Tadilat kurtarmaz, yeniden kurmak gerek

Yaşar AYDIN

Türkiye seçim atmosferine girdi. Kamuoyu yoklamalarına göre Erdoğan ve AKP kurulduğu tarihten bu yana en zayıf dönemini yaşıyor. Ülke tam anlamıyla fetret devrine girmiş durumda. Ülkenin hiçbir sorununa dair tek kelime etmeyen, çözüm için adım dahi atmayan Cumhur İttifakı baskı ve zorbalıkla iktidarda kalmanın yollarını arıyor. Ama toplum korku duvarını çoktan aşmış durumda. Değişim talebi toplumun bütün hücrelerinde hissediliyor. İktidarın yeni bir şey ortaya koyma, onu yurttaşlara anlatma ve rızasını alma şansı neredeyse yok. Tam anlamıyla uzatmaları oynuyor.

Muhalefet partileri peşi sıra rejim önerileri ve tutum belgeleri açıkladı. CHP, İyi Parti, Saadete Partisi, Demokrat Parti Gelecek ve Deva Partisi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de anlaştığını duyurdu. Her hafta salı günleri Meclis’te bir araya gelerek konuya dair görüş alışverişini sürdürüyor. Bugüne kadar kamuoyuna açıklanan netleşmiş bir sonuç yok. Kasım ayı sonuna kadar genel başkanlara sunulacak bir metnin oluşacağı bekleniyor. Ama kamuoyu ile paylaşılan bilgiler ışığında şunları söylemek mümkün: Cumhurbaşkanı yetkileri sınırlı ve tarafsız olacak, parlamentonun yetkileri artacak, yargının tarafsızlığını sağlamak için yeni düzenlemeler yapılacak. Erdoğan’ın bozduğunu düşündükleri yerleri tamiri esas alınacak.


HDP ise uzun süredir beklenen Tutum Belgesi’ni açıkladı. Aynı altı partinin anlaştığı gibi HDP’nin belgesinde de parlamento vurgusu vardı. Birbirine yakın iki yaklaşımın olduğunu söylemek mümkün. HDP’nin tutum belgesinde emek, laiklik ve bağımsızlık vurgusu yok. Muhalefetin o cenahında da sınırlı bir restorasyonun kabul gördüğü anlaşılıyor.

ÇÖZÜM NEREDE?

Türkiye’de emekçi halkın yıllara yayılan ve giderek katmerleşen sorunları var. Emeğin ve emekçinin örgütlenmesi önünde devasa engellere dokunulmuyor. Halkın yönetime katılımına dair değişecek olana dair tek bir cümle dahi yapılmıyor. 20 yıllık iktidarın öncesiyle birlikte yarattığı büyük tahribatın, gericiliğin nasıl tamir edileceğine dair şuana kadar tek bir cümle yok. Durumun bu noktada kalmasının en önemli nedeni hiç kuşku yok rejim tartışmalarına Sol’un, sosyalistlerin aktif müdahalesinin olmamasının payı büyük. Gazetede bugün ilkini yayınlayacağımız söyleşi bu sürece dair bir başlangıç olarak değerlendirilebilir. Tartışma dizimizin ilki üç değerli hocayla Korkut Boratav, Metin Özuğurlu ve Necmi Erdoğan başladı. Devamını birlikte sürdürmek dileğiyle.


Rejim büyük bir gürültüyle çözülüyor. Cumhurbaşkanlığı sistemini neredeyse savunan kalmadı. Muhalefet partileri AKP sonrası döneme ilişkin önerilerini açıkladı ve açıklamaya devam ediyor. İlk olarak içinde yer aldığımız dönemi ve muhalefetten gelen önerileri tartışalım. Önerileri nasıl değerlendirdiniz?

