Prof. Dr. Oğuz Oyan ile sendikal hareketin durumunu konuştuk. Oyan, “Artık sendikalar ‘ücret sendikacılığı’ bile yapamaz hale geldi. Tabanın mücadelesiyle sendikal yapılar değişebilir ya da yeni sendikalar kurulabilir” diyor

‘Taban, sendikal yapıları değiştirecek’

1996 - 2000 yılları arasında Türk-İş Araştırma Müdürlüğü, 2002 - 2015 yılları arasında da CHP milletvekilliği yapan Prof. Dr. Oğuz Oyan ile sendikal hareketin durumunu görüştük. Oğuz Oyan, geçen hafta Soma Katliamı’na ilişkin rapor açıklayan Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin de yeniden başkanlığına getirildi.

>> Türkiye’de işçi hareketi etkin değil, sendikalar güçsüz, bir kısmı da teslimiyet içinde. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye’de ciddi bir örgütsüzlük söz konusu. Aslında bu yeni bir olay değil. Türk sendikacılığı başlangıçta KİT’lerde örgütlenmişti, özelleştirme ile birlikte ciddi bir darbe yedi. Özel sektörde örgütlenmek de çok zor, baskı var, işten çıkarılma var. Bu koşullar, hak arama mücadelesini ve sınıf bilincine sahip olma sürecini engelliyor. Bu süreci, 12 Eylül 1980 darbesi başlattı. AKP döneminde de katmerleşti.

>> Sendikalar açısından değerlendirmeniz nedir?
Artık sendikalar “ücret sendikacılığı” bile yapamaz hale geldiler. Örneğin Türk-İş, eskiden kamuda 600-700 bin kişi için toplu sözleşme yaparken bugün neredeyse 200 binin altına düştü. Türk-İş yönetimi iktidarla sürtüşmek istemiyor, uslu davranıyor. Hak-İş, AKP 2002’de iktidar geldikten sonra tamamen iktidarın sendikası oldu. DİSK ise iyice küçüldü, etkisi azaldı.

>> İşçi sınıfının siyasal tercihleri değişti mi?
AKP dönemiyle birlikte işçi sınıfı din ve tarikatların daha çok etkisine girmeye başladı. Tevekkülle davranma, kaderine razı olma anlayışı gelişti. Sendika yönetimleri de, iktidarla sürtüşmemek için bu anlayışa zemin hazırladılar.

taban-sendikal-yapilari-degistirecek-138029-1.

>> Emek kesiminin bu sessizliği böyle devam eder mi?
Aslında mevcut ekonomik sistem kendini üretemez durumda, ihracat geriledi, turizm sektörü iyice sıkıntıda, büyüme yüzde 2’ler civarında, işsizlik artıyor. Bu koşullarda, yeni dönemde hak arama mücadelesinin artacağını düşünüyorum. Bursa’daki metal sektöründe olduğu gibi kendiliğinden işçi eylemleri, tepkileri artacak. Beyaz yakalı denilen yeni ücretli sınıf daha bilinçli, Gezi olaylarında ön plandaydı. Hizmet sektöründe yeni sendikal arayış ve çıkışlar olabilir. Mavi yakalı işçiler de artık sosyal medyayı kullanıyor. AKP’nin siyasal etkisinin kırılması halinde sendikal hareket soluk alabilir.

>> Siyasal gelişmeler mi sendikal hareketi etkileyecek?
İkili bir sürecin yaşanacağını düşünüyorum. Siyasal ve sendikal mücadele, birbirini karşılıklı olarak etkileyebilir. Bursa’daki gelişmelere benzer bir biçimde tabanın mücadelesiyle mevcut sendikal yapılar değişebilir, yani ya tabandaki işçiler sendika yönetimlerini değiştirebilir ya da yeni sendikalar kurulabilir.

***

Devrimci subayların 12 Mart anıları

taban-sendikal-yapilari-degistirecek-138030-1.

Mahir Çayan ve arkadaşlarının kurucusu olduğu THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi) örgütünde askeri kesimin temsilcisi olan emekli Hava Yüzbaşısı Orhan Savaşçı’nın anıları, Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Orhan Savaşçı, aynı zamanda Mahir Çayan’ın kayın biraderi idi; yani kardeşi Gülten, Mahir’le evliydi.

Yine THKP-C davası ile Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü davasından yargılanan emekli Muhabere Üsteğmen Yücel Top’un anıları da İmge Kitapevi Yayınları’ndan çıktı. Her iki kitapta da, 68 kuşağı hareketi, bu hareketin askeri kesime yansımaları, 12 Mart 1971 askeri müdahalesi, hapislik yılları ve sonraki yaşamları konu ediliyor.

Orhan Savaşçı, 1972 yılında tutuklanıp THKP-C davasından yargılandı. Önce idam sonra müebbet cezasına çarptırıldı, 1979 yılında infaz yasasıyla hapisten çıktı ve yurtdışına gitti. Halen İsveç’in Stockholm kentinde yaşıyor.


