Amerikan hegemonyasının kırılganlık hali, rakip güçlerin ortaya çıkmasıyla birlikte belki siyasi, askeri ve hatta ekonomik anlamda daha görünür hale gelmiş olabilir. Fakat 'enformasyon alanını belirleme gücü' öyle değil. ABD'nin -ve genel anlamda Batı'nın- anlatımlarının ezici bir çoğunluğun algılarını belirlediği ileri sürülebilir. Hele de 'post truth' diye anılan, olgular ve hakikatler yerine kurgular ve inancın hakim olduğu şu manipülatif ortamda...

Geçen hafta işte bu resim hiç olmazsa birkaç dakikalığına darmadağın oldu.

ABD istihbaratının, sonbaharda Washington Post gazetesine 'fısıldayarak' piyasaya sürdüğü 'Rusya'nın Ukrayna'yı istilasının eli kulağında olduğu' anlatısı, yoğunlaşan diplomatik bilek güreşinin ardından iyice tuhaf bir görünüm arz eder hale gelmişti. 'Eli kulağındaki istila' 3-4 ayda gelmezken, savaş tamtamlarının çalınması en başta ekonomik çıkmazdaki Ukrayna'yı vurdu. Sonunda Rus birliklerinin sınırlardaki durumunun geçen yıldan farklı olmadığını bile söyleyen Ukrayna, 'yeter artık, eli kulağında demeyin' diye çıkıştı. Ve geçen hafta Beyaz Saray sözcüsü Jen Psaki'yi, "Artık eli kulağında (imminent) saldırı ifadelerini kullanmayacağız. İstenmeyen bir mesaj veriyordu" açıklamasına mecbur etti.

ELİ KULAĞINDA 3-4 AYIN SONUNDA...

Bu tuhaf resim, ABD'yi iletişim stratejisinde 'el artırmaya' mecbur bıraktığından olsa gerek, bu kez ABD'nin 'Rusya, Donbass'ta yanıltma operasyonu (false flag) yapacak' anlatısı piyasaya sürüldü.

ABD'nin, Minsk anlaşmaları ve en son 2020 ateşkesinin aksine adımlar atan Ukrayna da dahil olmak üzere, Doğu Avrupa'yı 'silah deposuna' dönüştürüp asker yığmaya bile başlamasıyla, Rusya Federasyonu'nun giderek 'teyakkuz haline' geçtiği malum. ABD'nin 2014'te Kiev'de düzenlediği darbenin en yakıcı unsurları olan neo-nazilerin Donbass sınırında ne yapacaklarının meçhul olması, verimli bir ortam sağlıyor, kuşkusuz. Bundan hareketle Pentagon'dan, 'Rusya'nın Ukrayna'yı işgali için gerekçe göstermek üzere sahte saldırı videosu üreteceğine dair ellerinde bilgi olduğunu' açıklaması geldi. Hatta bu videolarda Türk İHA'larının kullanılabileceği söylentileri havada uçuşuverdi. Pentagon sözcüsü John Kirby'den, 'Rusya’nın cesetlerin, ağlama rolü yapan insanların, yıkık binaların görsellerinin de olduğu bir video üreteceği' söylemini görünce, hemen aklıma tam da Suriye ordusu kazanımlar elde ederken, ABD ve Britanya devletlerinden 'ihale almış' Batılı STK'ların cihatçı gruplarla sahneledikleri yanıltma operasyonları düştü.

TÜRKÇESİ 'BİZ BÖYLE BUYURDUK'

Ama işler bu kez karıştı. Ve son anlatı, aylardır 'istila' bekleyen Amerikan medyasında ufak çaplı bir isyan çıkarttı. Patlama, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price'ın basın brifinginde geldi. Yakın tarihte benzerine rastlamadığımız bir sorgulamaya tanıklık ettik.