Korkut BORATAV: Millet İttifakı’nın Gelecek ve Deva’nın katılımıyla altı partiye çıkmasının olumsuz sonuçları olacağını düşünüyorum. Eğer ittifaklar, -İstanbul belediye seçimlerinde olduğu gibi- fiili işbirlikler şeklinde sürseydi oluşan yapıya bir merkez sol ittifak deme ihtimalinden söz etmek mümkün olurdu. 2019 İstanbul seçimlerinde gerçekleşen fiili işbirliği, bence, merkez-sol bir nitelik kazanmıştı. En önemli etken CHP’ydi. Özellikle seçimin yenilenme aşamasında CHP tabanının, örgütünün, milletvekillerinin sol kimliği ağır bastı. Bu durumun CHP yönetimine rağmen gerçekleştiğini söylemek mümkün. Bu işbirliği aynı zamanda iktidarın da korkusu olmuştu. İttifak esas olarak İYİ Parti ve CHP arasındaydı ama geniş bir yelpazede destek bulmuştu. ÖDP, fiilen Beyoğlu üzerinden seçimlere katılmış, sosyalist akımlar ile Saadet Partisi ve HDP de dışarıdan destekleyenler arasındaydı. Bu ittifak önümüzdeki seçimlere kadar sürebilseydi AKP’nin korkusu olurdu. İktidar birlikteliği bozmaya çalıştı; HDP üzerinden İYİ Parti tabanının milliyetçi duyarlılığını kaşıdı, kısmen de başardı. Bir başka hamle olarak şiddet kullanmayı yaygınlaştırdı. Sokak var oldukça kitle sola kayar. AKP, 2019 seçimlerinden sonra sokağa karşı aşırı tedbir aldı. Sokağa karşı tedbir, sola karşı tedbir olarak değerlendirilmelidir. Sokağı kapatarak solun yükselişinin, etki gücünün önüne geçti. Diğer taraftan ise İslamcı çekirdeğini güçlendirmeye çalıştı; Ayasofya’yı açarak, son olarak da Erbaş üzerinden kendi çekirdeğini kalınlaştırmaya çalıştı. Bunun tabana etki ettiği, tabanın genişlemesine neden olduğu söylenemez ama şeriatçı çekirdeğin direncinin arttığı ortada. Şunu da eklemek lazım ki Millet İttifakı, iktidarın sola yönelen bu baskı ve siyasal İslamcı çekirdeği kalınlaştırma çabalarına karşı sessiz kaldı. Gelinen noktada altı partiyle genişleyen Millet İttifakı’nın bu anlamda tutucu bir senaryoyu önümüze koyduğunu söyleyebiliriz. Hatta CHP’nin son Abant toplantısında Kılıçdaroğlu’nun milletvekillerine, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nı Ali Erbaş üzerinden hedef almayın çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı halkı aydınlatmak üzere Mustafa Kemal tarafından kurulmuş bir kurul, biz de onun devamıyız” diyor ve ekliyor, “Sizlere laiklik ve Diyanet gibi konularda soru sorulursa cevap verin, ama polemik yapmayın” diyor. Bunun anlamı şudur; Türkiye toplumu kendiliğinden de facto bir şeriat rejimine alıştırılıyor, şeriat rejimine adım adım götürülüyoruz. Buradan şuraya geliyorum, bu sessizlik bir kere seçim platformunu bu kritik unsurdan uzak tutmaya yönlendiriyor. 20 yıl uykuda kalıp uyansaydınız yaşadığınız ülkeyi tanımayacaktınız. Seçim platformunu bu kritik süreçten uzak tutmaya çalışıyor. CHP Genel Merkezi’nin tüm handikaplarına rağmen biraz daha sola kayma ihtimali vardı artık o ihtimal yok. Yeni kurulacak olası bir iktidar tutucu bir restorasyonla sınırlı kalacak. Ne anlama geliyor bu? AKP’den türeyen 2 yavru partinin liderlerinden Babacan sürecin neoliberal aktörlerinden biridir. Babacan’ın sermaye konusunda tutumu da ortada. Davutoğlu’nun hiçbir zaman AKP’nin dış politikasının İslamcılaştırılmasına yönelik bir özeleştirisi olmadı. Bu iki siyasetçinin aktif rol aldığı bir olası merkez sağ ittifakı, Türkiye’yi olsa olsa 2015’e getirecektir. Ama şu kadarını söyleyeyim her ne koşulda ilerlerse ilerlesin ittifak büyük zorluklarla karşılaşacak.

