Komşu komşunun soluna muhtaçmış...  Haftaya Yunanistan’da SYRIZA’nın seçimi kazanmasının verdiği umutla girdik. “Komşuda pişer bize de düşer mi?” biraz armut piş ağzıma düş gibi çınlıyor. Demek ki olabiliyormuş’a inanmak, çabalamak için bir sebebimiz daha oldu.

Çipras’ın seçimi kazanması kemer- kravat bağlamında değerlendirildi: Kemer sıkan ekonomi politikalarından bunalan halk, kendine kravatsız bir lider seçmişti.

Türkiye’ye dair bildiğim ilk kemer- kravat bağlamı, çok partili hayata geçişten sonraki ikinci seçimlerde, Demokrat Parti’nin iktidara geldiği döneme ait. “2. Dünya Savaşı sonrası kemer sıkan ekonomi politikalarından bunalan halk, çok partili hayata geçişin ardından umudu Demokrat Parti’de aradı” diyor kitaplar.  Menderes’in vaadi: “Kasketlileri kravatlıların elinden kurtaracağız.” Çok geçmeden Menderes’in de az Menderes olmadığı anlaşılmış.

Seçimler yaklaşıyor. Şükür ki bizi, eteri gider beteri gelir çıkışsızlığına mahkûm etmeyen, inanabileceğimiz başka insanlar var. Umut o ki; bu kez kasketliler, kasalıların ve kravatlıların elinden kurtulsun.

Gazeteleri okurken iki ülke arasında paralellik kurup akıbetimizin de benzeyeceğine dair umut çıkarmalar… Nedir? Yunanistan’da kriz var. Yunanistan’da kriz var da biz bal börek mi yiyoruz? Krizin alası bizde! Yok efendim Yunanistan’ın genç nüfusunun yüzde 50’si işsizmiş, ayol bizim işsizler aynı anda zıplasa dünya yerinden oynar. Komşuda asgari ücret düşükmüş… Orda dur, asgari ücret dedin mi en asgarisi bize. Yunanistan’a baklavayı kaptırdık, Türk kahvesine Yunan kahvesi diyorlar, krizi yedirmeyiz!

SYRIZA’ya sevinmemizin ardından Kobanî direnişinde zafer kazanıldı… IŞİD’in saldırısı bertaraf edilince zaferi kutlamak için kurulan halaylara bu kez polis saldırdı. Uçurtmayı vuranların vurduranların veliahtları halay mendillerine plastik mermi ve gaz sıktırdı. Diyorlardı ki; “Kobanî ha düştü ha düşecek.” Düşmedi. Diz kır yaylan, diz kır dikleş. Govend devam ediyor.

Bir yanda SYRIZA bir yanda Kobanî zaferi, iki cennet arasında Araf’ta kalmışken bir güzel haber daha aldık: Kazova direnişinde makineler işçilerin oldu. Sınıf mücadelesi adına yüreklendirici koca bir adım daha atılmış oldu.

2 yıl önce; Kazova kazak fabrikasında çalışan işçileri patron maaşlarını ödemeden işten attı, alacakları için gittiklerinde fabrikanın kapanmış olduğunu gördüler. Kazova işçilerinin hak mücadelesi başladı. Fabrikadaki malları satıp karşılığında maaşlarını çıkarmaya karar verdiler. Patron malları kaçırmasın diye fabrika önüne nöbet çadırı kuruldu. Bir süre sonra fabrikayı işgal ettiler. Hakkını almak isteyen işçilerle ‘terörle mücadele’ ilgileniyordu. İşçiler gördü ki patron bütün malları onlar çadırı kurmadan önce kaçırmış, makineleri de parçalatmış... Bir kooperatif kurmaya karar verdiler. Üretime geçecek lakin artık patronsuz çalışacaklardı. Depoda buldukları yarım kazakları tamamlayarak mahalle forumlarında satıp makine tamir masraflarını çıkardılar. Üretim devam etti. Bir satış mağazası açtılar.
Kazova işçileri patronsuz üretime güncel bir örnek teşkil ederek kapitalizme afili bir çelme taktı.

27 Ocak Salı sabahı işçi alacaklarına istinaden makine satış işlemi gerçekleşecekti. Makineler gerçek sahiplerine yani işçilere mi kalacak yoksa el mi değiştirecekti? Pazartesi gecesinden işçiler ve destekçileri yeni Kazova atölyesinde toplandı. İşçiler anlatıyor: Bu makineleri neden bu kadar sevdiğimizi anlamak için makineler için karton üstünde yatmış olmak lazım. Kabul edeceğimiz tek patron, kazak kalıplarını çıkardığımız patronlardır.

Sabahına gerçekleşen satış işlemi sonucu, makineler resmen Kazova işçilerinin oldu. Bir kez daha, direnen kazandı.

SYRIZA, Kobanî, Kazova… 3 günde üç güzel haber. Masal gibi. Ama gökten üç elma düştü gibi değil. Bu zaferler gökten inme değil, biliyoruz ki direnenler bir arpacık yolla yetinmediler. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in deyişiyle, yeni meydanlar açmak için yeni ayaklara… Uzun yollar katedildi. Direnmekle, kurtulmakla, barışla biz amenna!