve Caroline sevgililer ancak filmde buna dair bir detay görebilmek pek mümkün değil ki devamında Yoav ve Caroline, Emile’den gizli tutku dolu bir ilişki yaşıyorlar. Emile, en başında Yoav’a, Caroline’i anlatırken, kendisinden önce Caroline’in önüne gelenle yattığından bahsediyor ve ona güvenmediğini de açık ediyor bir yandan, olağan bir ilişki olmadığı açık yani. Yoav, sözlükten öğrendiği arkaik Fransızcası ve kusursuz hikâye anlatıcılığı ile bu iki Paris entelektüelini etkilerken, Emile’de yaratıcılık sıkıntısını, Yoav’ın hikâyelerini uyarlayarak aşıyor. Yoav tarafından anlatılan, bu kurgusu zenginleştirilmiş hikâyelerle birlikte yaşadığımız geçmişe dönüşlerle onun hayatında kurduğumuz anlamlar gittikçe çoğalıyor. Bu anlamlar çoğaldıkça, Yoav’ın dağılmaları da çoğalıyor, hafızasını kaybetmiş kendini yeniden keşfe çıkmış gibi olan karakter, her öğrendiğiyle kendini yeniden üretip, oturduğu bütün zemini de kaypaklaştırıyor. Yine tipik bir Dostoyevski kurgusu; yönetmen hikâyelerin birçoğunu kendisinin yaşadığını söylese de, genel senaryonun kurgusu bu şekilde kaçınılmaz sona doğru ilerliyor. Lapid ne olursa olsun, İsrail sinemasında göremediğimiz kadar cesur ve yenilikçi, klişelerin tuzağına düşmüyor hatta yeri geldiğinde o klişelerle beraber özgün şeyler çıkarmayı başarıyor. Filmin sonunda Yoav, Emile’in kapısını yumruklarken, coğrafyanın Orta Doğu’nun, içerisinde bırakıldığı kan ve karmaşanın ve itildiği yalnızlığın içerisindeki öfkesine eş değer bulmak, belki baktığımız yerden görünendir ancak Lapid’in hem insani hem de siyasi olarak bunu vurguladığını çıkarmak da mantıklı geliyor.