Sırada Ankara ve İstanbul’da kaygısı olsa da gündemini tamamen buradan kurmak çok nobran

Belediyelerin ‘gaspına’ tepkiler sürüyor. Kayyumlar, idari hukuk açısından kanunsuz. Diyarbakır Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı’ya tamamen soyut gerekçelerle başlatılan soruşturma 2017 yılına ait. Tutuksuz devam eden yargılamanın sonucu bile beklenmedi. Mızraklı’ya tebliğ edilmeyen karar ise önceden servis edildi.

Görevden alınması için henüz seçimin ertesinde, valiliğin harekete geçtiği de ortaya çıktı. Seçimden önce adayları GBT incelemesine tabi tutmak ve Diyarbakır Bağlar’da olduğu gibi Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) haklarında, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işlem yapılan başkanlara mazbatalarını vermeme kararı alması da Kayyumlara hazırlıktı.

Kayyumlara ilişkin karar çok daha önce verilmişti. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, henüz 2018’in Ekim ayında, Ankara, Kızılcahamam’daki mitinginde, “Seçimlerde, teröre bulaşmış olanlar sandıktan çıkarsa, anında gereğini yapıp, Kayyumlarla yolumuza devam edeceğiz” dedi. 25 Şubat 2019’da Yozgat’ta benzer ifadeleri tekrarladı.

Kimse Kayyum endişesine uzak değildi. Zora düşen ve halkın desteğini yitiren otoriter rejimler daha çok hırçınlaşıyor. Şimdi Kürtlerden, millet ittifakının görünmez ama en etkili bileşeni olmalarının, aynı zamanda AKP’ye büyük şehirleri kaybettirmelerinin intikamı alınıyor. Kayyumlar, yolsuzluğa devam, AKP’li kayırma ve soygun iştahının da bir parçası.

CHP Parti Meclisi Üyesi (PM) İlhan Cihaner’in ‘Kayyumokrasi’ diye tanımladığı usulsüzlük, siyaset dışında da uygulanıyor. Metod gayet basit. İktidar önce suç yaratıp, kriminalize ediyor, ardından da ele geçiriyor. Şirketler üzerinde de bu yöntem uygulanıyor. Kayyumlar, iktidar çarkını döndüren ekonomik aparatlarından biri olmuş durumda.

Neden şimdi sorusuna ise “Ufuktaki yeni seçim” şüphesi ile cevap verilebilir. İktidar, bir yandan tabanını konsolide etmek, diğer yandan karşı ittifakı birbirinden koparmak istiyor. Rojava’da kendisine ‘yaptırılmayanı’ Türkiye’nin doğusunda deniyor. HDP EşBaşkanı Pervin Buldan’ın sözleri önemli: “Sadece kınama değil, somut tepki bekliyoruz. Tersi, CHP'ye desteğini esirgemeyen tabanımızda büyük bir kırılmaya yol açar. Önümüzdeki süreç kritik.”

“Sıra, Ankara ve İstanbul’da” kaygısı da kafamızda. Çok önemli olsa da Kayyım gündemini tamamen buradan kurmak nobran. Tıpkı İzmit’te deprem yaşanırken, İstanbul’daki olası büyük depremi tartışmak gibi. CHP’li Cihaner bu kaygıyı da gerçekçi perspektiften ele alıyor: ‘Cüret edilemez’ demek doğru bir tespit değil. Daha önce CHP’li belediyelere gelmediler mi?’ Erdoğan ajandasına bakıyor, cüretten çok kendisine fayda getirip getirmeyeceği ile ilgili. Test ediyor.”

Kayyumlarla gündeme gelen tartışmalardan biri ise “Erdoğan’a yanlış yaptırıyorlar, onu batağa sürüklüyorlar” minvalli, “Kendisi iyi ama arkadaşları kötü” yargısı. Yanlış ve bataktan söz etmek mümkün. Hepimizi içine çekmeye hazır bu çukur, Erdoğan’ın çevresindekiler tarafından hazırlanmıyor. Erdoğan ve çevresiyle birlikte fiili olarak hayata geçiriliyor.

Derin devletle avunmak yerine, devletin günahlarından birbirine bağlı bileşenlerine bakmak lazım. Ne Mehmet Ağar gibi eski çeteciler ne de Saray Eş Başkanı Devlet Bahçeli söylendiği gibi Erdoğan’ın çevresini kuşattı. Doğrusu hepsi kol kola girip halkı rehine aldı. Plan, 20 Temmuz 2016 karşı darbesi gibi süreçlerle ilmek ilmek işlenirken, 2014’teki herkesten suçlu yaratan “Makul Şüphe” ve 2018’de OHAL’i kalıcı hale getiren ‘Terörle Mücadele’ yasaları ile şekillendirildi.

Geleceğimizi sadece sağduyumuz değil, vicdan ve karşı fiillerimiz de belirleyecek. Haksızlık sadece Kürtlere yapılmadı. Hepimizin iradesi gasp edildi. Yüzlerce mülteciyi Akdeniz’de boğulmaktan kurtaran Alman Kaptan Pia Klemp, şüphesiz tek başına farklı bir yazı konusudur ancak yine de, Paris’in en önemli onur nişanını geri çevirirken söylediği sözleri anımsayalım: “Kimin kahraman kimin yasa dışı olduğuna karar verecek otoritelere ihtiyacımız yok.”

Hele ki bu otoriteler çoktan hükmünü yitirmişse…