Metin ÖZUĞURLU: Ben de Millet İttifakı’ndan başlamak isterim. Altı partinin kamuoyuna duyurulan uzlaşı noktalarına bakıldığında üç temel husus öne çıkıyor; birincisi, mevcut durumu salt -dar anlamda- bir hükümet sistemi değişikliği olarak görüyorlar. Dolayısıyla da hükümet sistemini değiştirmek -her nasıl olduysa- şahsileşmiş güç kullanımına dayanan sistemin parlamenter sisteme dönüştürülmesi eksenine oturuyor. AKP’li yılların, temel kolonlara tahribatını görmezden gelen bir durum var. Ne değiştiyse onu veri kabul eden yönelim var. Sadece parlamentoyu güçlendirme yaklaşımı, Cumhurbaşkanlığı yetkileri ve tarafsızlığı ile yargı sistemine odaklanan bir yaklaşım var. Mevcut sistemi hedef olarak alıyor. Bunun dışında anlamlı bir hükümet sistemi girişimi olsaydı daha reformcu bir öneri olarak görülebilirdi. Unutulmaması gereken bir başka konu da altı partiden ikisinin AKP’nin var olan ideolojisi neyse onu temsil etmeye devam ettiğidir. Siyasal bir yönelim ya da ekonomik değerlendirmeleri her ne varsa bu iki partide mevcut. Aslında “Erdoğan’sız AKP” denen neyse doktrin-ideoloji anlamında onu temsil eden, oluşturan kadrolar bu iki partide yer alıyor.

Erdoğan’ın siyaseti şahsileştirmesi ve doğal olarak kaotik bir ortama sürüklemesiyle siyasetin merkezi çöktü. Bir türlü de inşa edilemiyor. Çok açık ki yapılan iş köklü bir hükümet değişikliğiyle değil merkez siyasal alanı yeniden inşa etme üzerine. O açıdan Korkut Hoca’nın “tutucu restorasyon ittifakı” değerlendirmesine katılıyorum. Esas olarak neoliberal dönüşümün merkez siyasal alana bir türlü oturmayan, yerleşiklik kazanamayan merkez siyasal alanı inşa etmek üzere kurulan bir ittifakı temsil ediyorlar. Bu bakımdan ciddi bir problem var. Dolayısıyla gerçekçi değil. Evet, merkez siyasal tarumar olmuş durumda. Fakat bunun yeniden inşası ancak siyasal rejim ve hükümet düzeylerini de içine alan bir politik programla mümkün olur. Şu ya da bu şekilde farklı partilerle uzlaşıp merkez siyasal alanın yeniden inşası şeklindeki politik çaba nafiledir. Bizim ulusu yeniden inşa etmemiz gerekir.

Necmi ERDOĞAN: Benim çıkardığım başlıklar da Korkut Hoca ve Metin Hoca’nın altını çizdiği noktalardan oluşuyor. Bu anlamda değerlendirmelerim, önceki iki konuşmaya katkı olarak okunabilir. Millet İttifakı’nın önerisine gelmeden önce altını çizmek istediğim konu Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e dair tasarımda geçiş sürecinin nasıl yaşanacağının ve nasıl inşa edileceğine dair belirsizliğin olmasıdır. Hem Millet İttifakı’nın programı açısından bir belirsizlik var hem de AKP’nin bu geçiş sürecine ilişkin müdahalelerini hiç hesaba katmayan bir başka yönü var. Bu anlamıyla bu süreci en iyi ihtimalle bir ara dönem süreci olarak değerlendirmenin doğru olacağı kanısındayım. Eski kraldan yeni krala geçişte yaşanan ara dönem gibi. Tam da burada bahsedilen ara dönem sürecinin nasıl organize edileceğine dair belirsizliklerin olması meseleyi zorlaştıran bir başka etken. Bu süreci, yani geçiş sürecini belirleyecek olanın siyasal güç ilişkileri olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Bugün bakmamız gereken yer güç ilişkileridir. Burada da zayıf ve teslim olmuş görüntüsüne rağmen CHP’nin rolü önemli. Diğer etkili güç odağı ise -potansiyel anlamda da olsa- radikal devrimci muhalefetin varlığı. Bugün canlı, etkili bir radikal muhalefetten maalesef ki bahsedemiyoruz. Şunu sürekli akılda tutmak zorundayız ki CHP tarihsel olarak sola meyil ettiği her dönemde onun dışında bir radikal sol-sosyalist odak var olmuştur. CHP’nin bugün sağ bir siyaset izlemesi bu anlamıyla çok yeni bir şey değil. Genel eğilimi de bu yöndedir. CHP’yi ilerici bir noktaya taşıyan süreç devrimci hareketlerin güçlü olduğu dönemlerdir. O nedenle bugünün sorunu siyasal güç ilişkilerinde sosyalist, devrimci hareketin esamisinin okunmuyor olmasıdır. Şu kadarını söyleyebilirim ki; tutucu bir restorasyon süreci yaşanmasının “mukadderat” halinden çıkması ancak sol bir iradenin ortaya konulmasıyla mümkün görünüyor.