Yücel Top, 1972’de tutuklandıktan sonra 2,5 yıl cezaevinde kaldı, 1974 affıyla birlikte hapisten çıktı. İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirip DİSK’te avukatlığa başladı, 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte yurtdışına çıktı. DİSK’in cunta dönemindeki yargılanma sürecinde DİSK’i Avrupa’da temsil etti, halen yaşamını hem Brüksel, hem de Ankara’da sürdürüyor.
Orhan Savaşçı, THKP-C’nin “kara kutusu” olarak da bilinir. Uzun süre anılarını yazmak istemedi, sonuçta ikna edilip çok değerli bilgileri kitaplaştırdı. “Cepheden Anılar” başlığını taşıyan kitap, bir “nehir söyleşisi” niteliğini taşıyor. Orhan Savaşçı ile söyleşiyi İlbay Kahraman yaptı. İlbay Kahraman’nın da belirttiği gibi, Orhan Savaşçı THKP-C’nin kuruluşunu, eylemlerini ve yaşadıklarını çok mütevazı bir biçimde anlatıyor.

Savaşçı’nın kitabında, askeri kesimde örgütlenme, THKP-C ile ilişkiler, 9 Mart olayı, İsrail Başkonsolosu Elrom’un kaçırılışı, Mahir Çayan’ların Maltepe Cezaevi’nden firarı, ajanlıkla suçlanan İlyas Aydın meselesi, THKP-C’deki Çayan-Küpeli ayrılığı gibi konular ele alınıyor.

Yücel Top’un “Günlerin Bugün Getirdiği” başlıklı kitabında da, 12 Mart süreci, kitabın üçte birlik bir bölümünü kapsıyor. Geri kalan kısım ise, Yücel Top’un DİSK’le olan ilişkisini anlatan bölüm. Bu kitap da “nehir söyleşi” niteliğinde. Söyleşiyi sendikal camiayı yakından tanıyan Türk-İş eski Basın Danışmanı Hasan Tahsin Benli yaptı. Hasan Benli’nin sorgulayıcı, Yücel Top’un da esprili bir biçimde anlattığı kitap, birçok anekdotla dolu. DİSK’in yargılanma sürecinde Top’un bu işçi örgütünü Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’na (ETUC) üye yapması yönündeki çabaları dikkate değer konular.
Her ikisi ile de 12 Mart döneminde aynı davalardan yargılandım ve hapis yattım. Bu önemli tarihsel tanıklıkları ve bilgileri kamuoyuna sundukları için arkadaşlarımı kutluyorum…

***

Soma’daki öfkeye dinsel baskı

taban-sendikal-yapilari-degistirecek-138031-1.

İki yıl önce Soma’da meydana gelen maden faciasında 301 işçi hayatını kaybetti, daha doğrusu katliama uğradı. Olayın yıldönümünde çeşitli etkinlikler, gösteriler yapıldı. Bu bağlamda Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “üç yüz bir” adlı bir belgesel gösterildi.

Belgeselde, Soma madenlerinde yaşanan katliamın iç yüzü, bu faciadan kurtulanların gözünden, ölenlerin eşlerinin ağzından, uzmanların açıklamalarından ortaya konmaya çalışılıyor. Filmde, faciayı yaşayan işçiler, “800 kişilik yere daha fazla üretim için 3 bin kişinin doldurulması ve yeterli havalandırmanın olmaması” sebebiyle katliamın nasıl oluştuğunu anlatıyorlar. Özellikle Soma bölgesinde tarımın bitirilmesi, yöre halkının mecburen maden ocaklarında çalışmasına yol açıyor.

Filmin genç yönetmeni Alican Mansuroğlu, Soma’ya hem facia sonrası hem de bir yıl sonra gitmiş. Mansuroğlu’nun değerlendirmesi şöyle:

“Katliamın sonrasında halkın çok büyük bir öfkesi vardı. Ancak bir yıl sonra gittiğimde bu öfkenin sönümlendiğini, herkesin kendi köşesine çekildiğini gözlemledim. İşçi sınıfı, birey olarak tek başına kaldığı zaman öfkesini sağlıklı bir biçime dönüştüremiyor. Geçim derdi var, çalışmaya muhtaç, sendikası da AKP ile işbirliği yaptı, çaresiz kaldı. Seçimlerde, Soma’da da AKP’ye yüzde 50 oy çıktı. Diğer bir faktör de, katliamın hemen ertesinde Soma’ya akın eden imamlar oldu. Dinsel baskı, tevekkülle davranma da işçileri etkiledi, öfkeleri sönümlendi. Öfkeyi örgütlü bir umuda yöneltecek girişimleri geliştirmek gerekiyor.”
Film, bugün İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde de gösterilecek.