Amerikan iddiasının bu denli 'güvenle' sunulabilmesi karşısında, Associated Press (AP) diplomasi yazarı Matt Lee, Price'a 'ellerinde hangi kanıtların bulunduğunu' sordu. Hem de ısrarla! Köşeye sıkışan Price, Türkiye'de aşina olduğumuz söylemlere başvurmak zorunda kaldı. Özeti, 'nasıl olur da bize güvenmezsiniz!' Ama Matt Lee güvenmemekte ısrarcıydı. Lee, ABD'deki uçuk komplo teorileriyle tanınan radyocu 'Alex Johnes'a da ironiyle atıf yapıp 'Amerikan halkının, somut kanıt yokken yönetimin sözüne güvenmesinin beklenmemesi gerektiğini' vurguladı. 'Kanıt' diye tutturdu. Price, kendilerine güvenmediği için Lee'yi 'karşıt cephenin propagandisti' olmakla suçlamaya kadar vardırdı. Ve 'yönetimin tüm iddialarının gizliliği kaldırılmış delil (declassified assessment) kabul edilebileceğini' öne sürdü.

Matt Lee bu sorgusuyla sosyal medyada büyük gürültü kopardı. Özellikle Amerikalılar arasında. Daniel Dumbrill adlı kullanıcının 'Bana Güven Kardeşim Birleşik Devletleri'... (The United States of Trust Me Bro) başlığının altına döşenenler, ABD'nin Irak kitle imha silahları yalanlarından tutun da, Afganistan ve Suriye yalanları, fos çıkan Russiagate yahut 'Ruslar Afganistan'da askerlerimizi avlıyor' yalanlarıyla geçilen dalgalarla dolu.

BİR KERE SÖYLEYİNCE DE YALANCI OLUNUR, SÜREKLİ SÖYLENDİĞİNDE MİTOMAN

ABD Dışişleri brifinginde bir gazetecinin 'hükümetin topluma hakikatleri sunmakla sorumlu olduğundan' hareketle sergilediği ısrarcılığı takdire şayan. Aynı zamanda da 'benzersiz'. Özellikle konunun büyük bir savaş çıkararak ağır yıkıma yol açma potansiyeli düşünüldüğünde...

Bir kere yalan söylerseniz de yalancı olursunuz. Fakat sürekli yalan söylediğinizde, bu ancak mitomaniye girebilir. Post truth alem bile kaldırmaz hale gelir.

Fakat Türkiyeli sosyal medya kullanıcılarının tepkileri ayrıca dikkat çekiciydi. Pek çok insanın çıkardığı ilk sonuç, 'ABD'nin bir gazetecinin Dışişleri Sözcüsünü sıkıştırabileceği özgürlükçü bir ortam sağladığı' üzerineydi. Kuşkusuz doğruluk payı da var. Ve ağır siyasal İslamcı yıkımdan geçen bir toplum için 'anlaşılır'. Bu tepkiyi verenlerin aklına 'Yıllardır Türkiye ve bölgemizi etkileyen pek çok benzeri olayda ABD'nin sunumları gayet tartışmalıyken, neden Amerikalı gazetecilerin benzeri kanıt talepleri olmadı' diye soran fazla çıkmadı. 'Yoksa Amerikalı gazeteciler de -hele dış politika ise- kolayca devlet ve istihbarat toplumunun 'stenografları' olabiliyorlar mıydı? Nasıl oluyordu hep iş işten geçtikten sonra 'hay allah, yanılmışız' diyebiliyorlardı? Nasıl oluyordu bir Matt Lee çıkmamıştı?'

İşinde gücünde sıradan insanlar bir tarafa iş işten geçtikten sonra 'dilenen özürlerin' izini sürmekle mükellef olan 'ilgililer' bu soruları sormak durumunda.

Enformasyon akışı ve algı yaratma 'uzmanlık' ister. En temel özelliği 'basitlikte' yatar. Tarihsel koşullar, toplumsal mücadelelerin sofistike unsurlarına dokunmadan, 'ahlaki' güç pozisyonu yaratıp basitçe sunmak. 'Esad katil'... 'ABD demokrasi istiyor'... Bu 'basitliği' yakalayamayan, sofistike anlayışa sahip ülkelerin, hele 'trendleri de belirlemiyorlarsa', algı üretebilmeleri doğrusu çok zor. Her seferinde pozisyonlarını anlatabilmek için karmaşık tarihsel ve siyasal süreçleri izah etmek durumundalar. Kime? Salt işinde gücünde insanlara değil, gazeteciliğin 'karşılaştırmalı okuma' kuralına çoğunlukla riayet etmeyenlere bile...