Korkut Hoca’m ilk sorunun sonunda büyük zorluklar yaşanacak demiştiniz. İsterseniz hem süreç nasıl işleyecek hem de sol ne yapmalı sorularına geçelim. Yeni sürecin zorlukları ve olanakları nelerdir?

Korkut BORATAV: Birkaç soruya yanıt vermemiz gerekiyor. Birincisi iktidar nasıl değişecek, seçimler nasıl yapılacak sorusu. Biliyorsunuz OHAL 3 yıl uzatıldı. Bunun anlamı 2023 seçimleri OHAL’de yapılacak. Bu duruma dair bir tepki duyduk mu? Hayır! Çünkü muhalefet büyük bir rehavet içinde. OHAL yetkisini elinde tutan iktidarın ve onun temsilcisi olan valilerin fiilen seçime müdahil olmalarının önünde bir engel var mı? Muhalefet ısrarla “sokağa çıkmayın, şiddete tahrik etmeyin” söylemini sürdürüyor. İkinci konu 2023 seçimlerinde Tayyip Erdoğan’ın hukuken aday olup olamayacağı meselesi. Sorduğum tüm hukukçular “mümkün değil” diyor. Bunun tek istisnası parlamentonun karar almasıdır; yani Meclis kendini feshederek seçim kararı almazsa Erdoğan, 2023’te aday olamayacak. Muhalefet bunu neden gündeme getirmiyor? Gayet basit, Kılıçdaroğlu’nun “zayıf görünürüz” endişesi. Rakipten gelecek eleştirilerden korkuyor. Oysa bugünden tartışılsa gündem olur ve belki de erken seçime mecbur kalırlardı.

Üçüncü husus ise cumhurbaşkanı adayı tartışılıyor, şu mu bu mu olsun... Ama bundan önce geçiş süreci nasıl olacak. Tayyip Erdoğan’ın sınırsızca kullandığı yönetim nasıl lağvedilecek, ne kadar hesap sorulacak. Bunlar açıklıkla tartışılmıyor. Son bir husus daha var o da yeni anayasa nasıl hazırlanacak. Güçlendirilmiş parlamenter sistem deniliyor. Nasıl güçlendirilmiş, bunu anlatan yok. Şu mu düşünülüyor, kaderimizde nasıl bir parlamento olursa o parlamento anayasa yapsın mı deniliyor? Böyle bir Meclis’ten nasıl anayasa çıkabilir? Bunun tek çözümü Kurucu Meclis’tir. Ama Kurucu Meclis süreci ayrıca hazırlanmalıdır. Şili’nin yaptığı gibi. Şili’de Kurucu Meclis’in oluşma sürecini belirleyen seçim için yasa çıkarıldı ve o yasa ile seçim yapıldı. Parti dışında kitle örgütleri, sendikalar belli bir imzayla aday gösterilebildi. Seçim bölgelerinde baraj aşağı indirildi. Böyle bir durumda Türkiye’de TMMOB’nin, baroların, sendikaların ve sivil örgütlerinin, kadın örgütlerinin aday göstermeleri mümkün. Sadece biçim olarak değil içerik olarak da önemli. Daha geniş katılımın mümkün olabileceği, temsilin daha geniş olarak yer alacak bir çıkış gerekir. Rastgele seçilen, bileşimi tesadüfü olan bir parlamento ile anayasa yapılmaz. Bunu tartışmıyoruz.

