Ayaküzeri kahveli içecekler satılan starbaks, gloryaciynz ya da kaavedünyası gibi dükkânlar

Ayaküzeri kahveli içecekler satılan starbaks, gloryaciynz ya da kaavedünyası gibi dükkânlar büyük kentlerdeki hayatımıza nasıl girip yerleşti, anlamak zor. İlgimi de çekiyor. Ama bu mekânlarda yaşananlar bizi, biz kim isek, anlamak isteyenleri ilgilendiriyor. Kahvenizi içtiniz, kalkıp gidiyorsunuz. Tepsinizi ne yapıyorsunuz? Bir kısmımız zaten ‘tepsili’ yerlere pek gitmiyor; yediğimiz içtiğimizin ayağımıza getirildiği ortamları tercih ediyoruz. “Madem parasını verdik…” düşüncesinin sınıflar aşırı etkisini tepsiyle kendi kahvenizi aldığınız yerlerde de görebilirsiniz. “Her şeyi öğrenip hizmet etmeyi öğrenememiş” (bkz. 1938 İngiliz kralına üstüne çay döken garson anekdotu) milletimizin içinde bir ‘efendi’ ruhu olduğunu tarih kitapları söyler durur. Boş bardakları kendisi alıp çöpe götürme alışkanlığındaki uluslararası ziyaretçiler yerli müşterilerin arkalarını kimin temizleyeceğini merakla izlerken, tarihe bir kez daha mı tanık oluyorlar?

‘Efendi’lik konusunda evlerdeki sofra saatine bakmak faydalı olur. Bir baba, kızının psikolojik durumundaki gelişme için sofradaki tabağı mutfağa götürmesini ölçüt almıştı. Genç kız empati becerilerini geliştirdikçe, tabağı sofradan mutfağa götürmekle kalmadı. Önce yemek artıklarını çöpe sıyırmaya, sonra tabakları su ile çalkalamaya, daha sonra bulaşık makinesine yerleştirmeye başladı. En sonunda da, sofradaki (kendisinin olmayan) diğer boşalmış tabakları üstlendi. Baba, kızının kendisinden sonrayı ve kendisinin dışındakileri düşünmeye başladığını gördüğünde rahatladı.

Nasıl rahatlamasın? Empati, insanın kendisiyle sınırlı olmayan bir dünya hayalinin tek psikolojik aracı.  Empatinin, başkalarının varlığını fark etmenin ve önemsemenin göstergelerini starbaks’taki tepsiyi geri taşımak ya da kirli tabağı kaldırmayı annemize bırakmamak ile kısıtlamayalım. Bir örnek daha size: Karşınızda esnediğimi hayal edin. En az yüzde 50’niz için bu ‘karşısında esneyen adam’ imgesi bile esnetmeye yeter (yazımın katkısını düşsek bile…). Empatisi düşükler, karşısındaki esnediğinde daha az esniyor. Karşısındaki güldüğünde gülüşe pek katılmıyor.

Karşımızdakini taklit etme arzumuz ölçüsünde, onu düşünmemiz, onun için dertlenmemiz artıyor. Bu sosyal refleksimizi yok eden ne?

“Verdik parasını, yapacaklar elbette…” kafasındaysak, “kendi düşünecekti…” diyenlerdensek, “ben işimi bir halledeyim de ideallerimi o zaman gerçekleştiririm” ile bugüne kadar geldiysek.

Ne oluyor da empati, ne kadar kitap okursak okuyalım, ne kadar eğitim çalışması ya da seminere katılırsak katılalım bir yere varmıyor? Kimseyi düşünecek halimiz kalmadı ve bunun için de bin bir mazeretimiz var…  Sosyal refleksimize ne olmuş olabilir? Bunu araştıranlar bir sonuca varana kadar zaman geçebilir. Arada zaman kaybetmeyelim. Tepsinizi, tabağınızı kendiniz kaldırın; daha önemlisi çocuklarınıza da bunu öğretin. Bu fikri çok naif ya da basit bulsanız bile, yapmaktan ne kaybedersiniz? Bu da bir seçim meselesi. Sonuçları çok daha kalıcı olacak seçimler bunlar.