Bir örnekle bitirelim...

ŞU MEŞHUR BUDAPEŞTE BELGESİ...

Amerikalılar pek de gündeme taşımıyorlar, önemli detayları basit propaganda için zorlayıcı olduğundan...

1994'te Sovyetlerin çökertilmesi sonrasında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) konferansında 'Güvenlik Garantileri üzerine Budapeşte Memorandumu' imzalanmıştı. Belarus, Kazakistan ve Ukrayna'ya nükleer silahlarını iade etmeleri karşılığında 'bağımsızlık, egemenlik ve sınırlarına saygı duyulacağı' güvencesi verilmişti. ABD, Britanya ve Rusya imzacılardı. Bu silahlar üç ülkenin topraklarındaydı ama eski Sovyet cumhuriyetleri olduklarından 'komuta kontrol mekanizmaları' yani 'düğmeleri' zaten Moskova'daydı.

Rusya, 23 Şubat 2014'te Yanukoviç yönetimini 10 yıl sonra ikinci kez deviren Meydan Darbesi sonrasında Kırım'ı ilhak ederek Budapeşte Memorandumu'na 'aykırı' davrandı. BM usulünce referandumu vs saymazsak, kabaca bu doğrudur. Budapeşte Memorandumu'nu ilk ihlal ederek Moskova'yı aykırı davranmaya iten ise kuşkusuz ABD'nin ta kendisi. Zira belgede, “Ukrayna'nın egemenlik haklarını kullanmasını, kendi çıkarlarına tabi kılmak üzere tasarlanmış ekonomik zorlamalardan kaçınma” taahhüdü de vardır. Ve AB de, ABD de Kiev'de 'Doğu Ortaklığıyla' -AB ve NATO üyeliği havucuyla- bir darbe tetikleyerek yükümlülüklerini çiğnemiştir. 2014 Şubat'ında işler çığrından çıkınca AB tarafı Merkel öncülüğünde Kiev'deki taraflara anlaşma imzalatmış, operasyonu Victoria Nuland ile yürüten Obama ABD'si bu ıslak imzalı anlaşmayı darbe sonrası ertesi günü çöpe attırmıştı. Ukrayna'ya Kırım ve Donbass'a mal oldu. Bu başarısızlık ABD'de çok tartışıldı. Ünlü Amerikalı yazar George Freedman'ın, 22 Şubat 2014'te Kiev'de olanlar için 'tarihin en bariz darbesi' ifadelerini 'eğer ABD yaptırdıysa...demiştim' diye düzeltmesi, faydasızdır. Maydan'daki itirafçı Gürcü keskin nişancılarının anlatımlarının yer aldığı belgesel Avrupa'da alenen yasaklatılabilmiş olabilir. Tek başına Victoria Nuland'ın Kiev'deki ABD elçisi Geoffrey Pyatt'la açık hattan yaptığı ve kamuoyuna sızan görüşmesi 'müdahaleyi' göze sokar.

Rusya lideri Putin, vaktiyle bu konuda kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. 'Ukrayna'da bir 'altüst oluş ve darbe' durumundan hareketle, "Yeni bir devlet doğuyor ama bu devletle ve bu devletle ilgili olarak herhangi bir yükümlülük içeren bir belge imzalamadık" demiştir. 2014'te bu örnekten ABD'ye şu ders çıkar: Tarihin akışını, başka bir ülkenin yönetimini alenen belirleyecek şekilde siyasi ve ekonomik müdahalelerle değiştirdiğinizde, altına imza konulan belgeleri çöpe attıracak koşulları kendiniz yaratırsınız. Sürpriz sonuçlarla da karşılaşabilirsiniz.

Ben gazeteci olarak bu sofistike meseleleri karşılaştırmalı okumalarla ve olası sonuçlarıyla izahla mükellefim. Fakat gazetecilerin toplumsal mücadelelerin dinamiklerinden, siyasi, diplomatik detaylarından bihaber oldukları bir ortamı tahayyül edin... ABD'nin 'Rusya Ukrayna'yı istila edecek' demesi, algılarınıza kafi gelebilir. Taa ki, bir Matt Lee çıkıp ısrarla kanıt isteyene kadar.