CHP tabanı, seçmen kitlesi, örgütleri ve hatta parlamentodaki kimi unsurları, bugünkü CHP merkezinin çok ilerisindedir. Anlatmak lazım. Yukarının baskı altına alınması için bu da bir halka olarak mutlaka değerlendirmelidir.

Metin ÖZUĞURLU: Benim için buradaki anahtar ilke halk egemenliği meselesidir. Ama halk egemenliğinin temsili mekanizmalar yoluyla değil doğrudan demokrasi formlarıyla iç içe geçerek inşası içinde hareketle bu krizden çıkabiliriz. Seçime müdahaleyi de ben bu bakımdan bir Kongre Hareketi olarak tanımlıyorum. Bir anlamda bir Kongre Hareketi, bir Kurucu Meclis hareketi başlatarak ilerleyebiliriz. Bu, solcular, sosyalistler olarak değil tüm emekçilerin sorunlarını kendi sorunu bilen, tüm ülkenin sorunlarına sahip çıkan ve alt kültür olarak değil ülkeyi yönetme perspektifiyle ilerleyen bir formla olabilir. Radikal devrimci bir program önermeyi bugün sosyalist bir ezber olarak değil, tam da halkın taleplerinin bir parçası, ülke gerçekliğinin ve siyasal alanın gerçekliğinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekir.

Bunu yapabilir miyiz sorusu ve Sol’un etkisi meselesi konusunda bir miktar farklı düşünüyorum. Sol, mevcut siyasi yelpaze üzerinden bakarsak etkisiz görülebilir. Fakat gündelik yaşamın çelişkilerinin içinden baktığınızda durum çok farklı olacaktır. Bugün artık Sol ve devrimci bir program ideolojik tercihlerimizin ihtiyacı değil. Bu talepler ülkenin içinde bulunduğu sorunları aşabilmesi için neredeyse tek çıkış yolu. Güçlendirilmiş parlamento ancak halk egemenliğinin realize olmasıyla mümkün. Ara fonlar olarak değerlendirilen, demokrasisinin krizi diye ifade edilen süreçler geçti gitti. Ahlaki öfkeyi kim temsil ediyor, mesele bu. Bir aidiyet üzerinden değil kapitalizmin yarattığı soğuk gerçek üzerinden yeniden inşa etmeliyiz. Karamsar değilim. Daha radikal ve devrimci bir program ifade etmeyi de Sol’un ihtiyacı değil hayatın ihtiyacı olarak görüyorum.

Necmi ERDOĞAN: Oturumu, bu bölümde tamamlamak yine bana düşecek. Geçiş sürecinin bir başka yönünü belirtmek isterim. Bir faşizmden söz ediyorsak onun çözülmesi ve iktidarı kaybetmesinin hangi koşullarda gerçekleşeceği üzerine kafa yormamız gerekmiyor mu? Sözünü ettiğimiz rejimin devlet aygıtı üzerindeki hâkimiyeti tartışma götürmez. Bu konuda hemfikiriz sanırım. Yanı sıra dağınık ve düzensiz olsa bile devreye soktuğu güçleri düşündüğümüzde, bu süreç nasıl aşılacak meselesinin üzerine uzun düşünmek gerekiyor. Suskunlukla geçiştirilecek bir sorun olarak da görülmemeli. Günümüz faşizmine karşı mücadelenin bu boyutlarının da ayrıca düşünülmesine ihtiyaç var.

Tam da bu açıdan bence kritik bir nokta da var. Uzun bir süredir sahiden Türkiye’de -Mahir’in sözüne atıfla söylüyorum- bir suni dengenin işlediği kanısındayım. Düzenle halk yığınlarının memnuniyetsizliği arasında bir suni denge var. Ve de başka planda büyük memnuniyetsizlikle ona eşlik edemeyen bir kolektif hareket eksikliği var. Bunun kırılmasının tam da faşizme karşı mücadele açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Toplumsal bir güç olamadan yeni dönemin nasıl şekillendirileceği çok önemli.

Korkut Hoca değerlendirme yaparken Millet İttifakı’nı 2015’e dönmek isteyenler olarak tasvir etti. CHP’nin dönmek istediği yer artık Kemalist bir Türkiye falan da değil. Hadi en fazla 2010 öncesi olabilir. Yani Anayasa değişikliğin hemen öncesine. Ama daha da geriye değil. Bu, muhalefeti karakterize eden bir restorasyon. Sosyalistler zaten bu düzeninin eleştirisini yaptı, yapıyor. Eski Türkiye ve eski rejim ihyası ile yetinilmesi zaten mümkün değil. Ancak öyle olduğu ölçüde tutucu bir restorasyonun parçası olmaktan kurtulur. Yeni Türkiye’nin halk iktidarı üzerine kurulu bir biçimde gerçekleşmesini sağlayacak bir yöne doğru evrilmesi ancak Sol’un ve sosyalistlerin o güç ilişkilerinde ciddi bir rol almasıyla mümkün görünüyor. Türkiye tarihine baktığımız zaman; yasal, kurumsal, anayasal düzenlemeler yapıldığı zamanlara darbeler ile güç ilişkilerinde ciddi siyasal ve toplumsal kırılmalar eşlik eder. Yine tam da bu noktadayız; bir değişimin eşiğinde. Değişimin hangi yönde olacağı ise sosyalist solun varlığıyla çok ilgili. Yoksa basit bir restorasyonla karşılaşırız. Güçler ayrılığı, yargının bağımsızlığı gibi kavramlar kuşkusuz desteklenmeli. Temsili demokrasi meselesi ise çok daha dikkatle tartışılması gereken bir konu. Temsili demokrasiden doğrudan halkın katılımını esas alan bir yöne nasıl çevrilecek. Parlamentonun üstünlüğünü savunsan ve gerçekleştirsen ne olacak ki? Burada söz halka, yetki halka, iktidar halka anlayışının gerçekleşme ihtimali ne kadar? Sol, gündelik hayatı da değiştiren ve onu siyasal pozisyona taşıyan bir eksen dillendirmeli. Kuşkusuz siyasal rejim tartışması önemli ama gündelik hayatın çelişkilerine dokunmayan bir tartışmanın anlamı da çok fazla yok. Altı partinin çözüm önerisi ve ona yakın olan HDP’nin Tutum Belgesi’nde ortaya konan ile toplumun talepleri arasındaki açı çok büyük. Bu sorunu aşmanın tek yolu güç ilişkilerinde sosyalist Sol’un varlığıdır. Halk sınıfları arasındaki organik ilişkiler geliştirilebilirse bunu başarmak bugünün koşullarında işten bile değil.


Bugüne nasıl gelindi?

21 Ekim 2007 - Anayasa değişikliği referandumu

21 Ekim 2007 tarihinde Türkiye’de, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini sağlayacak anayasa değişikliği halkoyuna sunuldu. Referandum sonrası yapılan ilk seçimde Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi.

12 eylül 2010 - ‘Yetmez ama evet’

12 Eylül 2010 referandumunda AKP -Cemaat ortaklığına liberellerin desteği, BDP’nin boykot kararının ardırdan Türkiye’yi karanlık bir sürece doğru dolu dizgin ilerlemesinin yolu açıldı

30 haziran 2013 - Gezi Direnişi

AKP’nin dayattığı elbiseyi giymeyi kabul etmeyen milyonlarca yurttaş 30 Mayıs 2013 günü başlayan ama tarihe Haziran Direnişi olarak geçen büyük itirazla iktidara yanıt verdi.

15 temmuz 2016 - Darbe girişimi

AKP-Cemaat koalisyonunun çatlaması ardından başlayan gerilim ordu içindeki FETÖ unsurlarının darbe girişimine evrildi. 15 Temmuz girişimini "lütuf" olarak gören Erdoğan, toplum üzerinde baskıyı ve şiddeti artırdı. Ülke OHAL ve KHK ile yönetilid hale getirildi.

16 nisan 2017 - Otoriter rejime geçiş

Türkiye’yi yönetemeyen Erdoğan çareyi MHP lideri Bahçeli’nin de desteğiyle Başkanlık Rejimi’nde buldu. Şaibeli seçimle hayata geçen rejim ilk günden itibaren yurttaşın vetosuyla karşılaştı. Bugün halkın sadece yüzde 25’inin desteğini alabiliyor.